15 TEMMUZ İŞGAL HAREKETİ VE MÜTTEFİKLER İTTİFAKI

15 TEMMUZ İŞGAL HAREKETİ VE MÜTTEFİKLER İTTİFAKI

Ahmet Davutoğlu, başbakanlık görevini bırakırken şunları söylemişti:

“Cumhurbaşkanımızla son nefesime kadar vefa ilişkisini sürdüreceğim. Hiç kimse benim ağzımdan, benim dilimden, benim zihnimden Cumhurbaşkanımız aleyhine tek bir söz duymadı, duymayacak”.

Hep düşünmüşümdür; Davutoğlu başbakanlığa adaylığı sırasında Mit Başkanı Hakan Fidan’ı neden milletvekili adayı gösterdi?

Zira Fetö’nün tıkandığı nokta ve hedefi Mit Başkanıydı.

Acaba milletvekili olsaydı 15 Temmuz yaşanmaz veya yaşanmasına gerek kalmaz mıydı?

Kalmazdı gibime geliyor.

Toplum buna tepki göstermiş ve Sayın Erdoğan son anda bunu reddetmişti.

Erdoğan’ın ameliyat masasında öldürülmesi Mit Başkanı tarafından engellenmişti.

15 Temmuza Mit eliyle engel olunmuştu.

Belli ki Fetö de piyondu.

Arkasında çok büyük oyunlar oynanıyordu.

Bu yapı bir istihbarat örgütlü yapıdır.

-Eski, Turizm Bakanı Bahattin Yücel, FETÖ’nün Ecevit döneminde 8-10 milletvekili ile Meclis’e girdiğini söyledi. 

-“FETÖ’yü Meclis’e Ecevit soktu”[1]

-Uyuşturucu ve fetö ilişkisi sürekli görülmektedir.[2]

-FETÖ PKK iş birliği teröristin itirafı ile ortaya çıkarıldı! Hendek olayları…

Hain 15 Temmuz darbe girişimine zemin hazırlamak için Güneydoğu’da hendeklerin açılmasında FETÖ ile işbirliği yapıldığı PKK’lı teröristin itirafları ile ortaya çıkarıldı. Darbe girişiminin başarılı olması için kaosu hedefleyen FETÖ mensubu komutanlar provokasyonları körükledi. Hendek ve Yasin Börü’nün katledildiği 6-8 Ekim olayları iki örgütün işbirliğiyle tezgahlandı.”[3]

*************   

Eski mason üstadı Özhan Kızıltan anlatıyor; Masonlar FETÖ’ye kalkan oluyor.

15 Temmuz’dan sonra kamu kurumlarından tasfiye edilen FETÖ’cüler, Masonları kullanarak etkinliklerini sürdürmeye çabalıyor. Uzun yıllardır 15 bin olan üye sayısını artıramayan locaların darbe girişiminden sonra 3 bin yeni üye kaydetmesi dikkat çekiyor. Masonlar Anadolu’da da yayılmaya başladı.

15 TEMMUZ FETÖ, ABD VE MASON ORTAK YAPIMI.

15 Temmuz’daki darbe girişimine katılan üniformalı FETÖ’cülerin 1 numarası eski Havacı Orgeneral Akın Öztürk’ün de mason olduğu bilgisini veren Kızıltan, “Akın Öztürk’ün İsrail’de bir locaya intisap ettiği söyleniyor. 

CHP’nin arka bahçesi.

Masonların siyasi partiler içinde aktif rol aldığına dikkat çeken Özhan Kızıltan, “Her partiye girerler veya her partide mason vardır. Masonluğun kendisi siyasi bir kuruluştur. Masonluk kesinlikle kendilerinin söylediği gibi sadece kişisel gelişim yolu değildir. Büyük oranda siyasidir ve çok palavrası vardır. Güzel sözlerle nasıl FETÖ insanları kendine çekti ve İslam’ı kullandı; bunlar da ahlâkı kullanarak insanları kendilerine çekiyor. Bir de Atatürk’ü kullanıyorlar. Atatürkçüleri kendilerine çekiyorlar. O nedenle CHP’nin arka bahçesi haline geldiler, bu algı onlara yeni üyeler sağlıyor. Sanki Kemalizm’in adresi mason localarıymış gibi propaganda yapıyorlar. 

Türkiye’de İngiliz ve Fransız ekolüyle faaliyet gösteren mason localarının yer aldığını aktaran Kızıltan, “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, İngiltere’den icazetlidir. Diğer ekole dâhil olan Özgür Masonlar Büyük Locası ise Fransız Grand Orient adı verilen kuruluştan icazet almıştır.”[4]

Fetö uzun vadeli bir hesaptır.

Kemalizm bitiyor, Fetöizm başlıyor.

Toplum bir elli yıl daha birbirleriyle uğraştırılmak isteniyor.

MEHMET ÖZÇELİK

13-07-2020


[1] https://www.cnnturk.com/video/turkiye/son-dakika-fetoyu-meclise-ecevit-soktu-video

[2] https://www.facebook.com/656108373/posts/10158399934228374/

[3] https://www.ahaber.com.tr/gundem/2020/07/09/feto-pkk-is-birligi-teroristin-itirafi-ile-ortaya-cikarildi-hendek-olaylari

[4] https://www.yenisafak.com/gundem/masonlar-fetoye-kalkan-oluyor-3548060

http://www.tesbitler.com/index.php?s=Mason




SEVİNCİN SEVİNCİMDİR AYASOFYA

SEVİNCİN SEVİNCİMDİR AYASOFYA

Yıllar öncesinde Ayasofya için hüznümü dile getirmiştim.

‘Hüznümüz hüznündür, hüznün hüznümüzdür Ayasofya’[1] diye yazmıştım.

Bugün ise; Sevincin sevincimdir, Sevincim sevincindir Ayasofya, diyebilirim.

Varsın kıskananlar, acı ve sancı çekenler olsun.

Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francesco, Ayasofya’nın müzeden camiye döndürülme kararı hakkında “derin acı duyduğunu” söyledi. St. Peter Meydanı’nda Pazar ayininde bir konuşma yapan Papa, “Düşüncelerim İstanbul’a gidiyor. Ayasofya’yı düşünüyorum ve çok acı çekiyorum” ifadelerini kullandı.[2]

86 yıldır zaten Ayasofya ile beraber bizlerde o acıyı çekiyoruz, birazda sizler çekin…

Ayasofya’nın açılması gerçek niyet ve samimiyetleri de ortaya çıkarmış oldu.

-“El-Ezher Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasından rahatsız oldu.

Mısır’da yaşanan darbe sonrası siyasetin kuklası haline gelmekle eleştirilen ve açıklamaları ile büyük tepkiler toplayan El-Ezher’in önde gelen isimlerinden Abbas Shuman, “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi İslam öğretileri ile çelişiyor” iddiasında bulundu. Türkiye’nin Ayasofya kararı İslam coğrafyasındaki birçok ülkeden destek bulurken, Sisi rejimine bağlı kurumun söz konusu açıklaması tepki topladı.

El-Ezher Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasından rahatsız oldu.[3]

Kirlenme içte, münafık içeride.

Kahpe içeride ve de içeriden olunca, kapı kilit tutmazmış.

Hain içeriden olunca, dışarıdan düşman aramaya gerek yok.

İçimizdeki bazı muhaliflerinde bunun hükümetin kendisi için bir oy ve çıkış sebebi olarak gösterip de gölgelemeye çalışması gayet basit ve seviyesizce bir değerlendirmedir.

Belli ki Ayasofya’nın mana ve hakikatini anlamamışlar.

Kendi beceriksizliklerini örtme hareketidir.

-Bu aynı zamanda batının çirkin yüzünü görmemek ve de örtmeye çalışmaktır.

-Kurtuba Camii: Camiden Katedrale Çevrilen Görkemli Endülüs Eseri.

İspanya’nın Cordoba şehrinde sonradan kiliseye çevrilmiş olan Kurtuba Camii, Endülüs İslam döneminin ayakta kalan en anıtsal ve ihtişamlı eseri.”[4]

Ne garip değil mi?

Ayasofya’nın kapatılması değil de, açılması sorgulanıyor!

Yıllar öncesinde kapatılması için içte ve dışta çaba gösterenlerin yüzlerine Ayasofya çarpılmıyorda, açanlar adeta sorgulanmaya çalışılıyor!

-İngiltere Kralı Ayasofya’yı teftiş için mi Türkiye’ye gelmişti?

Bizans Enstitüsünden Thomas Whittemore Kral Edward ve sevgilisi Ayasofya’yı ziyaretten çıkıyor.

Yalnız yanlarında beklenmedik bir ziyaretçi var, sağda, başı fötrlü Rockefeller.”[5]

-İnşaallah bugünden sonra Ayasofya’nın yüz yıllık pası ve tozu Kur’an-ı Kerim Tilavetiyle temizlenecek ve saykal vurulacaktır.

-“Fatih Sultan Mehmed’in 1463 yılındaki Ayasofya Vakfiyesi doğrultusunda camide sürekli Kur’an okunacak. 86 yıl sonra tekrar camiye dönüşen Ayasofya’da 24 saat Kur’an sesi yükselecek.”[6]

MEHMET ÖZÇELİK

12-07-2020


[1] http://www.tesbitler.com/2019/01/06/lanetlendik/

[2] http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=2994482

[3] https://www.yenisafak.com/dunya/el-ezher-ayasofyanin-camiye-olarak-ibadete-acilmasindan-rahatsiz-oldu-3548937

[4] https://www.haber7.com/foto-galeri/63789-kurtuba-camii-camiden-katedrale-cevrilen-gorkemli-endulus-eseri

[5] https://www.facebook.com/1241851548/posts/10223475414173804/

[6] https://www.yenisafak.com/gundem/buyuk-gune-hazirlik-3548906




DÜNYADA PUTLAR YIKILIYOR

DÜNYADA PUTLAR YIKILIYOR

Dünyada putlar yıkılıyor.

Önce Komünizmin çökmesiyle Rusya’da putlar devrildi.

Sahte kahramanlar teker teker çöküyor ve sahtelikleri ortaya çıkıyor.

Köle tüccarları kahraman yapılıp, heykelleri dikiliyor.[1]

Irkçılık yapanlar o ırkçılık yaptıkları insanların eliyle yıkıma uğruyor.[2]

O putları koruyan kurumlar teker teker çöküyor, güçleri ellerinden alınıyor.

Fıtrata uymayan ve fıtratın kabul etmediği hiçbir şey pây-i dâr olamaz.

-Kilisenin ırkçı bozuk zihniyeti geçmişte olduğu gibi, bugün de devam ediyor.[3]

-Batı hala barbar.

Dünde barbardı, bugün de hala barbar.

İşte Avrupa’nın ortasında Müslümanlara yapılan barbarlık ve vahşet.

Her şey değişir ama tinet değişmez.

-“Büyük bir insanlık trajedisi olan Srebrenitsa katliamının üzerinden 25 yıl geçti. En az 8 bin 372 Boşnak sivilin Sırp askerlerce hunharca katledildiği Srebrenitsa soykırımı, aradan 23 yıl geçmesine rağmen Boşnak halkı için dinmeyen bir acı olarak kalmaya devam ediyor.[4]

********** 

Baronluk yapan Barolar Toplumun gelişmesinin önünde bir set ve rejimin koruyucusu olup; toplumun gelişmesini engelleyen setler midir?

“Tarafsız değiller: Barolar özgürlüklere hep karşı çıktı.

Sözde demokrasi için yürüyüşe çıkan barolar, yıllarca kendileri gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımadı. Kimi avukat başörtüsü, kimisi sakalı nedeniyle barolardan baskı gördü.”[5]

-Yabana atılacak bir tesbit değil.

Türkiye’nin bire asırlık problemi.

Darbelerin kaynağı ve destek aldığı güç makamı hukukun içindedir.

Devamlı söyledim; Türkiye’nin birinci problemi, hukuk problemidir.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilk yapılan iş, 4 bin civarında hukukçunun alınması oldu.

1960 darbesinin arkasında hukuk ve üniversite vardı.

Darbeciler güç ve kuvvetini, dayanağını barolardan mı alıyor?

Darbeciler buna mı güveniyor? Hukuk darbecileri mi destekliyor?

Moğultay ve Seyfi Oktay döneminde alınan 4 bin hukukçunun alınmasına karşı gösterilen tepkilere Adalet bakanı Moğultay; Ne yani Mhp-li mi alsaydım, demişti.

Hukuk o hukuktur ki; bir kişinin hakkı ve hukuku dahi, 8 milyar insana feda edilmemelidir.

Hukuk umumu kucaklamalı, azınlığın hukuku olmamalıdır.

MEHMET ÖZÇELİK

11-07-2020


[1] https://www.yenisafak.com/dunya/ingilteredeki-irkcilik-karsiti-protestoda-heykeli-yikilan-edward-colston-amerikaya-100-bin-kole-satan-tuccar-3543679

[2] https://www.yeniakit.com.tr/haber/abdde-irkci-genaralin-heykeli-yikildi-1281405.html

[3] https://www.facebook.com/100004007784454/posts/2023551794455060/

[4] https://www.haber7.com/foto-galeri/63769-srebrenitsa-katliaminin-uzerinden-25-yil-gecti-iste-korkunc-fotograflar

[5] https://www.yenisafak.com/gundem/tarafsiz-degiller-barolar-ozgurluklere-hep-karsi-cikti-3546576




İSTANBUL SEYAHATİNDEN…

İSTANBUL SEYAHATİNDEN…

    25-29-Temmuz-2005 tarihleri arasında,Mehmet Altındal Beyin tavassutu,Ensar vakfı Müdür vekili Hüseyin kader Beyin muzahereti ve bizimle beraber gezib rehberlik eden değerli hocamız Yurt Müdürü Ali Çelik Beyin misafiri olarak bir geziye katıldık.Hepsine buradan Teşekkür ederim.

    Proğram doğrultusunda ilk gün;Eyüp Sultan gezdik.O peygamber mihmandarı ki,gerçekten bulunduğu yöre tıpkı evini açtığı rasule evini ve çeresini nurlandırdığı gibi,çevresini sürekli nurlu,onurlu ve feyizli tutmaktaydı.Her zamanki gibi hala canlı ve kanlıydı.Saadet asrının esintisi esmekteydi.Ensarın samimiyeti,kucaklaşması o manevi atmosferle devam etmekteydi.

    Daha sonra Minyatürk-ü ziyaret ettik.Burasıda güzel hazırlanıp tasarlanmıştı.Ancak anadolu kültürü,tarihimiz bu kadar değildi.Şairin;Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın/misali daha da zenginleştirilebilirdi.

    Bazı eksiklikler ise;şehrin uzak bir yerinde olmasından ulaşımın ve katılımın yeterli olmaması,bence de en önemlisi bir cd veya tanıtım broşürünün bulunmaması idi.

    İkinci gün;Dolma Bahçe Sarayını gezdik.Dolma Bahçe Sarayı tam anlamıyla harikaydı.

    Öğrencilerden biri,ecdadın zevkine ne kadarda düşkün olduğunu söylemesi üzerine şunu anlattım:

    Ecdad kendisinden önce devletini büyültmüştür.Dışa ve içe karşı haşmet ve gücünü geçmişde gösterdiği gibi,hala o büyüklüğünü sürdürmektedir.Elçilerin vesair devlet erkanlarının geldiğinde onları ağırlama yerleri her yönüyle diğerlerinden daha muhteşem olup,kendi büyüklüğünü adeta gözlerine sokuyordu.

    Ecdad sanatkardı,ustaydı,üstün vasıflara sahipti.İşte onlardan nümune olarak bir kaçını vereyim:

    “Tarihi hadiselere önyargılı bakan birçok batılı yazarın,Osmanlı kadınlarının saray hayatını kendi hayat felsefelerine göre değerlendirip, “kafes edebiyatı” çerçevesinde senaryolaştırmasına mukabil,yıllarca İstanbul’da yaşayan “Muhteşem İstanbul” kitabının yazarı Gerard de Nerval, Osmanlı saray kadınları hakkında şunları kaydetmektedir:“Saray kadınlarına gelince, bunların gerçekten birer alim olduklarını söyleyebiliriz ve bu sözümüzde mübalağa yoktur. Çünkü saraya giren her kadın, tarih, edebiyat. müzik, resim ve coğrafya konularında çok ciddi bir eğitime tabi tutulur. Bu kadınlarin bir çoğu, sanatkar veya şairdirler.”

    “Fransa Imparatoru III. Napolyon, o sırada Paris’te Osmanlı Büyükelçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa’ya; “Paşa, işitiyorum, Osmanlı Devleti çatırdıyor” demiş, bunun üzerine Vefik Paşa’nin gayet vakur bir şekilde şöyle cevap vermiştir:
“İstanbul buraya uzaktır, ses duyulmaz… O duyduğunuz sizin imparatorluğunuzun çatırtısıdır.”

    “Otuzikinci şehit Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han çok dindar bir padişah idi ve ömrü boyunca namazını hiç terketmemisti. Fransa Kralı ve İngiltere Kraliçesi’nin daveti üzerine çıktığı Avrupa seyahatinde, Frenklere itimat etmeyerek abdest suyunu dahi beraberinde götürmüştü.
Daha sonraları bazi menfaati zedelenenlerce, cinayet şebekesi kurdurularak hunharca öldürülüp hadiseye intihar süsü verilmiştiki. Abdülaziz’in vefatını öğrenen İstanbul halkı, çok sevdikleri padişahlari için 
“Babamiz öldü!” çığlıklarıyla sokaklara dökülmüştü.”

    “Ulu Hakan Abdülhamid Han, Fatih Sultan Mehmed’den sonra eğitim ve kültüre en fazla ehemmiyet veren padişah idi. Varlığından yeni haberdar olunan Yıldız Sarayı Kütüphanesi’ndeki bir albümden öğrenebildiğimize göre, Abdülhamid Han İstanbul’da büyük bir kültür projesi gerçekleştirmek istiyordu.Bu projeye göre Abdülhamid Han, Sultanahmet meydanına muhteşem bir kültür sitesi kurmayı düşünmüş,bunun mimari projesini hazırlatmak üzere Fransa’dan şehircilik mütahassısları getirtmişti.Albümde sayfa sayfa resimleri görülen bu projeye göre, Sultanahmet Camii’nin karşısına Osmanlı Ulum Akademisi,Sol tarafa Milli Kütüphane ve Ayasofya’ya yakın noktaya da yepyeni bir Darülfünun binası düşünülmekteydi.
     “1835 yılına kadar dünyanın en büyük şehri kabul edilen Osmanlı Devleti’nin payitaht merkezi İstanbul’da,Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlık yaptığı 46 yıl boyunca (1520-1566) yılda ortalama sadece 1 (bir) cinayet vakası kaydedilmişti. “

    “Çağ açıp çağ kapayan büyük dahi Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fetheder etmez hemen imar faaliyetlerine girişmişti. İstanbul’un en güzel yerlerinden biri olan Haliç’in dolmaması için her iki yakada tırnaklı hayvanların otlatılmasını menetmişti. Toprağın yağmurlarla akıp giderek Haliç’i doldurmaması için de Haliç’in kenarlarına (sırtlarına) ağaç ve ayrık kökleri diktirmişti.

    “Osmanlı padişahları ilim ve sanata büyük kıymet vererek bu uğurda gayret gösterenleri maddi manevi desteklemekteydiler. “Veli” lakaplı Sultan II. Bayezid, büyük hat sanatkarı Şeyh Hamdullah’ın sanatına olan hürmetinden ve sevgisinden dolayı, hat üstadının yazı meşkederken hokkasını tuttuğu,rahat etsin diye sırtını yastıkla beslediği kaydedilmektedir.

    “Fatih Sultan Mehmed Han döneminde ilme ve alime muazzam bir kıymet veriliyordu. Fatih’in hocalarından Molla Hüsrev, Ayasofya’da derse başlamadan önce talebeleri Hoca’nın evine gider, Hoca atına bindirilerek,arkasında da talebelerinin eşliğinde camiye getirilirdi.Zamanın Ebu Hanife’si addolunan Molla Hüsrev, camiye girdiğinde, hürmet ifadesi olarak tekrimen ayağa kalkılır ve hoca dersini bitirdiğinde talebeleri tekrar onu atına bindirerek evine bırakırlardı. 

    “Büyük Cihangir Yavuz Sultan Selim günde üç saat uyku uyuyup tahta kaşıkla tek çeşit yemek yemekteydi.Herhangi bir saray halkından ayırt edilemeyecek kadar sade giyinmekte ve bunun sebebini soranlara söyle demekteydi:
“Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri, padişahlarına saygıdan ileri gelir. Biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki? Bizim Padişahımız (Allah c.c.) vücudun dışına değil, içindeki cevhere (imana) bakar.”

    “Makedonya kral Büyük İskender, Mısır’ı işğal ettiği zaman kendisinin Yunanlılar için haşa ilah kabul edilen Jüpiter yıldızından geldiğini iddia ederek, uluhiyet davasında Firavun’u taklit etmişti.
Buna mukabil, Yavuz Sultan Selim Mısır tahtına nail olduğu zaman söyle demişti: 
“Mülk, Allah’ındır.Şayet benim veya başka bir kimsenin yeryüzünde parmak ucu kadar toprağı olsa, bu Allah ile ortaklık değil midir?”

    “Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran müşfik sultan Abdülhamid Han, onlara şöyle demisti:“Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin. Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim. Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki, halkımız bundan büyük ızdırap çeker.”

    “Osmanlı Şehzadeleri küçük yaşlardan itibaren, ileride devleti yönetebilecek şekilde çok ciddi bir eğitime tabi tutulmaktaydılar ve büluğ çağına gelince de (yani günümüz nesillerinin sokakta çember çevirdikleri bir yaşta) bir nevi “sultanlık stajı” anlamına gelen önemli vilayetlerin başına Sancakbeyi olarak tayin edilip devlet idaresini tatbiki şekilde öğrenmeleri sağlanmaktaydı. Böylece, ilerisi için onlar devleti tanırken, devletin de onları tanıma fırsatı olurdu.

    O gün tevafuk eseri Mehteran bölüğüde hazır olup,tarihi yeniden yaşamış olduk.

    Bir çok padişah gibi, Abdulazizin kütüphanesi de gayet geniş olup,içerisindeFransızca,Almanca,İngilizce ve Arapça gibi bir çok dilde eserler mevcuttu.Fatih gibi bir çok osmanlı sultanlarının bir kaç dil bildiğide unutulmamalıdır.

    Yıldız SarayıRumeli Hisarı gezilmeye değer yerlerdendi.

    Üçüncü gün Süleymaniye Camiindeydik.Caminin aküstük bir özelliği vardı.Yanlarda öğrencilerin ders göreceği odalar ve kütüphaneler bulunmaktaydı.Bir çok cami gibi Süleymaniyede İstanbula nazır bir mevkiye kurulmuş.Adeta yukarıdan aşağıyı koruyan bir siyanet meleği gibi idi.

    Genelde evliyalar ve manevi türbe,cami gibi mekanlar yukarı ve yüksek yerlere,sultanlar ise şehirlere ve aşağılara kurulurlar.

    Şehzade camiiKarikatür ve Mizah MüzesiFatih camiiYavuz Selim camiiHırka-i Şerif camii ziyaret ettiğimiz yerler arasındaydı.

    Fatih camii ve çevresi tıpkı Eyüb Sultan ve çevresi gibi manevi atmosfer ile kaplanmıştı.İnsanları,çarşısı,pazarı,ucuzluğu,çocuklarıyla bambaşka bir yeri hatırlatıyordu.Bu iki maddi ve manevi sultanlar,saltanatlarını burada dahi sürdürüyorlardı.

    Dördüncü günde olduğu gibi aslında her akşam Sultan Ahmet camiindeydik.Yerliden çok,yabancılar vardı.Bu arada başta Diyanet İşleri Başkanlığına ve Kültür Bakanlığına tavsiye ve teklifim şudur:

    Hergün burayı yüzlerce değişik devletlerden gelen turistler ziyaret etmektedir.Sultan Ahmet Camiinin ve Ayasofyanın çevresine 20 kadar dinimizi ve kültürümüzü bilen,ehil rehber ve tebliği görevlileri yerleştirmelidir.Bir kısmı sadece turistlere kültürümüzü anlatırken,diğer bir kısmıda sadece İslam dini hakkında onlara islamı anlatmalıdırlar.

    Dünyada eşsiz yazma eserlerin ve kaynakların bulunduğu yer olan Süleymaniye Kütüphanesine gitmemek elbette en büyük eksiklik olurdu.

    Değerli Kütüphane Müdür Yardımcısı Emir Eş Beyin  bir saati aşkın gezdirip bilgi vermesi,ayrı bir aydınlatıcı,geçmişimizi hatırlayıp yadetmeye vesile oldu.Bu arada kaynanasından da bir hatıra anlatmadan edemedi.Bende kendilerine bunu anlatacağımı söyleyip izin aldım.Başına bir şey gelirse,kendisine aiddir.

    -Emir Bey jest olsun diye bir gün kaynanasını kütüphaneye getirip gezdirmeye başlar.Etrafa,kemerlere bakar kaynanası birşeyler anlamayıp,bir mana vermek için kısa yoldan alışılmış bir mana vermeye çalışır.Burada kemerler olduğuna göre,buranın cami olması gerekir.Ve kitap fişlerinin saklandığı çekmeceleride göstererek,bunlarda ayakkabılık olsa gerek,der.

    Hali,Halimize ne kadar da benziyor değil mi?Kızım sana söylüyorum,gelinim sen işit.Tüm gelinlere buradan duyurulur..

    Osmanlıda alimlerin ders verdikleri yerin kapılarının düşük olduğu her yerde görülmektedir.Sebebi ise,padişahdan gedaya kadar herkes huzura girdiğinde eğilip edeble girmektedir…

    Yere Batan Sarnıcı,basit bir su deposu değildi.Tam bir sanat ve dev bir sanatla estetiğin birleştiği bir yer idi.

    İslam Eserleri MüzesiArkeoloji Müzesi , Gülhane Parkı o günkü ziyaret yerlerimizdi.

    Beşinci ve son günde Topkapı SarayıBeyazıt CamiiSahaflar ve Kapalı ÇarşıHat Eserleri Müzesi ziyaret ettiğimiz yerlerdendi.

    Beyazıt Caminin imamının okuduğu aşir ise tam mestediciydi.

    Ecdadın yaşadığı ve yazdığı tarihi,bizlerden gezmekten ve okumaktan aciz kalmıştık.

    Nabi İstanbul İle ilgili şiirinde:   

***Der Beyan-ı Şeref-i İstanbul  (17-18. Yüzyıl)

  İlm ile ma’rifete cây-ı kabul

Olmaz illâ ki meğer İstanbul

Olmaya mîve-hor-ı bâğ-ı hüner

Olmaya şehr-i Sitanbul kadar

İtsün İstanbul’ı Allah ma’mur

Andadır cümle meâli-i umur

Mevlid ü menşe-i ashâb-ı himem

Terbiyet-hâne-i esnâf-ı ümem

Ne kadar var ise ashâb-ı kemal

Hep Sitanbul’da bulur istikbâl

…..

Ne kadar âlemi devr itse sipihr

Bulmaz İstanbul’a benzer bir şehr

Hüsn ile görmek ile müstesnâ

Anı âğûşuna çekmiş deryâ

Ne kadar var ise aksam-ı hüner

Hep Sitanbul’da bulur revnâk ü fer

İ’tidal olsa hevâsında eger

Gayri buldâna kim eylerdi nazar

Her kimün kim ola bünyâdı kavi

Yapmasun gayri vilâyetde evi

Ana mânend olamaz şehr-i diyar

Olmaz anun gibi bir cây-i karar

Andadur mâ-hasal-ı kadr ü hüner

Taşralarda kim okur kim dinler

Akçedür taşranun ancak hüneri

Hakk olunmuş hünerün sanki yeri

N’olduğun halkı kenarın ancak

Gören İstanbul’u anlar ancak

Olur irdükde kemin meclise hasr

Geçinen taşrada allâme-i asr

Mütefennin görünen sersem olur

Mütekellim geçinen ebkem olur

Olmaz ednalarınun bezmine râh

Taşra yirlerde satan izzet ü câh

….

Hak budur âb-ı rûy-i buldândur

Hayli ma’mûre-i âl-i şândur

Maksad-ı Hind ü Firenk ü Maçin

Bender-i mu’teber-i rûy-i zemin

Bulunur emtia-i gûn-a-gûn

Ni’met ü mal ü menâli efzûn

Bâhusus ab ü hevâsı dil-keş

Sâha-i nihr ü binâsı dil-keş

Mehmet   ÖZÇELİK

10-08-2005




İSTANBULUN FETHİ VE FATİH

İSTANBULUN     FETHİ     VE     FATİH

         Gerek dahilde gerekse hariç de İslâmın ilk fütuhatı,dışa açılması Hz. Ömer’in eliyle olmuştur.İslâmiyetin önünde bulunan iki engelden biri;Sâsani yani İran, diğeri ise,Bizans. İki süper devlet.

            İran Hz. Ömer’in komutan tayin ettiği Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın eliyle tarumar edildi. Şimdi ise sırada Bizans vardı. İki yüz yıl süren haçlı ordusu İslam ordusunun çıkışını engelleyemedi.

            Bu çıkış Anadolunun kapılarının Alparslan tarafından Malazgirtte Romen Diyojene karşı 1071’de açılmasıyla başladı. 1077’de Anadolu Selçuklu Devleti Süleyman Şah tarafından kurulmuş oldu.

            1453’de zirveye ulaşıldı. İçten çöken köhne Bizansın surlarının yıkımı yedinci Sultan Fatihe müyesser olacaktı. Zira onu şanlı nebi müjdelemişti.

            “Kostantiniyye (İstanbul) elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan,onu fetheden asker ne güzel askerdir.”[1]

            Madem o zat Aleyhis- Salatu Vesselam haber vermiş o halde haktır ve olacaktır. Bu müjdedir ki;ümmeti onun sevdası ve aşkıyla yakmış ve fethi müyesser kılmıştır.

            Âyette Rabbimiz:”Celalime kasem ederim ki,Sebe’ için meskenlerinde hakikaten bir ayet vardı. Sağ ve solda iki cennet,yeyin diye;Rabbınızın rızkından da ona şükredin,ne güzel;HOŞ BİR BELDE,Ğafur bir Rab.”[2]

            “İttifakatı bediâdandır (açıkça ittifak edilmiş)- Beldetün Tayyibetün- Lafzı Ebced hesabıyla İstanbulun fethine tarih düşmüştür. (H. 857,M.1453) Molla Cami merhumun bir hediyyesi olmak üzere ma’ruftur.”[3]

            Ebced hesabı;İslâmdan önce de uygulanan harflere verilen rakamsal değerlerle önemli tarih düşme işlemi.Kur’an-ı Kerim-de bizzat Fatih’in bulduğu;ÂHİRÛN [4]âyetinin ebcedle İstanbulun fethine işaret etmektedir.

            Diğer işaretler ise:

            “Kâfire Kıyamet”

            “Talibi Mehmet Efendinin;Zihi Avnullah alındı Stanbul”

            “Surûri mecmuasında;-Ehli din İstanbulu aldı cidal-ü cenk ile”

            “Tarih-i Urfi-den;Yazmışlar gerçi anı evvelûn

                                         Fethinin tarihi oldu ahirûn.”

            “Avn-ı Halık”(Allah’ın yardımı)ifadeleri Ebced hesabıyla 857-1453’e tekabul etmektedir.

            Menakıb-ı Akşemseddin’de:”Ol fethi Hakani BELDETÜN TAYYİBETÜN hurufi işareti muktezası 857 (1453) tarihinde vaki’ oldu. Ol hayn (zaman) de  Sultan Mehmed gayet şad oldu. Hiçbir zaman böyle sevinmemiştir.

            -Bu ferah ki;bende görürsüz;yalnız bu kal’a fethine değildir. Akşemseddin gibi aziz benim zamanımda olduğuna sevinirim,dedi.”[5]   

            O Fatih‘ki;sanki olgun ve ehil olarak dünya ya gelmiş de,dünyanın vefasız hamlığı onu da doğuştan ham kılmıştı.

            İşte bu zat;ilk asaletine,benliğine ve istidat ve kabiliyetine Akşemseddin’in şefkatli elleriyle yoğrulup pişirilirken,Molla Gürani’nin acımasız,ateşin dehasıyla,onun fırınında,terbiye edilerek yanıyor,yandırılıyordu.

            O ham idi,pişti ve de yandı. Birinin Cemal sıfatında pişerken,öbürünün Celal sıfatında yanmakta idi. O ise;hem Cemal’e,hem de Celal’e sahib bir Sultan idi. Mü’minlere karşı Cemal’li,kâfirlere karşı Celal’li idi.

            Hacı Bayramı Velinin talebesi olan bu ak şeyh nasihatlarıyla onu teşci etti. Nitekim kuşatma esnasında üçü Cenevizlilere,biri de imparatora ait dört yüklü geminin gelişi askerleri ve Çandarlı Halil Paşa gibi zatları savaşa devam edilmemesi yönünde karar vermeye sebeb oldu.

            İşte bu durumda Ak Hoca tarihi rolünü,savaşın seyrini değiştirecek olan konuşmasını sultana bildirerek[6] onları ümitsizlikten,gevşemeden,rahatlıktan kurtarıp şevke getirdi.

            Bu ferah,şevk,azim ve gayrettir ki;bizleri on bir defa (bir rivayete göre 27 sefer teşebbüse) o fethe sevk etmiştir.On bir defa gelmişiz. İlki 655 yılında Hz. Osman zamanında ve diğerleri tarihlerine göre;668,673,715,781,1391,1395,1400,1412,1422,1453.[7] Bu yıllarda o müjdeye mazhar olmaya çalışılmış,21 yaşındaki genç padişaha müyesser olmuştur.

            Merhum Zübeyir Gündüzalp,fethi temsil eden bir resimde genç sultanımızın 55-60 yaşlarında gösterildiğine işaretle Rüştü Tafral beye:

            “Kardeşim,Fatih İstanbulu 21 yaşında fethetti. İleri yaşlarda bir yeri fetheden kumandan çoktur. Ama,İstanbulun fethi gibi zorlu bir işi bu yaşta başarabilen görülmemiştir.

            Bu bir hata değil,parmak karıştırılmış.”demiştir. Basirane bir teşhis…

            Hz. Ebu Eyyubel Ensari rasulullahdan işittiği:”Kostantiniyye’de kal’anın yanında bir racul-i salih (salih bir kişi) defnolunacaktır.” hakikatı Eba Eyyubel Ensari’de 668 yılındaki seferde tecelli eder. İstanbulluya manevi mesned ve nefes olur. Bu zatın düzlenmiş olan kabrini de manevi keşfiyle Fatih bulur,keşfeder. İstanbul’u keşfettiği gibi…

            Şair Arif Nihat Asya,İstanbulun fethine bir çok şiirle tarih düşer.[8]

            Fatih-in babası Sultan Murad Han’da İstanbulu almaya isteklidir. Ancak bunun kendisine müyesser olup-olmayacağını büyük veli Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine sorar. Aldığı cevap-Hayır-dır. Bu kendisini üzerken:”Fetih şu çocuğa müyesser olacaktır.” Şu ak oğlanla (Akşemseddin) beraber…Fatihi işaret eden ifadesi baba sultanı sevindirir.

            Böyle müjdeli müjdeye mazhar olan bu zat artık kişilik ve şahsiyyet bakımından gelişir. Hocası Akşemseddin tarafından yetiştirilir ve geliştirilir.

            Bizans elçisine söylediği sözde kişiliği zahirdir:”Benim kudretimin yettiği yerlere sizin imparatorunuzun ümit ve emeli bile yetişemez.”

            Bir yandan manevi ilimlerle temeli kurarken,diğer yandan da manevi ilimlerle onu tezyin ve techiz eder. Devamlı düşünen ve çalışan bir şahsiyyet. Küçük şeyler alemine yol bulup da giremez. Derin düşünce,ulvi ve buudlu bir hedef. Dar sahanın adamı onu ihata etmekten mahrumdur,acizdir.

            O maddi ve manevi sahada mimardır. Avni mahlasıyla yazdığı şiirinde:

            “Hüner bir şehir bünyâd eylemektir.

              Reâya kalbin âbad eylemektir.”

            Yahya Kemal’de:”Fetih’den sonra İstanbulun imarı hemen başladı. O devirde harb ne kadar sürekli olmuşsa,imarda o kadar sürekli olmuştur.”[9]

            Bu ilim ve deha sahibi zat,hocalarına gereken hürmet ve saygıyı gösterip kusur etmez,büyüklüğünü burada da gösterir.

            Fetihden önce tebdili kıyafet yapıp bir sabah çarşıya çıkar. Birkaç şey almak için bir bakkala girdiğinde,bakkal kendisine birisini verip,diğerlerini vermez. Sebebini sorduğunda,aldığı cevap gayet manidardır:

            “Efendim,ben siftah yaptım. Komşum daha yapmadı. Aynı kalitede onda da vardır.”

            Bir yandan şaşkınlık,diğer yandan memnuniyet kaplamıştır Sultanı. Diğer esnafta da aynı durumla karşılaşan Fatih,böyle birbirine karşı emniyet ve hakperestlik içerisinde bulunan halka sahib olduktan sonra,İstanbulun kendisine nasib olacağını,Allah’ın yardımıyla dünyanın fethinin dahi kendisine müyesser olacağına kanaat getirir. Bu inançla.”Ya ben Bizansı alırım,yahut Bizans beni alır.”demiştir.

            6-Nisan’da başlayıp 29 Mayıs’a kadar devam eden muhasara zaferle,fetihle neticelenmiştir.

            Dukas der:”Keyahsar,denizde köprü yaparak karada yürür gibi bu köprü üstünden bu kadar asker geçirdi. Bu yeni makedonyalı (yani padişah,Fatih) ve bana kalırsa neslinin en büyük padişahı olan Mehmed,karayı denize tahvil etti. Ve dalgalar yerine gemileri dağların tepesinden geçirdi. Binaenaleyh bu,Keyahsar’ı da geçti.”[10]

            Maddi fatihle manevi fatih Akşemsedddin’in birbirini tamamlaması,şifreyi açmış,İstanbul fethedilmiştir.

            Umum Osmanlı Sultanları gibi o da Şer’i şerifle amel etmiş,adaletten ayrılmamıştır. İşin içinde kendi şahsı tehlike de olsa bile…

            “Meşhur İslam seyyahı ve tarihçisi Evliya Çelebi,Seyahatnamesinde  şöyle der:”İlk İstanbul kadısı (Hakimi) olan Hızır Bey Çelebi’nin huzurunda,Haşmetli Padişah Fatih ile bir rum mimarı arasında şöyle bir muhakeme cereyan eder:Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Fatih,bir rum mimarına teslim eder. Mimar’da Fatih’in arzusunun hilafına olarak,bu sütunları üçer arşın kesip kısaltır. Fatih,cezâen,Rum mimarının elini kestirir. Rum mimarı da,Fatih aleyhine dava açar. Bunun üzerine mahkemeye celb edilen büyük padişah,baş köşeye geçmek istemiş.Birdenbire,hakimin şu ihtarıyla karşılaşmış:

            -Oturma beyim! Hasmınla mürafaa-i şer’i olacaksın;ayakta beraber dur!

            Hızır bey çelebi;bu koca şanlı Padişah-ı maznun-a,haksız el kestirdiği için,kendisinin de kısasa tabi olduğunu ve elinin kesileceğinin bildirir.

            Fakat,mimar kısası istemediği için,büyük Fatih,günde on altun tazminata mahkum olur ve hatta kısastan kurtulduğu için,bu tazminatı kendiliğinden yirmi altuna çıkarır.”[11]

            Adaletinde de isbat edildiği gibi;elini kestirdiği kişi,azatlı köle Sinan Atik’tir. Hükümden sonra Fatih çıkardığı demir sopayı Kadıya göstererek:-Eğer sen Allah’ın hükmünü uygulamayıp,elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla senin başını paramparça ederdim.”

            Kadı Hızır’da,sakladığı kama gibi şeyi çıkararak:-Sende benim hükmümü kabul etmeseydin,bende bununla seni delik-deşik ederdim.”der. İşte adalet.

            Adil olduğunun diğer bir misali de;Fatih Kanunnamesin de:”Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola,karındaşların nizamı alem için katletmek münasiptir. Ekseri ulema dahi tecviz etmiştir.(caiz görmüştür.) Anınla amil olalar.”[12]

            Buradaki ifade bir Emir olmayıp,müsaadedir. Her halukârda değil,ağır şart olan alemin nizamı,yüzlerce kanın akmaması söz konusu olduğunda geçerlidir. Ekseriyetin içtihat ve Şura kararı olduğundan isabetli karar olsa iki pay,isabetsiz olsa yine de günah değil,bir pay alır.

            Fatih’in ölümü hakkında ise;Bir çok defa kendisine su-i kasd yapılan padişah hepsinden  kurtulmuştur. Bunu dıştan yapamayacağını anlayan düşman içten yapmaya koyulmuştur. (Her fitnenin içinde olduğu gibi) Bir yahudi doktoru ihtida etmiş (müslüman olmuş) görünerek padişahın doktorluğunu yapar. Son sefere çıktığında bir hafta içinde tesirini gösterecek bir zehir zerk ederek yavaş yavaş vücuda yayılmasını sağlar ve zehirler.

            “1481’de Fatih vefat ettiği zaman dünya haritası değişmişti. İki imparatorluk (Doğu Roma ve Trabzon), 4 krallık (Kırım,Karaman,Bosna,Sırbistan),”Prenslik ve Dukalık olmak üzere toplam 17 devlet fethedilmişti.”[13]

            Arkadaşımız Fatih İslam Rumeli Hisarını tahassürle seyrederken,maziye dalarak beş yüz küsur yıllık zamanın tefekkürünün mahsulü olarak:

                                            “          RUMELİ    HİSARI

            Boğaz içinin en güzel yerine inşa edilmiş olan Rumeli hisarı,görülmeye,gezilmeye değer tarihi ve turistik beldelerimizden birisidir.

            Bu tarihi ecdad yadigarı eseri her ziyaret edişim de,gönlüm sevinçle dolar. Eğer üzerimde karamsarlık bulutları varsa,yerini aydınlık yarınların saadetlerine bırakır.

            Avrupa’dan Asya’ya bakan,hala dimdik ayakta duran,her sene binlerce turistin hayranlıkla seyrettiği,gezip gördüğü Rumeli hisarı,çağ açıp çağ kapayan,tarihe altın yaldızlı harflerle ismini yazdıran Sultan Fatih tarafından Anadolu hisarı karşısında boğazdan geçişleri kontrol altında tutmak ve İstanbul’un fethini kolaylaştırmak için yapıldığını sanırım,bilmeyenimiz yoktur.

            Hisarın inşasına 24 Nisan 1452 tarihinde başlanmış,28 Ağustos’ta 4 ay 19 günlük gibi kısa bir zamanda bitirilmiştir.

            Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış şehitler yatağı,Gazi erenler diyarı şu güzel vatanımızın bir şirin yeri olan bu eseri sonbahar mevsiminin bitmek üzere olup ta kışa kucak açacağı günlerden bir gün ziyaret ettim.

            Karşımda heybetli duruşuyla hisar hayalen:”Hoş geldin Fatih’in torunu” dediğini hissettim. Hayranlıkla seyrederek,ağır adımlarla surların merdivenlerinden çıkarak bir burcun üstüne oturdum.

            Alt tarafta boğaz masmavi akıyor. Sağ tarafta ömürlerini tamamlayıp berzah aleminde uykuya dalanların toplandığı mezaristan,arkada güzel yapılı evler,karşı kıyıda el sallayan Anadolu hisarını uzun uzun seyrettim. Tarihin engin sayfalarına daldım. Kendimi bir anda hisarın yapıldığı an da buldum. “Esselamu Aleyküm Gazi erenler”diyerek selam verdim. “Aleyküm Selam İstikbalin Vefasız Evladı” dediklerini duydum.Sırtında taş taşıyan Gazi erenleri hummalı bir faaliyet içerisinde gördüm. Onları hayranlıkla sevgi ve saygı ile seyrettim. Atiden sizlere kucak dolusu sevgiler getirdim,diyecek oldum,içimden su taşıyıp her birine içirmek geçti. Büsbütün düşüncede kaldı.

            Sonra bir tanesi yüksekçe bir yere çıkıp ezan okumaya başladı. Çalışmayı bırakıp namaz için saf saf dizildiler. Heybetli nur yüzlü bir piri fani imam oldu. Gür sesle:”Allah-u Ekber”diyerek tekbir aldı. Birden hareketlendim. Koşup deniz kenarından abdest aldım. Onlara katıldım. Huzur içinde rabbime yöneldim. Sonra sağa sola selam verip namazı bitirince tekrar bir ezan okunmaya başlandı. Ayıldım bu ses 20 asrın İstanbul’undan arşa yükselen öğle ezanıydı. Oturduğum yerden kalkarak etrafı gezmeye devam ettim. 

            Hisarın orta yerinde Bizans sarnıcı,onun üzerinde 15. yüz yılda inşa edilmiş şimdi sadece yıkık minaresi ayakta duran mescidin kalıntıları duruyor. Düz bir alanda Bizanslıların Halice gerdiği zincirin parçası,çeşitli padişahlardan kalma dökme demir toplar sergilenmiş. Hisarın planı mimar Muslihiddin Ağa tarafından Fatih’in nezaretinde çizilmiş. Kapalı alanı:” 30.000 m-2 hisarda üçü büyük toplam 17 kule mevcut. En büyük kulenin yapımı Halil Paşaya verilmiş. Yüksekliği 33-m. Güney batıdaki kulenin yapımı Zağnos Paşaya verilmiş. Yüksekliği 27-m. Kuzey batıdaki  Saruca kulesi ise 28-m.

            Bu kıymetli eseri meydana getiren şenlı ecdadımı rahmetle anıyor,onlara layık evlat olmaya azmedici hisardan çıkıyorum.”                                   FETİH   SEMBOLÜ   AYASOFYA

            İstanbulun ve fethin tacıdır Ayasofya…[14] Maddesi Bizans-Roma imparatorunun eseri olan bu şaheser,Fatih’in maddi ve manevi fethiyle hüzünden kurtulmuş,öz benliğine içinde ibadet edilip,kiliseden camiye çevrilince fethin sembolünü en güzel bir şekilde sembolize etmiştir.

Ancak bu gün Ayasofya hüzünlüdür. Çünkü madden ve manen işgal edilmiş. öz benliğini kaybetmiştir. Biricik evladını kaybeden bağrı yanık anne gibi,Ayasofya’da cemaatını kaybetmiş. Sakın cemaat Ayasofya’yı ve kendisini ve kimliğini kaybetmiş olmasın?

            O halde onun fethinden evvel bizlerin ve kalblerimizin fethi gerek. O fethe bir Fatih,o Fatih’e Fatih’ler doğuracak bir değil bir çok analar gerek. İşte Ayasofya böyle bir anaya ve evlada muhtaçtır. Fatihini beklemektedir.

            Asırlardır beklemişti. Yine mi aynı hüzün sürecek? Ne kadar? Ne zamana kadar?

            Fetih evvela kalblerde olur,sonra beldeler fethedilir. Zira o haşmetli Padişah İstanbul’a girerken ğayrı müslimlerce kendisine atılan güllerle karşılandı. Demek onların kalblerini fethetmişti.

            Şimdi ise Bizans’dan önce kendimiz fethe muhtacız. Bizleri iman-inanç-ibadet yönünden fethedecek bir Fatih’e ihtiyacımız var. İstanbul ve Alem-i İslam ikinci fethi ve Fatih’i beklemektedir. Küfür,sefahet ve gaflet bacaları sarmış,alevler göklere kadar yükselmede. Alem bir Fatih’e;çöldeki insanın suya harareti,ihtiyaç ve iştiyakından fazla muhtaçtır.

            Fatih’in hocası Akşemseddin’in ifadesiyle:”Evvela İstanbulu Sultan Mehmed Han fetheyler, sonra Beni Asfar alır. Beni Asfar elinden Mehdi yine fetheyler.”

            Bu meyanda bir çok Hadis zikredilmekte ve rivayetler yapılmaktadır. Mesela:”Allah Kostantiniyyeyi çok sevdiği dostlarının ehline fethedecek.”,”Mehdi Kostantiniyyeyi ve Deylem dağlarını da fetheder.”,”Mehdi maiyyetindeki kuvvetlerle birlikte Roma’yı Kostantiniyyeyi ve Altın Kiliseyi fethetmek için yola çıkar.”[15]

            İstanbul ve Ayasofya zahiren bizim,fakat hakikatta Bizans ve beni asfar tarafından kapısına kilit vurulmuş. Ancak ondan evvel kalblerimiz kilitlenmiş,mühürlenmiş.

            Ayasofyadan ziyade bizim kilitlerimizi açacak ve kıracak zata muhtacız.

            Beş yüz senedir yatan ehli iman –önceki gibi- toprak altında kendi kabuğunu ve toprağı çıkıp neşvü nema zamanını beklemektedir. Namık Kemal’in Magosa zindanlarına sürülürken söylediği gibi:

            Merkez-i hâke atsalar bizi

            Küre-i arzı patlatır,çıkarız.

            İman cihetinde yapılacak bir inkilab,bütün kapalı kapıları açacaktır. Ayasofya yı da… Bu millet illet ve zilletten iman ve Kur’an-ın sabahında kurtulacaktır.

            Lanetlemek,rahmetten mahrumiyettir. İşte mahrumiyetimizin bir sırrı da bunda ve buradadır.

            O Fatih ki;miras yedi evlatlarının halini keşfetmiş olacak ki;vakfiyesinde der:”Benim bu camiimi camilikten çıkaranlar,Allah’ın,meleklerin ve bütün müslümanların lanetine uğrasınlar.”

            Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen  azab içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”demiştir. İşte bizim de hal-i pür-melalimiz. Dökülmüş,azab içinde kıvranmakta,rahmetten mahrum,yüzümüze bile bakılmamakta…

           Açılsın ki,bu millet,kimliğini,şahsiyetini bulsun. Kilidi açılsın. Tıpkı Alparslan’ın Malazgirtte Anadolunun kapılarının kilidini açtığı gibi…

Aksi takdirde başlanılan noktaya geri dönülmüş ve hristiyan emeli tahakkuk etmiş olacaktır. Nitekim 2-Ocak-1918’de İngiliz Dış işleri bakanı Lord Gürzon emelini kusar:”İstanbul,özellikle doğu dünyasının kozmopolit ve uluslar arası bir şehridir. Ayasofya’ki,900 yıl önce bir hristiyan kilisesi idi,elbette eski durumuna getirilecektir.”[17]

            Biz böyle kararlımıyız? Sakın getirilmiş olmasın? Nisbeten sakin ve hırçın olmamalarının,çeşitli siyasi entrikalarla bizi bağlamalarının kilit noktası Ayasofya olmasın? Laikliğin,Atatürkçülüğün,İnsan haklarının,kısacası inkilabların ve ihtilallerin odaklandığı nokta olmasın Ayasofya?

            Ayasofya 1925-50 arasında sürecek olan 25 yıllık bir karanlığın,tek partili despot bir idarenin mağdur ve maznunlarındandır.

            Avukat Emin Akyüz o devri şöyle anlatır:”Yakın geçmişimize bakıp hafızalarımızı yokladığımızda,Ayasofya’nın cami iken müze haline getirilişi,laikliğin vicdan hürriyyeti üzerinde baskıyı tecviz eden bir manada anlaşılmaya başlandığı ve yer yer bu istikamette tatbikatın görüldüğü zamana tesadüf eder. O zaman ki,bu memlekette bir çok secde edilen yerler şu veya bu bahane ile yıktırılmış ve bir çokları da depo,ardiye vesaire gibi hizmetlere tahsisine müsaade olunmuştur. 14 Mayıs demokrasi inkilabından sonra,depo ve ardiye iken cami haline iade edilmiş bir çok emsalinin bulunduğunu hepimiz bilmekteyiz.”[18]

            Fransızların işgalinde Ayasofya’ya girmelerini engellemek üzere Türk kumandanı Binbaşı Tevfik Bey;onlara makinalılarla karşılık vereceğini,buda yetmezse,tahrib kalıblarıyla mabedi havaya uçuracağını ve böylece emellerine ulaşamayacaklarını söylemesi,Fransız taburunun geri çekilmesi için yeter.

            Şimdi ise manen işgal ettirmişiz. Oda tıpış tıpış. Hem de ellerimizle…

            Yıl 24-11-1934 Atatürk’ün emriyle fethin sembolü Ayasofya müzeye çevrilir. Prof. Semavi Eyice şöyle der:”Whitte More’nin idaresindeki çalışmalar sürerken 1934’de Atatürk bir akşam sofrasında Ayasofya’nın müze haline getirilmesi düşüncesini ortaya atmıştır.”[19]

            Alman bile ibadete kapatılma kararına ve verilen rapora karşı çıkarken;14 birinci teşrin 1934 tarihli New York Taimes’de yapılan küstahça teklif tutar.

            “… Doğunun olduğu kadar Batının da duygularını canlandıran bu büyük saygı sembolü şimdi yeni bir değişikliğe hazırlanıyor.

            Ayasofya bir hristiyan kilisesi olarak kurulmuştu. Sonradan bir müslüman camii oldu. Modern düşünceli Türkiye onun en ünlü müzesi yapmayı tasarladı. Müslümanların duvarlara vurdukları badanalar altında 500 yıl gizli kalan Bizans mozayıklarını şimdi usta eller temizleyip ortaya çıkarıyor.

            … Son zamanlarda bu büyük camide tapanları gören kimseler bunlardan çoğunun ihtiyar olduklarını söylüyorlar.Batı ülkelerinin kılığına girmiş olan genç Türk,tapınmağa gitmeden önce,herkesin karşısında ağzını çalkalamayı ve ayaklarını yıkamayı doğru bulmuyor.Temizlik kanunlarını başka yoldan gözetmek çaresini  bulmuştur. Kemal Kur’an-ı istihfafla yere atmış,kendi heykelini diktirmiş,fesi ortadan kaldırmış ve kadınların yüzlerindeki peçeyi yırtmıştır. Sultanların sarayı olan yıldız köşkü bugün bir müzedir. O halde Sultanın camii’de niçin bir müze olmasın?”[20]

            Bizde şunu teklif ediyoruz ki;Kim ve hangi parti olursa olsun,eğer milletin kalbinde tahta kurmak ve ayakta durmak istiyorsa Ayasofya’yı ibadete açmalıdır.

            Nitekim Bediüzzaman Hazretleri de Demokrat Partinin,muarızlarının devirmek istemeleri tehlikesine karşı çare olarak Ayasofya’nın ibadete açılmasını tavsiye ile ikazda bulunur.[21]

            Merhum avukat Bekir Berk,uzun yıllar Bediüzzaman’ın avukatlığını yapan bu zatın;maznun ve avukat olarak yaptığı ilk müdafaa Ayasofya müdafaasıdır. Eserinde[22] yaptığı müdaafa’da özetle:

            “Mevlâna Ebul Kelamın İngiliz hakimlerine söylediği:”Hakim kuvvetler tuğyan ederek hürriyet ve hakka karşı tecavüz silahlarını kaldırdıkça,mahkemeler hükümetin elinde musahhar birer alet olur. Ve hükumet bunlarla kimi mahvetmek istiyorsa onları imha eder,bu tarihi bir hakikattır.

            … Tarih gösteriyor ki,mahkeme salonları harp meydanlarından sonra en müthiş mezalim sahnesidir.

            … Suçumuz nedir? 15-Nisan-1952 tarihli:”Kominizme karşı mücadele”dergisinde neşrettiğimiz:”Başbakan Adnan Menderese açık mektup”başlıklı yazımızda Ayasofya’nın camiye çevrilmesini istedik. Bunu ne için istedik? Şu sebeblerle:Ayasofya İstanbulu fetheden büyük Fatih’in fetih sembolüdür. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi milletin isteğidir..ve milli iradeye uymak hükumetin borcudur. Ayasofya’nın camilikten çıkarılması Türk tarihine hürmetsizliktir. Aynı zamanda laikliğe aykırıdır. Bütün müslümanların ruhunu ve bu arada Fatih’in ruhunu muazzeb ve milli vicdanı rencide etmektedir. Ve nihayet düzeltilmesi gereken haksız bir harekettir,kanaatindeyiz.

            … Ayasofya’nın cami olmasını Türk ve dünya tarihinde dönüm noktası sayarak bunun bozulmasını tarihe karşı bir hürmetsizlik olarak üzüntü ile karşılıyoruz. Bu hususta İsmail Danişmend’den şu satırları nakledelim. Eski Türk ordusunun asırlar boyunca muntazaman riayet ettiği milli ve tarihi bir an’ane vardır. Fethedilen şehirlerin en büyük  kilisesi camiye tahvil edilir ve bu cami feth ve zabt abidesi sayılır. Umumiyetle bunlara “FETHİYE” yahut “KİLİSE CAMİİ” denilir ve bazen de,Ayasofya’da olduğu gibi eski ismi kasden ibka edilir. Bu gibi camiler eski Türk şevket ve kudretinin milli ve dini timsalleridir. “Ayasofya’nın cami kalması bizce işte bu sebeble muazzez bir gayedir.”

            Ve diğer maznun,gerçekten cesareti ile Serden geçtiliğini gösteren Osman Yüksel Serdengeçti’yi mahkemeye verilmesine sebeb olan makalesinin bir bölümünde:”

            “Fethin,Fatih’in mabedinden kitabı mübini,bu ulu dini kaldıran kim? Dinimize imanımıza saldıran kim?

“Asırlık surların arkasından,köhne Bizans’ı hortlatmak isteyen eller kimin eli,bunu söyleyenler kimin dili,Ayasofya’yı puthane yapan hangi delidir?

“Elleri kurusun,dilleri kurusun… Ayasofya,Ayasofya! Seni bu hale koyan kim? Seni çırılçıplak soyan kim?”

Eğer bu kanuni müdafaayı ve haklı bedduayı haklı çıkartacak bir sebeb varsa izah edilsin. Yoksa tüm meleklerin,insanların,cinlerin laneti onun üzerine olsun.

Ayasofya gülünden kimler demet yapmamışki… Ali Ulvi Kurucu,Cahid Öney,H.Tevfik Paksu,Mehmet Kayalar,Arif Nihat Asya gibiler bu demetlerden bir “Hüzün Demeti”dermiş ve oluşturmuşlar.

Hüznün hüznümüzdür Ey Ayasofya…

“Ayasofya camisinin müze yapılması öyle gelişigüzel bir teşebbüs değildir. Uzun uzadıya düşünülmüş,tertiplenmiş mühim bir hadisedir. Bu hususta Erkan-ı Harbiye arşivlerinde mühim bir rapor vardır. Mutevefin Bulgaristanlı avukat Halil Bey,bu hadisenin mahiyetini,buna takaddüm eden teşebbüsleri bu raporda uzun uzadıya izah etmiştir.

Halil Bey’in raporuna göre Ayasofya Camii’nin camilikten çıkarılıp müzeye tahvili o zaman ‘Bizans Asarını İhyası’ kongresinde kararlaştırılmıştır. (Kongrede minarelerin de yıkılması kararlaştırılmış,fakat buna cesaret edememişler.)[23]Bir çok misyonerin iştirak ettiği bu kongreye Halk Partisi’nin diktatörlüğü devrinde buradan da bir milletvekili murahhas olarak gönderilmişti. Bu zat el’an sağdır,şimdi kendini gizlemektedir. Bu eski milletvekili kongrenin kararını buraya getirmiş,ondan sonra cami,camilikten çıkartılmış ve müze yapılmıştır.

Türk Milliyetçiler Derneği Ankara Erkan-ı Harbiye arşivlerinde bu raporun bir suretini isteseler de kendilerine verilirse Bulgaristan’da teşekkül eden mezkur Bizans Asarını İhya Kongresi’nde verilen kararların esasına muttali olurlar.

Şunu da hatırlatalım ki,Ayasofya Camii,camilikten çıkarılıp müze yapıldığı zaman,dünyanın hiçbir yerinde misli ve naziri olmayan o muazzam levhalar,Allah,Muhammed ve Ashab-ı Kiram levhaları yerlerinden indirilmiş,camiden çıkarılıp kenar köşe bir yere atılmaya karar verilmişti. Fakat levhaların kapılardan çıkmaması çok canlarını sıkmıştır. Bazıları levhaların parçalanarak dışarı çıkarılmasını ileri sürmüşlerse de,müslümanlara hançer sokacak kadar ağır olan  bu harekete cesaret edememişlerdir. Bu nadide levhaları caminin içinde bir kenara atmışlardır.

Allah,Muhammed,Ashab-ı Kiram isimlerini ihtiva eden bu levhalar toz toprak içinde caminin bir kenarına atılmış oldukları sırada,levhaların arkasında kalan  Bizans döneminin putları,haçları,resimleri meydana çıkarılıyor. Bu suretle Bulgaristan’da toplanan kongrenin kararı veçhile Bizans Asarı yeniden ihya ediliyordu.”[24]

Celal Bayar’ın Atatük’le arasında gizli olarak geçen olayı daha sonra ifşa eden Bayar;Ayasofya’nın Balkan Paktına kabul edilebilmemiz için Yanan Başbakanının Atina’da kendisini karşıladığında söylediği söz ki;Anadolu macerasının unutulmadığını üzgü olarak ifade ederek;”Kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa,belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir.”

Bu durumu Atatürke anlatan Bayar,taviz istediklerini söyleyince Atatürk’de:”Az önce,Vakıflar umum müdürü buradaydı. Ayasofya camiini tamir edecek para bulamıyorlar. Bugünkü hali ile de harab ve bakımsız! Hatta mezbelelik.. Ayasofyayı müze yapsak,hem harabiyetten kurtarsak,hem yunanlılara bir jest yapsak,Balkan Paktını kurtarabilir miyiz?”Öyleyse yapalım”dedi ve Ayasofya camii,böylece müze haline dönüştü.

Bayar daha sonraki Cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde tekrar camiye çevir meyi düşündüğünü ancak –Ticani- ve Ahmet Emin Yalman- olaylarının ve devam eden dünyadaki olaylarında engel olduğunu söyleyerek kaldığını ifade eder.[25]

Tarihi eskilere dayanıp,kutsallığını her zaman koruyan Ayasofya,bu sefer İslamın sembollüğünü yitirmiş,hüzünlü hallere sahne olmuştur.

-Amerikalı Papaz Virgil Gheorghiu tarafından kaleme alınan ve “Yeni gazete” de yayınlanan yazıda:”…. Atatürk büyük kiliseye (Ayasofya-ya) Athenagoras’ın restorasyon için gerekli parayı bulması şartıyla hürriyyetini vermeyi,burasını müze haline getirmeyi kabul etti ve Athenagoras,Amerikalıları bu mukaddes binanın restore edilmesi için gerekli olan milyonlarca dolar parayı ödemek hususunda ikna etti….”[26] 

Ayasofya’nın puthane olamayacağını söyliyen Bediüzzaman’a Selahaddin Çelebi düşüncelerini sorduğunda:”Keçeli,keçeli. diye güldükten sonra ciddileşerek:”Ayasofya hristiyanlığın İslâmiyete devir ve tesliminin bir abidesidir. Bunu için,kilise iken,cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.”dedi.[27]

Büyük bir hastalığa yakalanan kral’ın hayatı,çocuğun birinin kanında imiş. Yoksa kral ölecekmiş. Çocuğun babasına haber göndererek durum arz edilir. Çocuğun kendilerine teslim edilmesi istenir. Bu duruma baba müsaade eder ve oğlunu onlara teslim eder. Bu konuda işin meşru olması için hakim  gerekli hukuki işlemi yapıp,çocuğun öldürülmesine karar verilir. Artık çocuk öldürülecektir.

Bu durum çocuğa haber verildiğinde,çocuk gülmeye başlar. Şaşıran bu insanlar,ağlaması gerekirken-neden güldüğünün sebebini sorduklarında çocuk cevaben şöyle der:”Başımızdaki kral bizi korumakla görevli iken,kanımı istiyor. Sahibim olan babam da beni eliyle onlara teslim ediyor. Adaletin temsilcisi olan hakimde benim öldürülmeme hükmediyor. Böyle bir duruma ağlamak değil,gülmek ve şaşmak gerekir.

Aynen Ayasofya’nın başına gelen de bu çocuğun başına gelenle bir benzerlik arz etmektedir. Bulgaristan karar alıyor ve bizimkilerde onaylayıp resmileştiriyor.

Yani hristiyanlık alemi bunu istiyor. Bizimkiler teslim ediyor. Adalet de buna kanuni bir kılıf buluyor.

Gelde gülme….

                                                                                  MEHMET      ÖZÇELİK


[1] Mektubat. B. Said Nursi.sh.97,Emirdağ Lahikası.B. Said Nursi. 2 / 110,Ahmed bin Hanbel. 4 / 335, Buhari.Et-Tarihul Kebir. 1 (İkinci Kısım) / 81 ,Et-Tarihus- Sağir. 1 / 341, Taberani.El- Mu’cemul Kebir. 2 / 24, Hakim. Müstedrek. 4 / 422, Heysemi. Mu’cemuz Zevaid. 6 / 219, Bak. A. Yardım.”Fetih Hadisi üzerine bir araştırma” Diyanet Dergisi. XIII. 2. sh.116-123, Altınoluk Dergisi. Mayıs. 1990. sh.6-7, İbni Kaani. Mu’cemus Sahabe. Hatib el-Bağdadi.Et-Telhis.Suyuti. Camiussağir.el-İsti’ab.Usdul Ğabe,el İsabe.. Sahih-i Müslim. 8 / 175-176, Sünen-i İbni Mace. 2 / 179, Sünen-i Ebu Davud. 2 / 209, Darimi. 1 / 126, İslam Tarihi. (Mekke Devri) A. Köksal. 7 / 144,Bişr el Ğanevi.

[2] Sebe’.15.

[3] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. 6 / 3956.

[4] Aherun:Tevbe.102,106,Furkan.4,Müzzemmil.20-20(İki kere geçmektedir.) –857-1453-

[5] Aziz Sofi. D. Yılmaz.sh.89,Evliyalar Ansiklopedisi. 12 / 56-57.

[6] Bak. Topkapı Sarayı Arşivi. No:5584,Aziz Sofi.89,Altınoluk dergisi.1987.Mayıs.sh.sh.40,42.

[7] Altınoluk dergisi. 1990. Mayıs.sh.15.

[8] Fatihler ölmez ve Takvimler-Şiirler-5-

[9] Aziz İstanbul.sh.47.

[10] Çınar Dergisi. Temmuz.1977 (1) sh.14.

[11] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi.sh.259.

[12] Kanunname-i Al-i Osman (Tarihi Osmani Encümeni mecmuası,ilave) sh.27,İbrahim Hakkı Uzunçarşılı. Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı. sh.45-46,Büyük İslam Tarihi. 12 / 302,Fatih.Teşkilat Kanunnamesi. Md.37.Bak.Osmanlı Kanunnameleri. Doç. Ahmet Akgündüz. 1 / 114. (Bu ceza şeriattaki bağy,devlete isyan cezasına uygun olarak verilmiştir.)

[13] Osmanlı Kanunnameleri. Doç. Ahmet Akgündüz. (I) sh.306.

[14] Bak.İslam Ansiklopedisi. TDV. 4 / 206-217,İslam-Türk Ansiklopedisi. sh.168,bak.Ayasofya.Hüseyin Yılmaz.11-20,Çınar dergisi.(1) sh.3-5.

[15] Celaleddin-i Suyuti. A. bin.H.MuttakiAhir zaman Mehdisinin alametleri.sh.5,10,52,56,74,Harun Yahya.Mehdi ve Altınçağ.sh.94,104-107.

[17] Bozgun ( II ) Vehbi Vakkasoğlu.sh.230.

[18] Çınar dergisi. sh.9,Ayasofya Davası.sh.39-40.

[19] Ayasofya.H.Yılmaz.sh.39,Altınoluk dergisi.Şubat.1990.sh.30,Yalan Söyleyen Tarih Utansın. Mustafa Müftüoğlu. 6 / 214.

[20] Ayasofya.age.sh54-57, Çınar dergisi (1) Temmuz.1997.sh.10.

[21] Emirdağ Lahikası.age. II / 162.

[22] Hakkın Zaferi İçin.sh.15-36.

[23] Sebilirreşat dergisi.1952,Sayı.125. Bak Türkiye Gazetesi. 29-Mayıs.1994. Prof. İsmet Miroğlu.

[24] Sebilirreşad Dergisi.Tarih.1952. Cilt.5. Sayı:125.Sayfa:398,Bak. Türkiye Gazetesi. Prof. İsmet Miroğlu. 29-Mayıs-1994.

[25] Bak.Vakit Gazetesi.28-29-Mayıs.1994.İsmet Bozdağ.-Camiden müzeye Ayasofya-

[26] İttihat Gazetesi.13-1-1970.

[27] Tarihçe. Mehmet Badıllı. 3 / 1691-1692.




2007 İSTANBUL HATIRALARI

  • 2007 İSTANBUL HATIRALARI

İstanbul seyahatinden muzdarib değilim.

Çöplerinden bile makalelere konu olmuş İstanbulu iki açıdan değerlendirmek gerektir.

İstanbul tüm değerleri ve medeniyetleri,çeşitleri içeresinde toplanmış büyük bir kenttir.

Sarıyer-İstinye gibi taraflarda bir yanda orman (Emirgan Koruluğu),diğer yanda deniz (Boğazın kesiştiği nokta) iki güzelliği de içerisinde toplamıştır.

Sultan Ahmet-Süleymaniye-Topkapı Sarayı-Eyüp gibi manevi güzellikleri içerisinde tapu gibi koruyan bir bölge.

İstanbul,huysuz ve tatlı bir belde.

Hareketli olup,durması ve durulması onun için bir ölümdür.

İnsanlar sürekli hareket halindeler.

Hele trafik tam bir ızdırap.İstanbulda İstanbullular herhalde hiç eve gitmiyorlar. Çünkü hep dışarıdalar,hep kuyruklar eksilmeden devam etmektedir.

İstanbulun bir zamanını keşfettim.

24-Ağustos-da bacanak ve ben küçük çocuklarımızı da yanımıza alarak sabah namazına Ortaköy camiine gittik.Yollarda gayrı meşru hayatın birkaç elemanı ve müşterisinin dışında yollar bom boş,rahat bir ortam.Manzara harika..

Ortaköy camii 154 yıl önce gayrı Müslim mimara yaptırılmasından dolayı caminin kubbesine kiliseyi hatırlatan resimler konulup,âyetlere yer verilmemiş.

25-Ağustos’ta Sultan Ahmet camiine 6’40’da kılınacak olan sabah namazına yetişmek için yine aynı kadro yola koyulduk.Yolları da pek bilmiyoruz.

Galata köprüsüne geldiğimizde köprüyü kapalı bulduk.Camiye yetişmemiz hem zorlaştı,hem de bulmamız imkansızlaştı.Arabamızı sağ tarafa sürdük.Önümüze iki yol çıktı.İçimizden de Allah’ın bizi mahcub etmemesi için dua ediyoruz.Bacanak soldan gidelim dedi.Ben ise gayrı ihtiyari sağa sürdüm.Üst geçitten tekrar aynı yöne dönmekteydik ki,sağ taraftaki tabelada Sultan Ahmed’e giden ok işaretini görerek sevinçle o tarafa sürdük.Biraz oyalandığımızdan sabah namazına yetişmemiz zordu. Ancak camiye geldikten on dakika sonra namaza başlandı.

Namazın bir kerameti idi.

26-Ağustos-Pazar günü Eyüb’e niyetlenmiştik.Harika ve haşmetli bir durumla karşılaştık.

Caminin içi,şadırvan bölümü ve en dış yerler çocuk-kadın-yaşlı-gençlerle dolu dolu idi.Beş bin kişi vardı.

Bütün beldelere bu durum örnek olabilir.Yani her belde de bulunan kimseler mesela Pazar gününü seçerek oranın en büyük veya en güzel bir camisinde sabah namazını kılmak üzere haftada bir defa toplanabilirler.

O halde haydi Bismillah demeli,bu işe koyulmalı.

İstanbulun o kadar yoruculuğu içerisinde bu son üç gün bizi dinlendirmişti.

Ortaköy-Eyüp Sultan-Sultan AhmetAyasofyaSüleymaniye(1)Beyazıd( 1 )FatihYavuz Sultan CamileriTopkapı SarayıYere Batan Sarnıcı-Üsküdarda bulunan Aziz Mahmut Huda-i gönül dünyamızı doyuran yerlerdi.

Sultan Ahmet camiinin önünde bir ekip (www.izlerforum.com), pırıl pırıl dört genç.Turistlere bedava İngilizce Kur’an meali dağıtıyorlar.

Onlarla konuştum.

Diyanet İşleri başkanlığının ve Kültür Bakanlığının çok önemli! Ve çok büyük! İşleri olduğundan ilgilenemedikleri ve yapmadıkları ve de yapamadıkları için turistlere islamiyeti anlatacak yabancı dil bilen kişileri de getirme imkanlarının olup olmadığını sorduğumda,olmadığını söylediler.Gene de Diyanetin yapmadığını,büyük eksiklik ve ayıbını bu değerli gençler örtüyorlardı.

Oysa çok uygun bir zemin olup,rehberlerin ansiklopedik verdikleri bilgilerin yanında,manevi özelliği de verilip,çok güzel ilahiyatçı elemanlarla tebliğ görevi yapılabilir.Bakalım  bu eksiklik ne zaman kapatılacak.

Miraç ve Berat kandilini Sultan Ahmet ve Süleymaniye de geçirdik.O haşmetli görünüş,o duygulu,coşkulu cemaat gözlere ışık,gönüllere nur ve ümit vermekteydi.

İstinye-Sarıyer-Eminönü-Kapalı Çarşı-Mısır Çarşısı gibi yerler gözlerimizi dolduran yerlerdendi.

İstanbul madde ve manayı,dünya ve ahireti birleştirmiş bir yer.

Zor ve zorlu bir yer.Hep orada kalanlara dua ettim.Geçinilmesi güç bir yer. Memleketimde aldığım sekiz kiloluk bir sebzeyi orada ancak bir kilo olarak almaktaydık.

Adalar güzel olmakla beraber aslında bulunduğumuz yere göre pek de güzel değildi.Büyük adadaydık.Belki de Kosturmadan gelen matbaacı Mansur beyin dediği gibi,dışarıdan gelenler orayı ve oraları bozmuşlardı.

Durmak mümkün değil..para su gibi akıyor..kazanmak için koşturmak gerekiyor.. orada koşmayan yok..mezardakiler hariç..

Orada kalan herkes şikayetçi..içeridekiler dışarıya kaçmak isterken,dışarıdakilerde İstanbula koşmak istemektedirler.

İstanbul’da kalmadan yılda duruma göre on-on beş gün kalmaya gidilecek.

Türkiyenin idari-siyasi-kültür merkezi.

İstanbul kapsamlı olarak el atılması,tarihi yerlerinin korunarak restore edilmesi gereken değerli,müjdelendiği kadar müjdeye layık bir yer.

Orada herkes bir tezgah! kurmuş.

Bu insanlar burada nasıl idare ediyor diye çok düşündüm.Hiç bir yere gitmeyenler,sadece işten eve gidenlerle de karşılaştım.Sorduğumuz güzel yerleri bilmeyen veya gitmeyenleri gördük.

Sarıyer’de güzel bir park bulup çocuklarla oturalım dedik.Deniz ve yeşillik manzaralı.Herkesin parkettiği yere hatta biraz daha yoldan içe arabayı bıraktık.Yine de rahatsız olup arada bir arabaya bakıyordum.

Bir çekici önden geçip on metre gittikten sonra arabanın değişik plakası dikkatini çekince geri geri geldi.Bu arada bende arabaya yaklaştım.Beni görünce,senin mi dediler.Evet deyince,yolcular nasıl geçecek deyip kaldırmamı istediler.

Bende bir yandan kaldırmaya çalışırken diğer yandan da diğerlerinin de koymuş olduğunu söyleyip arabayı çektim.Onlara bir şey dememişlerdi.

Durumu kaynıma söyleyince üzüldüğüm bir uygulamadan bahsetti.Şöyle dedi:

-Onlar arabayı çekip,orada dolaşıyorlar,sonrada sahibi gelince ondan ne kadar koparabilirlerse koparıyorlar.

Benim de başıma geldi.Abimin trafik polisi olduğunu söylediğim halde bana;

Madem abin trafik polisi,o halde sen bize bir paket sigara al,yeter dediler.

Meğer bir paket sigara her birine bir paketmiş.

İstanbulda bu ve buna benzer park tezgah! larının bir an önce çözüme kavuşturulup,üzerine gidilmesi gerekmektedir.İstenilen yer park ilan edilip para kesilmekte.

İstanbul hem yoruyor ve hem de dinlendiriyor.

İnsanlar robot gibi monotom bir koşturmaca içerisindeler.

İstanbulda yorulmaya değer.

İstinye de bulunduğumuz mekanda,hemen karşımızda Emirgan koruluğu, solumuzda sahil..

İstanbulda ulaşım için tramvaylarla çepe çevre ağ kurulması gerek.

1960-70 yılları arası ve 2005’de de oradaydım.

Gitmeyenlere bu dünyadan gitmeden önce İstanbula,Mekke ve Medineye gitmelerini tavsiye ederim.

Mehmet   ÖZÇELİK




TİLKİ UYANDI

TİLKİ UYANDI

Evet Tilki uyandı.

Uzun süredir uykuda gibi görünen Barzani nihayet uyandı.

Fitneyi de beraberinde uyandırarak.

Barzani PKK ile anlaştı: Sözde Kürdistan projesine adım.

ABD ve Fransız heyetleri gözetiminde yapılan çok sayıda gizli toplantı sonrası 25 sözde parti, Kürt Ulusal Birliği Partileri (PYNK) adıyla PKK çatısı altında birleşti. Mesut Barzani’ye yakın Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) de bu oluşuma destek vermeye ikna edildi. ABD böylece, ordu kurup silâhlandırdığı PKK’ya devletleşme yolunu da açtı.”[1]

Ya Rabbim, ne kadar çok terör sevici varmış.

Belli ki Zülkarneyn’in duvarın arkasına gömdüğü Ye’cüc-Me’cüc asırlardır yaladıkları terör duvarını nihayet aşmış ve de sürüler halinde ortaya sürülmüşler.

-“Suudi Arabistan ve BAE’den darbeci Sisi’ye Libya desteği.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden, (BAE) Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin Libya konusundaki açıklamalarına destek geldi. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Hava Kuvvetleri birliklerini ziyareti sırasında, “Mısır ordusunun, gerek duyulması halinde ülke sınırları dışında askeri bir görevde bulunabileceği” mesajını vermişti.”[2]

Allah aşkına bunlar neyi temsil ediyor?

Bunlar önce kendi üzerlerindeki şaibeleri gidermeleri lazımdır!

Muhammed Salman için söylenenler ve şaibeli durumları ayyuka çıkmış durumda.

-İsrail’den itiraf: Zayed 25 yıldır bizimle çalışıyor.

İsrail basını, Orta Doğu’nun en karanlık adamı BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in Tel Aviv’le gizli ittifak içinde olduğunu yazdı. Kanal 13 muhabiri Barak Ravid, bin Zayed’in 25 yıldır İsrail ile çalıştığını söyledi. İsrailli yazarlar Adana Zidman ve Rod Runner da benzer açıklamalarda bulunurken, Runner, “Zayed’in Netanyahu’ya ihtiyacı var” dedi.”[3]

İçte ve dışta bu millet kadar ihanete maruz kalan başka bir devlet olsaydı en az on kere yıkılırdı.

Allah gerçekten de bu millete yardım ediyor ve merhamet ediyor.

– Ayasofya sahtekarlıkla müze yapıldı.[4]

– Allah ile ve O’nu camileri ile kavgalı olan kısır zihniyetin varlığı hala devam etmektedir.

Dünde böyleydi, bugün de..

-“Uzun süre Vakıflar Genel Müdürlüğünde yöneticilik yapan Dr. Nazif Öztürk’ün Vakıflar Genel Müdürlüğünün arşiv kayıtlarında yaptığı araştırmalara göre; 1926-1972 yıllan arasında 3.900 vakıf eseri satılmıştır. Bu satışların % 84’ü 1926-1949 yılları arasında % 16’sı ise 1950-1972 yılları arasında satılmıştır. Satılan 3.900 eserin 2907’si din hizmetleri grubunda olup bunlardan 2.815 adedi ise (%97,26) cami ve mescittir. 1938 yılı satışların doruk yılı olmuş olup 570’in üzerine cami ve mescit satılmıştır.

CHP’nin tek Parti olarak iktidarda bulunduğu 1927-1949 yıllan arasında; camilerin “tasnifi” yapılması ve bu tasnif sonucu güya cami görevlilerinin ücretlerinin artırılması adı altında, sistemli olarak camilerin satılması ve yok edilmesi bir Hükümet Politikası olarak uygulandığı görülmektedir..[5]

– Devletin derinliklerinde bulunan Ergenekon’u keşfeden Fetö; Ergenekon’un ahtapot gibi Sol Kanadı ile mücadele etti. Sağ tarafta bulunan Fetö hakimiyetini ilan etti. Ancak o kurum kalmıştı, MİT gibi. Onu da halledip tam bir Hakimiyet bayrağını açmak istiyordu. Ancak olmadı. Allah müsaade etmedi.

Şeytan bu sefer sağdan gelmişti.

Peki Ergenekon’dan ve Fetö’den boşalan yeri bugün kim doldurmaktadır ve o boşlukta bugün kim hakimdir?

Erdoğan’ın tamamıyla hakim olamadığı ve en azından tamamıyla o boşluğu dolduramadığı ve de o boşluğun başını çekenlerin sürekli saldırdığı malumdur, bilinmektedir.

Acaba şu anda o baş kimin elinde, masonların mı?

100 Yıllık derin devlet mi?

Kimlerin elinde ve orayı kimler doldurmaktadır?

Yoksa hala o boşluk sürmekte midir?

Oysa devlet boşluk kabul etmez ve mutlaka birileri dolduruyordur, Aman dikkat..

-Ne gibi mi?

-“Eğitimde, kültürde kazanılamayan istiklal ve istikbal mücadelesi kaybedilmeye mahkûmdur!”[6]

MEHMET ÖZÇELİK

21-06-2020


[1] https://m.haber7.com/dunya/haber/2986791-barzani-pkk-ile-anlasti-sozde-kurdistan-projesine-adim

https://www.ahaber.com.tr/video/gundem-videolari/son-dakika-teror-orgutuyle-kirli-pazarlik-teror-orgutu-pkk-ve-barzani-neden-anlasti-irak-ve-suriye-cografyasinda-neler-oluyor-video

[2] https://www.ahaber.com.tr/dunya/2020/06/21/suudi-arabistan-ve-baeden-darbeci-sisiye-destek

[3] https://www.yenisafak.com/dunya/israilden-itiraf-zayed-25-yildir-bizimle-calisiyor-3545818

[4] https://www.yenisafak.com/gundem/ayasofya-sahtekarlikla-muze-yapildi-belgeler-ortada-bir-sahtekarlik-oldugunu-ortaya-koyuyor-3545990

[5] https://www.ahaber.com.tr/gundem/2020/06/17/iste-chpnin-cami-ve-ezan-zulmuyle-dolu-utanc-tarihi-zihniyet-yillardir-degismemis

[6] https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/egitimde-kulturde-kazanilamayan-istiklal-ve-istikbal-mucadelesi-kaybedilmeye-mahkmdur-2055431




MUSİBETLERİN HİKMET CİHETİ

MUSİBETLERİN HİKMET CİHETİ

Kendisini değiştirmeyen ve değiştiremeyen insanoğlunu ve de Devletleri, bir Corona virüs değiştirdi. İnsanlık kendisini değiştirmeliydi, yapmadı, yapamadı, yatırılmadı. Corona yukarıdan gelen bir Emir ile insanlığı değiştirme ve dönüştürme faaliyetidir. Başkası  için çalışanların kendilerine dönüp kendileri için çalışmalarıdır.

Makro alemden mikro aleme, afaktan enfüse, zahirden leninniyata bir dönüştür.

Kendin olmak, kendinde olmak ve kendinde kalmaktır. Kendinle kalmaktır. Belki tekdir ile, tehditle yola getirmenin son merhalesidir.

Bilgelerin, Güçlülerin, servetlilerin yapamadığını bir Corona yaptı, değiştirdi. Hayatı değiştirdi. Hayata bakışı değiştirdi. Hayat değişti. Anne ve Babanın edeplendiremediğini zaman edeflendirmiş oldu.

Korona ne zaman kalkar? Edeblendik mi? Edepleniyor muyuz?

Biz düzelirsek, korona da düzelir.

-Musibetlerin Hikmet ciheti…




BİREYSEL ZENGİNLİĞE DOĞRU

BİREYSEL ZENGİNLİĞE DOĞRU

“Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik.”

Bireysel hakimiyet dönemi başladı.

Devletler değil, fertler öne çıkmaktadır.

Medya fertlerin önünü açtı.

Artık herkes evden yayın yapmakta radyoyu televizyonu YouTube Facebook TwitterWhatsApp’ı bütün Medya kuruluşlarının sosyal medyaları çok kullanabilmekte ve kendisini öne çıkartıp dünya hitap etmektedir. Bir de konuşulan ve yazılan şeylerin farklı dillere çevrilmiş olması Böylece kişinin top dünyadaki hakimiyetini ve etkisini daha fazlası ile göstermektedir.

**************  

Hadislerde ahirzamanda malın çoğalacağı ve kimsenin yüzüne bakmayacağı anlatılır.

-“”Aranızda mal çoğalmadıkça kıyamet kopmaz. Mal o kadar artacak ki, mal sahibi “Acaba sadakamı kim alır?” diye endişeyle fakir arayacak. Sadaka vermek üzere biri çağrılacak olsa, “İhtiyacım yok!” diye cevap verecek.”Müslim.

-İbnu’t-Tîn şöyle der:

-“”Bu hâl, Hz. İsa’nın inmesinden sonra, arz bereketini çıkardığı, bir narla bir âilenin doyduğu, yeryüzünde tek kâfirin kalmadığı zamanda husûle gelecektir.”

-“Ahir zamanda ümmetim içerisinde bir halife zuhur edecek. Bu halife malı öyle dağıtacak ki, hesabını bile tutmayacak.”

-HâriseİbnuVehb (radıyallahuanh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Sadaka verin. Kişinin eline parayı alıp sadaka olarak vermek üzere çıktığı ve fakat kendisine bağışta bulunulan kimsenin “Bunu dün getirmiş olsaydın kabul ederdim, ama şu anda ona ihtiyacım yok.” diye cevap vereceği ve böylece sadakasını kabul edecek bir kimseyi bulamadan sadakası elinde olduğu halde geri döneceği zaman yakındır.” [Buharî, Fiten 24, Zekât 9; Müslim, Zekât 58, (101.1); Nesâî, Zekât 64, (5,77)]

-Ebu Mûsa (radıyallahuanh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Muhakkak ki insanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit kişi altından sadaka ile (çarşı pazar) dolaşır da bunu kendisinden sadaka olarak kabul edecek tek kişi bulamaz. O zaman, tek bir erkeğe kırk tane kadının tâbi olduğunu ve kadınların çokluğu ve erkeklerin azlığı sebebiyle ona sığındıklarını görürsün.” [Buharî, Zekât 9; Müslim, Zekât 59, (1012)]

*Devasa altın keşfi! Değeri 700 kentilyon dolar

NASA, çılgın bir adım daha atmaya hazırlanıyor. Üzerinde devasa düzeyde servet barındıran altın ve değerli maden bulunduran asteroidle ilgili harekete geçti. Asteroid üzerindeki kaynak tüm insanlara eşit olarak pay edilirse kişi başına 93 trilyon dolarlık bir miktar düşüyor.

Bu günkoronadan dolayı sahip olunan mallar kullanılamamakta ve şehirler bom boş bir vaziyette, sakin ve sessiz bulunmaktadır.

Öyle ki bazı yerlerde hayvanlar dolaşmaktadır.

Paralar öyle kullanılamaz ve de yüzüne bakılamaz hale geldiki yollara saçıldı.

***************   

-AÇLIK:” Yemeğin nisbî lezzeti, açlık eleminin tesiri iledir. Onlar gitse, bunlar da azalır.”(S.619,L.209,Ş.72,Ms.222)

“Hem Hazret-i Fatıma için dua etmiş: [1]Yani: “Açlık elemini ona verme.” Hazret-i Fatıma der ki: “O duadan sonra açlık elemini görmedim.”(M.146)

            “Hem Resul-i Ekrem AleyhissalâtüVesselâm’ın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiş: “Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikayet etmedi, ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.”(M.178,K.K.479)

            “Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı mâliye ve meşakkat-ı bedeniye nedendir?”

            “Cenab-ı Hak, bir kısım maldan onda bir veya bir kısım maldan kırkta bir,kendi verdiği malından birisini bizden istedi; tâ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve hasedlerinimen’etsin. Biz hırsımız için tama’kârlık edip vermedik. Cenab-ı Hak müterakim zekatını, kırkta otuz, onda sekizini aldı. Hem her senede yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık, muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik. Cenab-ı Hak ceza olarak yetmiş cihetle belalı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu. Hem yirmidört saatte bir tek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faideli bir nevi talimat-ı Rabbaniyeyi bizden istedi. Biz tenbellik edip, o namazı ve niyazı yerine getirmedik. O tek saati diğer saatlere katarak zayi’ ettik. Cenab-ı Hak onun keffareti olarak, beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı.” demiştim.”(M.273,L.147,Ks.111,205, St.53, T.296,317)

            “Zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez.”(M.400,399-404)

“Hadîsin rivayetlerinde vardır ki: Cenab-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin!” Azab vermiş, Cehennem’e atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, enteente.” Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene vemaente?” Nefis demiş: “EnteRabbiye’r-Rahîm., Ve ene abdüke’l-âciz.”Yani: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim.”(M.404,K.K.565-566)

“Açlıktan ölmek yoktur. Zira bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş’et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil.”(M.476,L.63,Ş.173)

“Kudret-i Fâtıra ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş. Hem âlemi herc ü mercden halas edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek, terakkiyatı temin etmiştir.”(M.477)

“Evet bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisad vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlık ile yediği en a’lâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir.”(L.143)

“İkinci sualin: İbrahim Hakkı, “Cû’ ism-i a’zamdır” demesinin muradını bilmiyorum. Zahiren manasızdır, belki de yanlıştır. Fakat ism-i Rahman madem çoklara nisbetenism-i a’zam vazifesini görüyor. Manevî ve maddî cû’ ve açlık, o ism-i a’zamın vesile-i vusulü olduğuna işareten mecazî olarak Cû’ ism-i a’zamdır, yani bir ism-i a’zama bir vesiledir, denilebilir.”(B.347,St.257)

“Endişeli Sual: Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor. Acaba,

            Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır. Ve zaruret bahanesiyle, dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan vermemektir. Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır. Ve nefsini güzel yemeklerle şımartan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğyanlara sevkedip sarhoş eden gençler dahi, Risale-i Nur’un irşadıyla, bu hâdiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve günahlardan ellerini bir derece çektiği ve nefislerinin zevklerini ve pisliklere karşı galeyanlarını kırdığı vesilesiyle taate ve hayrata girip, o hâdiseyi kendi aleyhlerinden çıkarıp, lehlerinde istimal etmektir. Ve ehl-i ibadet ve salahat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiş ve şübheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için mikdar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye, bu mecburî belaya bir riyazet-i şer’iye nazarıyla bakmaktır. Kader-i İlahiyeye karşı şekva ile değil, rıza ile karşılamaktır.”(Ks.140-141)

“Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor. Bu yara,hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalalete yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlıyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşünüp hayata, yaşamağa yardıma koşup, vazife-i hakikiyesini ikinci derecede bırakır.”(Ks.193-194,201,235,St.239,T.311)

MEHMET ÖZÇELİK

20-06-2020


[1]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:134; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:203.




AVRUPA BİTİŞTE

AVRUPA BİTİŞTE

**********  

-AVRUPA:”Şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, şerait-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla, efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inayet inkısam etmiştir. Zihinler maneviyata karşı yabanileşmiştir.”(S.481)

“Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet, hem taklid ve hem ülfet.”(S.710,588)

“Avrupa bir İslâm Devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa Devletine hâmiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır.”(S.754)

“Hem Külliyet-ül Hukuk Kongresinin cem’iyetinde, bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiş ki: “Muhammed’in (A.S.M.) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki o zât ümmi olmasıyla beraber, onüç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki; biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes’ud, en saadetli oluruz.”(M.215)

“Avrupa dinine sahibdir, belki bir cihette mutaassıbdır.”(M.325,438)

“İslâmiyet’i Hristiyan dinine kıyas etmek, kıyas-ı maalfarıktır, o kıyas yanlıştır. Çünki Avrupa dinine mutaassıb olduğu zaman medenî değildi; taassubu terketti, medenîleşti.”(M.325)

“Ey sefahet ve dalaletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere bu cehennemî haleti hediye ettin! Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a’lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer.”(L.116)

“Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i’dam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!..”(L.120)

“Memalik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve camiddirler.”(L.198)

“Sultan Süleyman-ı Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyh-ül-İslâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçdın ki; o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizliyemez.”(Stg.161)

* Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum. Şöyle ki:

O zaman, o seyahat-i ruhiyede, mehâsin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan mâlâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı mânevîsine karşı demiştim:

Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dâvâ edersin ki, “Beşerin saadeti bu ikisiyledir.” Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek!

Ey küfür ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba, hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibetzede olmuş ve azâba düşmüş bir adamın, cismiyle zâhirî bir surette, aldatıcı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mesut denilebilir mi?

…..Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte, beşere açtığın yol ve verdiğin saadet bu misale benzer.” Lemalar.119.

MEHMET ÖZÇELİK

20-06-2020




ABD DOĞUM SANCISINDA

ABD DOĞUM SANCISINDA

*************  

-AMERİKA:”Elbette ve elbette hiç şübhe yok ki: Şimalde, garbda, Amerika‘da emareleri göründüğüne binaen nev-i beşerin maşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviye, böyle çirkin ve geçici olmasından fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak…. elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’anı kabul etmeğe çalışan meşhur hatibleri ve Amerika‘nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cem’iyeti gibi rûy-i zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünki bu hakikat noktasında kat’iyyen Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.”(S.154-155,752,E.I/248,II/54,141,209,St.6-7,T.516-517,696,705)

“Mesmuata göre; bugünkü Amerika, aktar-ı âleme tedkikat için gönderdiği dört heyetten birisini, bugünkü beşeriyetin saadetini temin edecek sâlim bir din taharrisine memur etmiştir.”(E.I/66,158,160,183,T.484)

“Avrupa ve Amerika İslâmiyet ile hamiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak.”(E.II/143,Hş.32)

Küre-i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlarına taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musalaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan bu müddeayı isbat ediyor, kuvvetli bir şahid olur.”(Hş.23)

MEHMET ÖZÇELİK

20-06-2020




AHLAK DIŞI YAKLAŞIM

AHLAK DIŞI YAKLAŞIM

Ayasofya’nın açılmaması konusundaki yaklaşımlar en az tabirle ahlak dışı yaklaşımlardır.

Eğer ihanet ve de seviyesizlik yoksa…

Yüz yıl önceki kafa.

O kafa.

Geçmişte kalıp geleceğe gidemeyen donmuş ve donuk kafa.

Milletin sadece ayak bağı değil, bunlar kafa bağıdır.

Kendisini aşamayanlar, aşanları aşağılayan aşağıdaki aşağılardır.

Kısır zihniyet hala devam etmektedir.

Kendini tanıyamama da bunun en bariz halidir.

Kendisi bağımsız olmayanların, devletinde kendileri gibi bağımsız olmadıklarını ve öyle kalmalarını düşünen geri kalmış bir zihniyettir.

Dünyada bazı şeylerin olacağını söylemek bir kuruntudur.

Zaten Avrupa’daki camilerimiz kundaklanmaktadır.

Zira zaten yapılmakta ve de camilerin açılmamasıyla birlikte, ezan okunmasına müsaade edilmemektedir, Avrupa ülkelerinde.

Ve de Yunanistan’da bir caminin açılmasına bile müsaade etmemektedir.

Biz değil, onlar düşünsün.[1]

-Hükümet sözcüsü Ömer Çelik’in Myk toplantısında 15-06-2020 tarihinde ahlaksız dışı yaklaşımda bulunduğunu söylediği tarihçiye [2] Devlet erkanından açılması yönünde basit ve kısır çıkışlarda bulunanlara verdiği güzel cevap gecikmedi;

-AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, televizyonlara sık çıkan bir profesörün “Ayasofya’nın cami kimliğine yeniden kavuşmasının AK Parti’nin Türkiye’nin kurucu liderleriyle kavgasının neticesi olduğu” na dair bir cümlesini duyduklarına değinerek, şöyle konuştu:

“Bunun kadar büyük utanç verici bir cümle olabilir mi? Geçmişte alınmış siyasi kararların ebediyen dondurulması diye, hayatın dondurulması diye bir şey söz konusu olabilir mi? Egemenlik hakkımızı bugün bu şekilde kullanma konusunda tartışmaların Türkiye’nin kurucu liderleriyle bir kavga olarak sunulması kadar kışkırtıcı, provokatif ve maalesef ahlak dışı bir yaklaşım olamaz. Egemenlik hakkımızın içerisinde olan, vatandaşımızın talebi olan, hukukun vereceği kararı beklediğimiz bir konuda bunu Türkiye’nin kurucu lideriyle kavga gibi sunulması son derece kışkırtıcı, son derece ahlak dışı bir yaklaşımdır. Meseleyi ortaya koyan kişinin, ortaya koyuş biçimindeki zeka düzeyini tartışmayalım artık ama bu kadarı ayıptır.

Milletin bir talebiyle bu şekilde kavga edilmesi, son derece makul bir tartışmanın bu noktalara getirilmeye çalışılması artık ayıptır. Her şeyi bir rejim tartışmasına her şeyi cumhuriyetle hesaplaşma tartışmasına döndürmeye çalışan zihniyet, bu memlekete çok büyük kötülükler etmiştir. Bu memleketteki en büyük kötülüklerin arkasında bu zihniyet vardır.

Ve devamla;

CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Özden Kaboğlu’nun, “Topkapı Sarayı da Ayasofya da müze olarak korunmalı hatta Sultanahmet de müze olmalı.” sözlerine yönelik eleştirilerde bulunan Çelik, “Karşı tarafın bir hatası olsun da bu hata üzerinden hemen siyaset yapalım’ diye düşünmüyoruz, bekliyoruz. Bunlar siyaseti zehirleyen şeyler. Hepimiz için toksik alan oluşturuyor.” ifadesini kullandı.

“Acaba düzeltirler mi, partilerinden bir açıklama gelir mi” diye beklediklerini belirten Çelik, şunları kaydetti:

“Türk siyaset hayatında çok konuşulur. Bu konularda sabıkalı bir siyasi parti geçmişte, pek çok belgeyle pek çok araştırmacının ortaya koyduğu gibi bu konuda ciddi sabıkaları ve kötülükleri olan bir tarihin parçası. Tam diyorsunuz ki biraz daha demokratik dil kullanmaya başladılar herhalde hassas davranacaklar, bir bakıyorsunuz içlerindeki Bekçi Murtaza birden bire ortaya çıkıveriyor. ‘Sultan Ahmet’i müze yapalım’ gibisinden bir yaklaşım, doğrusunu söylemek gerekirse şimdiye kadar gördüğümüz en İslamafobik yaklaşımdır.”

Bir kişinin kendi ülkesindeki bir mabedin varlığından, oradan ibadet edilmesinin, onun küresel mirasın bir parçası olmasıyla zıt olduğunu da düşünmesinin bir entellektüel yetersizlik olduğunu vurgulayan Çelik, “Onun mabet olarak hayatına devam etmesi, bu şekilde içinde ibadet edilen bir yapının olması onun küresel mirasın bir parçası olması konusunda bir eksiklik oluşturmaz ama tam tersine bu ikisini birbirine zıt gören bir yaklaşım söz konusu oluyor.” ifadesini kullandı.[3]

-Düşman içte.

Hain içimizde.

Dışarda düşman aramaya gerek yok.

Bir zamanlar Pkk yerine dağlar bombalanırken ve de bu bizzat dile getirildi.

Bugün pkk-nın neden bitmediği çok iyi anlaşılıyor değil mi?

Bu yüzlerce örneğinden sadece birisi.

Kirlenme içten.

İşte Abd-den darbe yemiş ve de terör mağduru olmasına rağmen Irak…

İran, Bae, Mısır, vs gibi devletler çok mu temiz?

-Türkiye operasyon başlattı, ilk ses Irak’tan geldi! Skandal açıklama.

Türkiye’nin terör örgütü PKK’ya karşı başlattığı “Pençe-Kartal Operasyonu” sonrası açıklama yapan Irak Ordusu, Türk savaş uçaklarının Irak hava sahasına girmesini kınadıklarını, bunun kışkırtıcı bir eylem olduğunu ve egemenlik ihlali anlamına geldiğini belirtti.[4]

-Ayasofya içinde aynı durum söz konusu.

-Tarihçi Murat Bardakçı – Atatürk, Ayasofya’yı ibadete kapatıp müzeye çevirmeye tâââ 1923’te karar vermişti!.

Atatürk mekânın ibadete kapatılıp müze haline getirilmesini 24 Kasım 1934 tarihli meşhur kararnameden seneler önce düşünmektedir ve bu düşüncesini Grace Ellison adında bir İngiliz hanım gazeteciye tâââ 1923’te açıkça ifade etmiştir…[5]

– Ayasofya bahçesinde Yasin okudu diye bir yıl hapis cezası alan Nur talebesi.[6]

-AK Parti’den ‘Ayasofya’ anketi! Dikkat çeken 15 Temmuz detayı.

AK Parti’nin Ayasofya ile ilgili yaptırdığı anket, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’a sunuldu. Ankete göre; AK Parti ve MHP’lilerin yüzde 90’ı, İyi Parti tabanının yüzde 70’i ve CHP tabanının yüzde 40’ının Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılmasını doğru bulduklarını ifade etti.[7]

Ayasofya bu milletin namus borcudur.

Namusu olanlar düşünsün.

Namusu olanlar konuşsun.

MEHMET ÖZÇELİK

16-06-2020


[1] https://www.haberturk.com/canliyayin/685926-tarihcilerden-ayasofya-yorumu

[2] https://www.sabah.com.tr/video/haber/son-dakika-ak-parti-sozcusu-omer-celikten-myk-toplantisi-sonrasi-flas-aciklamalar-video

[3] https://www.milliyet.com.tr/siyaset/son-dakika-yeni-bir-sokaga-cikma-yasagi-olacak-mi-ak-partiden-flas-aciklama-6235775

[4] https://www.haber7.com/dunya/haber/2985460-son-dakika-haberleri-turkiye-operasyon-baslatti-ilk-ses-iraktan-geldi-skandal-aciklama

[5] https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/2712163-ataturk-ayasofyayi-ibadete-kapatip-muzeye-cevirmeye-t-1923te-karar-vermisti.

[6] https://www.youtube.com/watch?v=PaIK8_8oTos

[7] https://www.ahaber.com.tr/galeri/gundem/ak-partiden-ayasofya-anketi-dikkat-ceken-15-temmuz-detayi




VAH AYASOFYAM VAH

VAH AYASOFYAM VAH

Meğer sadece bir asırdır bizler çekmemişiz.

Bizlerde beraber sende çekmiş, pişmiş tavuğun başına gelmeyen senin de başına gelmiş.

Bu milletin başına gelen maalesef Ayasofya, Sultanahmet ve camilerinde başına gelmiş.

-“İşte Ayasofya’nın tapusu.

Türkiye’nin günlerdir konuştuğu Ayasofya Vakfiyesi ve tapusu, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivlerinde bulunuyor. Yeni Şafak vakfiyenin korunduğu ve sadece 4 kişinin girmeye yetkili olduğu Server Efendi Sergi Salonu’na girdi. Ayasofya, 1934’te müzeye dönüştürülmesine rağmen 2 yıl sonra tescil edilen tapusunda “Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” yazıyor.[1]

-“Tek parti döneminde camilerin nasıl kapatıldığını anlatan Tarihçi-Yazar İsmail Yağcı, CHP’nin 1931 yılında kanun hükmünde kararname çıkararak camilerin birbirine uzaklığının en az 500 metre olması kuralı getirdiğini, birbirine yakın iki camiden birinin kapatılıp ve satılarak tasnif dışı bıraktığını belirtti.

Bu süreçte CHP’nin müzeye çevirdiği Ayasofya’nın minarelerini de yıktırıp kiliseye çevirmek istediği, ancak hazırlanan rapordan dolayı Ayasofya’nın minarelerinin son anda kurtulduğu ortaya çıktı.”[2]

-“1926’da Millî Eğitim Bakanlığı’nın topladığı bir komisyonda o devrin önde gelen iki ressamı, Namık İsmail ile Çallı İbrahim, Sultanahmet Camii’nin “resim galerisi” yapılmasını teklif etmiş; hattâ sergilenecek tabloların daha iyi görülebilmesi için çatıda delikler açılması gündeme gelmiş ve cinayete millî mimarîmizin kurucularından olan Kemaleddin Bey’in “Siz kafayı mı yediniz?” diye ortalığı velveleye vermesi sayesinde mâni olunabilmişti…

Hadisenin ayrıntılarını komisyonun üyelerinden olan bestekâr Cemal Reşid Rey, 11 Kasım 1963’te Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Atatürk ve Müzik” başlıklı yazısında anlatır:

“1926 Ağustosunda, Maarif Vekili Necati Bey bir Sanayi-i Nefise Encümeni (Güzel Sanatlar Komisyonu) toplamıştı. Bu encümene beni de davet etti. İşte o encümende alınan kararla mekteplerden alaturka musiki tedrisatı (öğretimi) kaldırıldı. Böyle isabetli kararların yanında fazla cüretkârânelerinin de alınmasına ramak kaldığına şahit oldum. Bu encümenimizin reisi rahmetli Namık İsmail ile rahmetli Çallı İbrahim, Necati Bey’e bir dilekçe sundular. Bu dilekçede ressamların eserlerini teşhir edecek bir galeriden mahrum bulunduğu belirtiliyor ve hükümetten bu iş için bir mahal isteniyordu. İstenilen mahal neydi biliyor musunuz? Sultanahmet Camii. Ancak ilâve ediliyordu ki, camide yukardan gelen ışığın az oluşu resimlerin en iyi şerâit (şartlar) altında teşhirine mânî idi. Bunun için kubbede delikler açılması teklif edilmişti! Necati Bey muvafakatini vermek üzere iken rahmetli Mimar Kemaleddin Bey’in pür hiddet yerinden kalkarak söylediği sözlerden sonra bu karardan vazgeçildi. Sanat inkılâplarında isabetli kararların alınmasının ne kadar zor olduğunu o gün unutulmaz şekilde anladım”.

Sultanahmet Camii resim galerisi yapılmaktan kurtulmuştu ama Sultan Abdülhamid devrinde otuz küsur sene boyunca devletin idare merkezi olan Yıldız Sarayı bu tartışmadan bir ay sonra, 1926 Eylül’ünde İstanbul Belediyesi’nin bünyesinde kumarhane haline getirildi! Aynı senenin Aralık’ında da Amerikalılar o sırada henüz cami olarak kullanılan Ayasofya’yı “dünyanın en büyük caz klübü” yapmayı teklif etmişlerdi.

New York Times Gazetesi, 16 Aralık 1926 tarihli nüshasındaki haberde “Amerikan Caz Orkestraları Birliği”nin Amerikan Büyükelçiliği vasıtası ile hem İstanbul Belediyesi’ne, hem de hükümete başvurarak Ayasofya’nın kendilerine tahsisini istedikleri yazıyordu…

1945’te bu defa Ayasofya için gelen bir başka teklif:

Abbe Giossue Carlo Prada adında İsviçreli sergi organizatörü, 1945’te Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bir mektup gönderdi ve Ayasofya Camii’nin Katolik âyinlerine tahsisi için izin talebinde bulundu! Organizatör Prada, tahsisin karşılığında camii bütün masrafı kendisine ait olmak üzere tamir edeceğini söylüyordu…”[3]

-Türkiye Ermenileri Patriği Sahak Maşalyan “Ayasofya ibadete açılsın” dedi.[4]

Bizdeki ermeni patriği kadar olamayanlara duyurulur.

-Acaba açmamız resmi prosedüre uyuyor mu?

Açmamak için yapılan her türlü sahtekârlık neye uyuyor?

-İşte kıssadan hisse;

-Bir bürokrat görevli olarak şehirden kasabaya giderken yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş. Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş;

-“İmdat, Boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış. O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.

Bürokrat;

-“Bataklığa düştüm. Kurtar beni!”demiş..

Köylü;

-“Geçmiş olsun” demiş. Ama kurtarmak için hiç gayret göstermemiş. Hani nerdeyse dönüp gidecek. Bürokrat paniklemiş ister istemez,

-“Lütfen, bir dal uzat. Kurtar beni!” diye yalvarmış..

Köylü:

-“Olmaz sen şu anda hazine toprakları üzerindesin. Hazine malından bir şey almak suçtur”

-“Sen, dalga mı geçiyorsun. Ölüyorum. Kurtar beni!” diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla.

Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş.

-“Ben Hazine’den mal alıp suçlu duruma düşemem. Fakat, seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Malmüdürüne talimat verilir. Şayet, hazine arazisi değilse. İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar…”

Bürokrat:

-“Yahu.. Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm.”

Köylü gülmüş:

-“Ben ölmezsin demiyorum ki…

Ölsen de mevzuata uygun ölürsün..

Önemli olan mevzuat, gerisi teferruat (!)”

Bu millete verilenler de öldürmeden verilmiyor yani.

Dedem ve babam mahzun Ayasofyanın açılmasını görmeden gitti.

İnşaallah ben bari ölmeden görürüm.

Şeyy, afedersiniz;

Eğer ölürsem bir zahmet Fatiha ile birlikte haber verirsiniz, değil mi?

Şimdiden teşekkür ederim…

MEHMET ÖZÇELİK

14-06-2020


[1] https://www.yenisafak.com/gundem/yeni-safak-o-salona-girdi-iste-ayasofyanin-tapusu-3544732

[2] https://www.haber7.com/foto-galeri/63309-unlu-tarihci-acikladi-1931-yilinda-chpnin-khk-ile-aldigi-ayasofya-karari/p3

[3] https://www.haber7.com/guncel/haber/2984952-ayasofya-ile-sultanahmetin-caz-ve-dans-salonu-olmasini-istemisler/?detay=2

https://www.ahaber.com.tr/tarih/2020/06/14/ayasofyada-bes-padisah-yatiyor-erhan-afyoncu-yazdi

[4] https://www.ahaber.com.tr/gundem/2020/06/13/turkiye-ermenileri-patrigi-sahak-masalyan-ayasofya-ibadete-acilsin-dedi




HZ. İSA VE HRİSTİYANLIK

HZ. MERYEM- HZ. İSA VE HRİSTİYANLIK
http://www.tesbitler.com/2015/01/03/peygamberler-ve-kissalari/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/hz-isa-ve-isevilik/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/isa-ile-imtihan/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/hz-ibrahim-peygamber-ve-cocuklari/
http://www.tesbitler.com/2015/01/03/emekli-peygamberler/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/hristiyanlik-ve-hristiyan-alemi/
http://www.tesbitler.com/2015/01/03/hristiyanligin-dogum-sancilari/
http://www.tesbitler.com/2019/02/27/hristiyanlik-ve-kadin/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/hristiyanlikta-manastir-hayati/
http://www.tesbitler.com/2015/01/03/ermeniler-ve-gayr-i-muslim-tebea/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/ehli-kitapla-munasebet/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/a-b-b-i-r-l-i-g-i/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/abd-ve-abdnin-hristiyanlik-propagandasi-vearmagedon/
http://www.tesbitler.com/2019/03/17/bati-oluyor-hristiyanlik-cokuyor/
http://www.tesbitler.com/2019/03/17/%ef%bb%bfteror-ve-ortaklari/
http://www.tesbitler.com/2018/10/13/brunson-mu-hukuk-mu/
http://www.tesbitler.com/2018/09/05/vatikan-ve-papalik/
http://www.tesbitler.com/2018/06/05/bati-ve-turkiye/
http://www.tesbitler.com/2017/04/12/bizim-oglanlar-basaramadi-ve-de-basaramayacak/
http://www.tesbitler.com/2017/03/16/bati-hala-barbar/
http://www.tesbitler.com/2017/01/17/abd-cokuste/
http://www.tesbitler.com/2016/06/02/avrupa-bitiste/
http://www.tesbitler.com/2016/03/01/4544/
http://www.tesbitler.com/2019/05/16/fener-rum-patrigi-gregorius-un-ihaneti/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/misyoner-imamlar/
http://www.tesbitler.com/2019/10/28/islam-dunyasi-misyoner-kusatmasinda/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/misyonerlik-faaliyetleri/
http://www.tesbitler.com/2019/05/28/kudusun-onemi/
http://www.tesbitler.com/2015/01/02/hz-isanin-nuzulu/




AÇ CANAVARA MUHABBET

AÇ CANAVARA MUHABBET…

İslâm hukukundaki cezalandırmada esas olan suçluyu cezalandırmak değil, masum ve mazlum ve de mağduru korumaktır.

Bugün dünyada suçlu korunmakta ve hukuklar suçsuzun değil belki suçlunun hakkının korunması yönünde işlemektedir.

Daha önceden duyardık; kanunlar yapılacağı zaman suç organizatörleri kendilerini kurtarabilecek maddeleri kanuna koymayı başarırlar.

Yani onlarda avukat ve hukukçularla iş yapmaktadırlar.

Suçlunun suç işledikten sonra hakim karşısında ve avukat savunmasının bazı maddelerini öne sürerek iyi hal bahanesiyle suçunun düşürülmesi gibi.

Bediüzzaman:” Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister…”

Bugün gerek memleketimizde ve gerekse dünyada yaşanan budur.

Aç olan canavarlara muhabbet, sevgi ve şefkat gösterilmektedir.

-“Norveç’te Camiye Saldıran Kişiye 21 Yıl Hapis Cezası.

Norveç’te geçen yıl Çinli üvey kız kardeşini öldürdükten sonra başkent Oslo yakınlarındaki bir camiye saldıran Philip Manshaus isimli kişi, 21 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Yargıç Annika Lindstroem, saldırganın camiye gitmesindeki amacın mümkün olabildiğince çok sayıda Müslümanı öldürmek olduğunu dile getirdi. Savcı da Manshaus hakkında en üst sınırdan ceza verilmesini talep etmişti.

Mahkeme de bu talebe uydu ve saldırgana 21 yıl hapis cezası verdi. Böylece Manshaus, mevcut en üst sınırdan ceza aldı.”[1]

İşin hazin tarafı ise, 50 kişiyi öldürene ve de daha fazla öldürmek isteyen kişiye verilen en yüksek cezanın verildiğinin ifade edilmesi.

Burada korunan kim?

Öldürülen 50 kişi mi yoksa öldüren ve öldürmeden de vicdan azabı duymayan kişi mi?

İşte bir örneği; teröristler devlet kurmaya ve devlet yıkmaya çalışıyor;

PKK’nın teslim olan üst düzey yönetici “Serhat Karayazı” kod adlı Abdulnasır Kaplan’dan bomba 15 Temmuz itirafı

Örgütün tepe yöneticisiyken teslim olan “Serhat Karayazı” kod adlı Abdulnasır Kaplan’dan bomba 15 Temmuz itirafı geldi. Kaplan, “Hendek ve barikatlar darbe için kuruldu. Bize, darbe olacak’ dendi, 16 Temmuz sabahı, ‘askere saldırmayın’ talimatı geldi, saldırmadık.” dedi.[2]

Biz’, ‘Sarı Öküz’ü vererek kaybetmeyelim bu savaşı..

Ayrılmayalım, parçalanmayalım, birlik ve beraberlik içerisinde olalım.

Yoksa Pkk ve benzeri örgütler dişlerinin kirasını isterler.

– ABD Bir gece ansızın düşebilir.

Zulüm ile âbad olanın âhiri berbat olurmuş. Zulüm üzerine bina edilen bir bina, bir öksürük ve küçük bir adaletle ve de bir bakışla, bir masumiyetle devrilir.

Onlarca yıldır ABD hep zulüm ile anıldı ve hatırlandı. Sadece zulmetmekle kalmadı. Zulmeden Devletleri başta destekledi.

**************  

Bizdeki solcuların derdi, din derdi.

Kavgaları Allah ile.

Kendi kalp ve vicdanlarıyla kavgalılar.

İnançlı insanlar ve onların değerleriyle kavgalılar.

Hala bunu bazen nifak perdesi altında münafıklık yüzüyle sürdürmektedirler.

Amaçları Allah’ı aciz bırakma düşüncesindeler.

Batı da böyle değil.

Ateistte olsa kiliseyle ve hristiyanlarla kavgalı değil, aşağılama yoluna gitmiyor.

Bizde ateist veya solcu olanlar zehir zemberek kusar, Müslümanı tahkir eder hatta ona hayat hakkı tanımayıp çok rahatlıkla ibadet ve sohbet yerlerini kapatma sevdasını hala sürdürür.

Ayasofya’yı açmaya yanaşmadığı gibi, dişinin kirası olduğunu söylediği Sultan Ahmet Camiini kapatmayı düşünür.

Geçmişinden gelen sicilinde değişme yok, tam tersine artma söz konusudur.

Bizdeki solcular rus solundan daha bozuk, Avrupa solundan daha saygısız ve seviyesizdir.

Bu topraklardaki ancak bu milleti temsil etmeyen sol zihniyet evvela kendi içinde bitmiş ve tükenmiştir.

Olmaya değil ölmeye ve bitirmeye yönelik çaba içindedir.

Kişilik bir türlü oluşmamıştır.

MEHMET ÖZÇELİK

13-06-2020

 


[1] https://www.amerikaninsesi.com/a/norvec-te-uvey-kardesini-olduren-ve-camiye-saldiran-kisiye-21-yil-hapis-cezasi/5458429.html

[2] https://www.ahaber.com.tr/gundem/2020/06/13/pkknin-teslim-olan-ust-duzey-yonetici-serhat-karayazi-kod-adli-abdulnasir-kaplandan-bomba-15-temmuz-itirafi