KİRLİ GEÇMİŞİ VE GELECEĞİYLE ABD

KİRLİ GEÇMİŞİ VE GELECEĞİYLE ABD

Dünyada Türk milletinin dışında, geçmişi kirli ve vahşet içerisinde olmayan bir millet ve devlet yok gibi…

Dünya devletlerinin sicili kirli…

Bunların başında da sınırlı geçmişine rağmen en fazla sicili bozuk ülke Abd-dir.

Abd-nin bugünlerde üzerimize hırlamasındaki en önemli sebeplerden bir kaçı;

Bizdeki kredisini bitirmesi ve içteki ve özellikle ordudaki kozlarını kaybetmesi, Fetö gibi B planının sonuçsuz kalması, bizdeki kontrolünün kaybedilmesi veya kaybedilme tehlikesi içerisinde olarak başta Rusya gibi ülkelere kaptırmasıdır.

Yüz yıldır kaptırmamak için her sahtekar yolu deneyen Abd, bu gün farklılıklar ve kirliliklerin ortaya çıkmasıyla yalanı çuvala sığmamaktadır.

Bizdeki kredi ve desteğini kaybeden Abd şuursuz ve hukuksuz saldırısını sürdürmektedir.

Amborgo amacıyla bize gönderdiği 8 şartta da bu durum görülmektedir:

ABD, Türkiye’ye 8 şart koştu!

Yaptırım konulmaması için İran’a 3 şart dayatan ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’ye 8 şart dayatması dikkat çekiyor.

İşte Washington adeta Türkiye’nin tapusunu istediği o şartlar:

  1. Papaz Brunson dahil 15 Temmuz darbe girişiminde rol alan 20 ajanın ivedi serbest bırakılması. ABD, Özellikle Brunson’ın tahliyesi için 15 Ağustos Çarşamba gününe kadar Ankara’ya süre verdi.
  2. Türkiye’nin İran’a kapsamlı ambargo uygulaması.
  3. Rusya’dan S400 satın alınmaması.
  4. Ankara’nın Kudüs politikasını gözden geçirmesi.
  5. Kıbrıs Adası etrafında doğalgaz ve petrol aramaktan vazgeçmesi.
  6. Halkbank’a kesilecek cezaya razı olunması.
  7. Ankara’nın Fetullah Gülen’in iadesini talep eden dosyayı kapatması.
  8. Türkiye’nin sahip olduğu kritik madenlerde ruhsatların Amerikan şirketlerine verilmesi.[1]

-Tıpkı İsrail gibi, Tanrının seçilmiş halkı ve devleti olarak kendisini gören Abd, bu amaçla dünyaya adalet adıyla zulüm taşımaktadır.

Irak’ta misyonerlik yapan Tom Craig mezhebini yaymak istediğini “Tanrı ve Başkan bize İsa’yı Ortadoğu’ya getirme şansı doğurdu. Bu bana verilen bir emir” diyerek açıkça söylüyor… Kyle Fisk adlı bir diğer misyoner daha da iddialı. “Irak, Hz. İsa’yı İran ve Libya’dan Ortadoğu’ya yaymak için merkez olacak” diyor…

ABD’nin askeri müdahalesinin hemen ardından Irak’ın misyonerlerin akınına uğradığına ilişkin daha önce de  Los Angeles Times’takine benzer haberler yayınlandı. Tıpkı 15 Nisan 2003 tarihli Time Dergisi’ndeki “Çok sayıda Evanjelist, Müslüman topraklarında Hıristiyanlığı yaymaya çalışıyor.”[2]

Abd başta bize bazen dost ve müttefik görünmesindeki sebep; ağza az bir bal çalarak çok şeyi almak, koparmak, işini kolaylaştırmak amaçlıdır.

Nitekim Abd irana yapacağı saldırıda Türkiye-nin desteğini kaybetmemek için Münbiçten geri çekilme kararını almıştır.

Bu da ayrı bir oyalama taktiğidir.

Tarihin anlatmakla bitiremeyeceği Abd ve tarihini belgeleri ve kaynaklarıyla kısaca sizlere hatırlatma babında alıntılarla aktaracağım;

AMERİKA:“19. yüzyılda Amerika kıtasındaki yerlileri soykırıma uğratarak kıtanın tek
hakimi haline gelen ABD, 20. yüzyılın başlarından itibaren küresel güç olma yolunda önemli adımlar attı. 1. ve 2. Dünya Savaşlarından büyük kazançlarla çıkan ABD, Avrupa ülkelerinin 2. Dünya Savaşı sonunda çöken ekonomileri karşısında dünyanın yeni süper gücü haline geldi. Bu tarihten sonra hegemonik varlığını konumlandıracağı ve meşrûiyet zeminini oluşturacağı bir tehdidin varlığına ihtiyaç duyan ABD, Soğuk Savaş yıllarında ‘Komünizm tehlikesi’ söylemi üzerinden Sovyetler Birliği ve ona yakın ülkeleri, Soğuk Savaş’tan ve özellikle 11 Eylül’den sonra da ‘terör tehlikesi’ söylemi üzerinden İslam coğrafyasını hedef tahtasına oturttu. Bu süreçte ABD; Kore’den Vietnam’a, Irak’tan Afganistan’a, Küba’dan İran’a, Panama’dan Kosova’ya kadar dünya coğrafyasının dört bir yanını kana bularken, bir taraftan barış ve demokrasiyi yaygınlaştırdığı ve dünyayı şer güçlerin tehlikelerinden koruduğu söylemini dillendirmeye de devam etti.

ABD, kurduğu hegemonik düzenin devamını sağlayabilmek adına ekonomiden hukuğa, siyâsetten medyaya, kültür-sanattan sağlığa kadar her alanda yeni düzenlemeler yaptı. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlar, uygulamaları ve kararları ile ABD hegemonyasının devamının sağlanmasına hizmet ettiler. Dünyanın en büyük medya organları ABD işgal ve soykırımlarını “önleyici müdahale”, “misilleme” ve “teröre karşı savaş” gibi ifadelerle dünya kamuoyuna sunarak bu insanlık dışı uygulamaların meşrûlaştırılmasındaki en büyük rolü oynadılar. Başta Hollywood sektörü, Oscar ve Nobel ödülleri olmak üzere;dünyadaki kültür-sanat gündemini belirleyen pek çok organizasyon da yine aynı amaca hizmet etti, ediyor”

…Dünyada barış ve özgürlüğün karşısındaki en büyük tehdit konumunda olan ABD, herbiri insanlık tarihinde kara bir leke olarak geçen uygulamalarına bugün de devam ediyor.

….15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başlarında başlayan sömürge hareketi ile
Amerika kıtasına gelen Avrupalılar; soykırıma uğrattıkları milyonlarca yerlinin ve Afrika kıtasındaki sömürgelerinden getirip köle olarak kullandıkları
milyonlarca Afrikalının kanları üzerinde yeni koloniler kurdular. Yokettikleri
binlerce yıllık medeniyetlerin bütün zenginliklerini Avrupa kıtasına akıtan
sömürgeci güçler, zamanla kıtada güçlenmeye ve yeni bir siyasi oluşum olarak ortaya çıkmaya başladılar.

….Bu arada 18. yüzyılın ortalarında başlayan Kızılderili soykırımı onlarca yıl
devam etti ve yüzbinlerce Kızılderili öldürüldü. ABD kuruluşundan itibaren
hem Amerika yerlilerini soykırıma uğrattı, hem de Afrika kıtasından getirilen
ve köleleştirilen siyahîleri köle olarak kullanmaya devam etti.

…..ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurduğu hegemonik sistemin mantıksal
temellerini oluşturmak için makul bir ‘düşman’, bir ‘Şer İmparatorluğu’
bulmak zorundaydı. Bu makul hedef Komünizm olarak belirlendi ve Sovyetler Birliği başdüşman kabul edildi. Soğuk Savaş dönemine rengini veren bu politikanın uluslararası camiada verdiği mesaj açıktı: Kendi pazarlarını ABD firmalarına kayıtsız şartsız açmayan her devlet ‘komünist’ olmak vs SSCB’ye suç ortaklığı yapmakla suçlanacaktı.

…..SSCB’nin dağılması Soğuk Savaş döneminin de sonunu getirdi ve ABD yeni
bir ‘şeytan’, yeni bir ‘şer güç’ bulmak zorunda kaldı. Yeni düşman ‘İslam’
ve ‘Terör’ olacaktı.

…..Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması neticesinde Atlas Okyanusu’ndan Çin’e kadar uzanan, jeoekonomik ve jeopolitik önemi tartışılmaz bir Müslüman coğrafyanın da ‘sahipsiz’ kaldığı böylesi bir ortamda 11 Eylül saldırıları ABD’ye bulunmaz bir fırsat verecekti.

…..Irak Savaşının ABD’nin hegemonik düzeni için bir gereksinim olduğu açıktı. Bu
gerçeği, eski ABD Başkanı Richard Nixon, Körfez Savaşı ile ilgili olarak yaptığı şu samimi açıklamayla dile getiriyordu:
“Biz oraya demokrasiyi müdafaa etmek için gitmiyoruz, çünkü Kuveyt demokratik bir ülke değildir ve o bölgede demokrasi ile idare edilen bir ülke de yok. Biz oraya diktatörlüğü yıkmak için gitmiyoruz, aksi takdirde Suriye’ye gitmezdik. Biz oraya milletlerarası meşrûiyeti savunmak için de gitmiyoruz. Biz oraya gidiyoruz ve bizim oraya gitmemiz lazım, zira bizim hayati menfaatlerimize dokunulmasına müsaade etmeyiz.”

…11 Eylül’de gerçekleşen saldırıları düzenleyen örgütün el-Kaide olduğu ve örgütün lideri Üsame Bin Ladin de dâhil olmak üzere Afganistan’da bulunduğu gösterildi. Operasyonun el-Kaide’nin çökertilmesi ve Üsame Bin Ladin’in ele geçirilmesiyle sona ereceği bildirildi. Ancak işgalin üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına rağmen Afganistan’daki ABD işgali sona ermedi.
Afganistan’ın ardından 2003 yılında Irak’ı işgal eden ABD, bu kez de işgale
gerekçe olarak Saddam Hüseyin’in elinde kitle imha silahları olduğunu gösterdi ve işgali meşrûlaştırmaya çalıştı. Öte yandan işgal, 11 Eylül’deki saldırıyla da ilişkilendirilmeye çalışıldı. Her iki iddianın da koca bir yalandan ibaret olduğu, işgalden kısa süre sonra anlaşıldı. Irak’ta var olduğu söylenen kitle imha silahları bir türlü bulunamadı. İşgalin devam ettiği aylarda, gerek ABD Başkanı George Bush, gerek ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, bu iddiaların gerçeği yansıtmadığını bizzat açıkladılar.

….Nükleer silahlar konusunda dünya ülkeleri üzerinde baskı kuran ABD, dünya tarihinde nükleer silah kullanan ilk ve tek ülke olma özelliğini koruyor. 2. Dünya Savaşı sonunda Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine atılan atom bombaları dünya tarihinin en büyük katliamlarından birine sahne oldu. Yaklaşık 200 bin kişi bombaların düştüğü anda, yüzbinlercesi de takip eden dönemde bombaların neden oldu radyasyonun etkisiyle yaşamını yitirdi.

…ABD’nin savunma harcamaları da dudak uçuklatıyor. Yıllık 400 milyar Dolar’ı bulan savunma harcamaları, dünyadaki toplam savunma harcamalarının yarısını oluşturuyor. “Rusya tehdidi”, “Küba tehdidi”, “Çin tehdidi”, “şer ekseninin tehdidi”, “terör tehdidi” gibi söylemlerle güvenlik tehdidi altında olduğunu iddia eden ABD, bu askerî varlığıyla tüm dünyayı tehdit etmeye devam ediyor.

….Birçok ülkeyi biyolojik ve kimyasal silaha sahibi olduğu konusunda suçlayan
ve uluslararası kurumlarda bu ülkelere karşı yaptırım kararları aldırtan ABD’nin, dünyanın en büyük biyolojik ve kimyasal silah üreticisi olduğu biliniyor. ABD’nin sahip olduğu kimyasal silah miktarının 30 bin ton olduğu tahmin ediliyor.

…..Vietnam Savaşı sırasında kullanılan halı bombardımanının (carpet-bomb) 10 yıl içinde 3 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtığı biliniyor. Vietnam Savaşı’ndan önce Kuzey Kore’deki bombalamada da neredeyse ülkenin tamamı yok ediliyordu. Körfez Savaşı sonunda 150 bin askerden oluşan Irak konvoyu tamamen abluka altına alındığı ve etkisiz hale getirildiği halde canlı canlı yakılmıştı. Benzer uygulamalar 2001 yılında başlayan Afganistan işgalinde ve 2003 yılından bu yana Irak’ta devam eden işgalde de sergilenmeye devam ediyor.

….ABD dünya tarihinde benzeri görülmemiş şekilde, dünyanın dört bir tarafında kurduğu askerî üslerle, herhangi bir bölgeyi doğrudan bir yönetim kurmaksızın kontrol altına alıyor. Bugün ABD’nin denizaşırı gücü 500’den fazla askerî üs ve yaklaşık 250 bin personele tekabül ediyor.
Dünyada Antarktika dışındaki bütün kıtalarda askeri üssü bulunan ABD’nin askerî üssünün bulunmadığı ülke sayısı 50’yi geçmiyor.

…..ABD’nin 1990’da 14 milyar Dolar olan silah ihracatı, Körfez Savaşı’nın yapıldığı 1991’de %64 oranında artarak 24 milyar Dolar’a çıkmıştı.

…..Grossman’ın, küçük-büyük yurtiçi ve dışında gerçekleştirilen müdahalelerden oluşan listesinde tam 134 müdahale bulunuyor. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yıllık müdahale ortalaması 1.15 iken, Soğuk Savaş döneminde bu oran 1.29’a çıkıyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından ise ABD her yıl ortalama 2 ülkeye askerî müdahalede bulunmuş. Bu tablo, ABD’nin dünya üzerinde kurduğu hegemonik düzenin etki alanı genişledikçe, çıkarları korumak için gerçekleştirilen müdahalelerin sayısının da arttığını gösteriyor. Öte yandan, savaş sonrası dönemde ABD’nin müdahale şekilleri de çeşitlilik arzediyor.

…..ABD, dünyanın neresinde olursa olsun, gerçekleştirilen demokratik seçimlere müdahalede bulunmaya devam ediyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bazı partilere verdiği gizli ve açık desteklerle ülkelerin demokratik yönetimlerine müdahale ediyor. Bu müdahalelerde sivil toplum kuruluşları ve medya kanalları yoğun bir şekilde kullanılıyor.
Bu müdahalelere onlarca örnek vermek mümkün. ABD’nin seçim süreçlerine ya da demokratik yönetimlerine müdahalede bulunduğu ülkelerden bazılarını saymak bile ABD’nin bu alandaki hukuk dışı uygulamalarını gözler önüne sermeye yetiyor: Türkiye, Lübnan, İtalya, Bolivya, Nikaragua, Gine, Japonya, Brezilya, Endonezya, Avustralya, Jamaika, Moğolistan, BosnaHersek, Haiti, Bulgaristan, Guatemala, Rusya, Şili, Portekiz, Laos, Nepal, Vietnam, Dominik Cumhuriyeti.

….Araştırmaya göre, dünyada üretilen mal ve hizmetlerin yarısından çoğunu Amerikalılar tüketiyor. Amerika’da her yıl yaklaşık 10 milyar Dolar, evcil hayvan mamalarına harcanıyor; bu rakam bütün insanlığın bir yıllık temel sağlık ve beslenme giderleri için gereken paranın 4 milyar Dolar üzerinde. Kozmetik ürünleri için harcanan tutarsa 8 milyar Dolar; bu rakam da tüm dünyadaki temel eğitim masrafları için gereken tutardan 2 milyar Dolar daha fazla. En zengin 3 Amerikalının malvarlığıysa, en fakir 48 ülkenin gayri safi milli hasılalarının toplamından daha büyük.

….Bill Clinton döneminde ABD tarafından Sudan’ın başkenti Hartum yakınlarındaki bir ilaç üretim tesisi olan el-Şifa’ya gerçekleştirilen bombalı saldırı, ABD’nin nasıl acımasızca hareket edebileceğinin, politik çıkarları için nasıl aşırı şiddet uygulayabileceğinin ve vatandaşlarının nasıl olup-bitenlere seyirci kalabileceğinin tipik bir göstergesi oldu.

….ABD’nin İşkence Evleri: Guantanamo, Ebu Gureyb ve Bagram

…Dünya, mutlak veto yetkisine sahip Güvenlik Konseyi Daimi Temsilcisi konumundaki beş ülke, ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’nın, bugüne kadar sayısız işgal, katliam ve soykırım gerçekleştirdiğine şahit oldu.

…İnsanlık tarihinin en vahşi uygulamalarının altında imzası olan ABD; Vietnam’dan Afganistan’a, Irak’tan Güney Amerika ülkelerine kadar dünyanın her bölgesinde sayısız işgal ve askerî müdahale gerçekleştirdi. Bu işgaller sonucunda milyonlarca insan hayatını kaybederken, kat be kat fazlası da vatanını terk etmek zorunda kaldı.

…Bu beş devlet, insanlık dışı politikalarını hayata geçirirken, başta BM olmak üzere NATO, AİHM, UCM, IMF, Dünya Bankası gibi tüm insanlığın ortak faydası için faaliyet gösterdiği iddiasındaki uluslararası kurum ve kuruluşların desteğini de arkasına alıyor. Böylece ülkelerin bölünmesine ve siyasî istikrarsızlıkların derinleşmesine Zemin hazırlıyor, küresel finans kurumları eliyle dayattıkları politikalarla ülkeleri ekonomik çıkmazlara sürüklüyor, halkların demokratik tercihlerini hiçe sayarak statükocu işbirlikçileri eliyle darbe yapılmasını sağlıyor ve bütün bu uygulamaları sözkonusu devletlere yardım etmek, oraya demokrasi götürmek, barış ve huzuru sağlamak adına gerçekleştirdiklerini iddia ediyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığımızda, bu uygulamaların sayısız örneği olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Başta 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri olmak üzere ülke tarihimizdeki belli başlı kırılma noktalarının tamamında sözkonusu devletlerin etkisi göz ardı edilemez.

…Özellikle “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç sonrasında Ortadoğu ve Afrika kıtasında yaşanan gelişmeler küresel sistemin ülkeleri siyasi kaosa sürüklemek, din, mezhep, etnik köken ve aşiret farklılıklarını körükleyerek çatışma ve içsavaş ortamına zemin hazırlamak, kısa süreli askeri operasyonlarla ülkeyi talan etmek gibi yöntemlere yöneldiğini gösteriyor. Başta Suriye olmak üzere, Mısır, Tunus, Libya, Sudan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Somali gibi ülkelerde yaşananlar bunun en açık kanıtı
olarak duruyor.

… 24 Mart’ta basındaki manşet haberleri, ABD öncülüğündeki NATO güçlerinin Yugoslavya’daki hedeflere cruise füzeleri ve bombalar attıklarım, “ABD’yi askeri bir ihtilafın içine sokan Başkan Clinton’ın etnik temizliği durdurmak ve Doğu Avrupa’ya istikrar getirmek için bunun gerekli olduğunu söylediğini” bildirdiler. Clinton, bir televizyon konuşmasında, Yugoslavya’yı bombalayarak “değerlerimizi savundu­
ğumuzu, çıkarlarımızı koruduğumuzu ve barış davasını ilerlettiğimizi” açıkladı.

… 1994 yılı Türkiye’de iki rekora tanıklık etti: Jonathan Randal’ın bölgeden geçtiği habere göre, 1994 “Kürt bölgelerinde baskı­ nın en çok arttığı yıldı” ve Türkiye’nin “Amerikan askeri teçhizatının en büyük ithalatçısı haline geldiği, böylece dünyanın en büyük silah alcısı olduğu” yıl oldu.

Abd silah satma yöntemlerini çok iyi biliyor ve kullanıyordu.

… Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin kendi “barış süreci” yorumunu uygulama
olanağı bulmasından bu yana, artan bir enerjiyle sağladığı muazzam yardım sayesinde, İsrail’in yürütmekte olduğu geniş yerleşim ve inşaat programlarını resmileştirmektedir.

İktidarda kim olursa olsun, yerleşimler ve inşaat programlan ABD desteğiyle devam etmektedir.

… ABD Uzay Komutanlığı şöyle diyor: “İleride yeryüzündeki hedeflerin uzaydan vurulmasının olanaklı hale gelecek olması, ulusal savunmamız açısından ciddi tehlikeler barındırmaktadır. Bu yüzden ABD Uzay Komutanlığı, bu yeni olası savaş alanında ele alınacak potansiyel rolleri, görevleri, alet ve aygıtlan etkin biçimde belirlemektedir.”

… Robert Fisk’in bölgede olup bitenler hakkındaki doğrudan bilgisi ve kavraşıyı eşsiz bir hal almıştır. “Ezilmiş ve aşağılanmış insanların şeytani ve korkunç zalimliği”ni tarif ederken şunları yazar: “Önü­müzdeki günlerde, dünyadan inanması istenecek olan, sadece demokrasinin teröre karşı savaşı değildir. Aynı zamanda, Filistinlilerin evlerini vuran Amerikan füzelerine, 1996’da bir Lübnan ambülansına füze fırlatan ABD helikopterlerine, Kana adlı bir köye düşen Amerikan top mermilerine, Amerika’nın müttefiki İsrail’in maaş bağladığı ve giydirip kuşattığı Lübnanlı milislerin mülteci kamplannda gerçekleştirdiği kırım, tecavüz ve cinayetlere de inanması istenecektir.”

… ABD bencil, acım asız ve kural tanım az politikalarıyla dünya düzensizliğinin m im arıdır, insan hakları ihlalleri ancak ABD çıka rların ı te hdit ediyorsa “in sa n i m ü dahalenin” konusu haline gelebilir. A B D him ayesindeki işb irlikçi bölgesel g ü çle r ise insan haklarını ihlal etm e özgü rlü ğün e d ile diklerince sahiptirler. Kural tanımaz güç kullanımı ve zulüm politikaları müthiş bir etik çürümeyi kışkırtırken, asgari düzeyde dürüstlükte ısrar eden vatandaşlar ve entellektüeller ne yapabilirler?
Chomsky bu sorunun yanıtlanmasının acil olduğunu ısrarla vurguluyor.

Kaynak:TARİHTEN BUGÜNE ÜLKE İHLAL KARNELERİ-

  1. Yüzyılda Soykırım ve Katlimalar.

AMERİKAN MÜDAHALECİLİĞİ- NOAM CHOMSKY

MEHMET ÖZÇELİK

12-08-2018

[1] http://www.yenimesaj.com.tr/gundem/abd-den-turkiye-ye-8-sart-h13065737.html

[2] http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d219s017m1

 

 

Loading

No ResponsesAğustos 12th, 2018