VATİKAN VE PAPALIK

VATİKAN VE PAPALIK

Vatikanın ve de Fetönün vatikanın 12 kardinalinden gizlenmiş olan iki kişiden birisinin Fetö olduğunu söylediğinden dolayı (Diğerinin ise Çinde tesbit edildiğini dile getiren…) hiç bir şeyi yokken birden ölen –Oysa bir ay önce tam teşekkülle kontrole tabi tutulduğunda hiç bir şeyi yokken…- daha doğrusu öldürülen Aytunç Altındal büyük bir iddia da bulunur;

Ateizmin kaynağı bizzat Roma Kilisesi olup özellikle de son 400 yılın ilk öncü Hıristiyan kökenli Ateistlerinin hep bu kiliseden çıktıkları görüldü.”[1]

Adeta vatikanın tüm sırlarını deşifre eder -“ İnanılması güç sırları, gizli geçitleri, şifreleri ve yeraltı yollarıyla Vatikan, tam anlamıyla Dünya’nın en “esrarengiz” devletidir.”[2]

-“ Günümüzde Vatikan diye bilinen yerleşim alanı yeryüzündeki tek “Tanrı-Kenti” statüsündedir.”[3]

-“ Vatikan şu anda dünyanın en zengin devletlerinden biridir. Ünlü Vatikan uzmanı Peter Hebbleth waite’nin dediğine göre de bu devlet hiç bir özel girişimcinin ya da kapitalistin baş edemeyeceği kadar katı “Sosyalistce” kurallarla yönetilmektedir.

… Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır. Bu yayınlar 24 saat süreyle bütün dünyayı bir ağ gibi sarmaktadırlar.

200 milyon nüfuslu ABD’yi yönetebilmek için sadece Washington’da 250.000 devlet memuru bulunduğu düşünülürse Vatikan “Mucizesi (!)” daha iyi anlaşılır.”[4]

-“ Vatikan’ın ve Papalığını tarihi sayısız cinayet, entrika ve skandalla doludur. Bugüne kadar gelip geçmiş 263 Papadan kaçının eceliyle, kaçının cinayete kurban giderek öldüğü belli değildir. En yakın örnek, bugünkü Papa’dan önce Papa seçilen ve sadece 33 gün Papalık yapabilen I. John Paul’dur. Vatikan uzmanı araştırmacı David Yallop’un belgeleriyle açıkladığına göre bu Papa Vatikan’ın içindeki bir “Konspirasyon=Fesat Örgütü” ile “P2 Mason Locası”nın ortak girişimiyle öldürülmüştür. Vatikan’da gece
sapa sağlam yatıp sabaha ceset olarak kaldırılmak su içmek kadar olağan bir durumdur.Vatikan’ın özellikle 2 Dünya Savaşı sırasında güçlendirdiği müthiş bir istihbarat ağı vardır. Vatikan’ın içinden çeşitli ulusların -başta Fransa, Polonya ve Almanya- istihbarat örgütleriyle birlikte çalışan Kardinaller çıkmıştır.
Bunlardan bazıları daha sonra Papa yapılmışlardır. Örneğin 1978’de eceliyle ölen Papa 6. Paul, gizli istihbarat örgütleriyle içli dışlı olmuş bir Kardinal olarak tanınıyordu. Vatikan “Kirli” işlerinde daima taşeron kullanan bir devlettir. Bu pis işleri temizlemek Mafia’nın görevidir.”[5]

-“ Papa 2. John Paul, Papalık tarihinde, Papa seçilen ilk Slav kökenli Polonyalı oldu. Bu esrarengiz Polonyalı ilginçtir ki Papa olmadan önce Polonya Komünist Partisi gizli polisi ve CIA tarafından korunuyordu. Ağca tarafından vurulduğunda ise araştırmayı NSA yapmış, iki rakip örgüt CIA ve KGB de ne hikmetse ağız birliği ederek birbirlerini aklamayı yeğlemişlerdi.

Gerçi inanca göre Papa’yı Kutsal Ruh seçiyordur ama gerçekte CIA’sından KGB’sine ve MOSSAD’a kadar tüm istihbarat örgütleri de Kutsal Ruh’un seçiminde parmak oynatıyorlardır. Örneğin 2. John Paul adını alarak Papa olan Krakov Kardinali Karol Wojtyla (Voytila) hiç kimsenin favorisi olmadığı halde Papa seçili vermişti. Bu nedenle 2. John Paul’un “Olağanüstü” bir gücü olduğuna inanılmıştı”[6]

-“ 1965 yılında tamamlanan 2. Vatikan Konsili’nde alınan kararlar çerçevesinde Vatikan, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’da ve Türki Cumhuriyetlerdeki Hristiyanlaştırma faaliyetlerine hız verdi.Kendi yayın organlarında “Müslüman Kürtleri” savunur pozlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ağır hakaretler yağdırmaya başladı.

. Bin yılda Vatikan, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’da ve Türki Cumhuriyetlerdeki Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine hız verecekti. Nitekim öyle de oldu. Vatikan kendi yayın organlarında “Müslüman Kürtleri” savunur pozlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ağır hakaretler yağdırmaya başladı. Katolik aleminin resmi yayın organlarında ilk Türkiye aleyhtarı yazılar 1995’te başlamıştı.”[7]

-“ 13 Kasım’da Papa 2. John Paul Ermenistan Kilisesi’nin başı 2. Karakin ile Vatikan’da bir görüşme yaptı. Bu görüşmeden sonra Papa’nın yaptığı açıklama Türkiye’yi ve Türkleri hedef alan en ağır hakaretleri içeriyordu ve Vatikan’ın Türkiye’yi nasıl gördüğünü apaçık ortaya koyuyordu. Papa yanına 2. Karakin’i alıp yaptığı açıklamada 20 Yüzyıl’da yaşanmış olan tüm soykırımların sorumlusu olarak Türkleri göstermiş ve lanetlemişti. Yıllardır Vatikan’ı şakşaklayanlar bile bu açıklama karşısında şaşkınlığa sürüklendiler. Milliyet Gazetesi “Papa Bunadı” diye başlık attı. Arkasından uyarıldı ve hemen geri dönüş yaparak “Papa bunamadı” diye manşet attı. Diyanet İşleri Reisi ise hızlı“Diyalogcu” olduğu için işi tevil etti. Ona göre, “Evet Papa böyle bir açıklama yapmıştı ama o sadece önüne konulan bir metni okumuştu.
Yoksa böyle bir açıklama yapmazdı. Nitekim bu açıklamasını daha sonra geri almıştı.”[8]

-“ Dünyadaki dev “İlaç Tekelleri”nin yıllardır üzerinde durdukları bir konu vardır. Bu amaçla dünyada çeşitli örgütler kurdurmuşlar ya da bunları gizlice desteklemişlerdir. Bu konu “Doğum Kontrolü”dür. İlaç tekelleri Vatikan’dan bu yasağı kaldırmasını beklemektedirler. İlaç tekellerinin destekledikleri Kadın Özgürlüğü dernekleri,Feminist kuruluşlar, İnsan hakları örgütleri vardır. Tekellerin amacı tektir: Daha fazla “Hap” satıp daha fazla kâr etmek. Papa, daha önce de belirttiğim gibi, doğum kontrolüne karşı
olmak zorundadır. Ama bu muhalefeti bir kılıfa uydurup izini çıkartabilmek olasıdır.”[9]

-“ Vatikan, geçmişte olduğu gibi bugün de Katoliklerin yatak odasındadır ve buradan çıkmaya hiç de niyetli değildir. Meksika’da bulunduğum sırada dindar bir Katolik bana şöyle demişti: “Katolik bir karı-kocanın yatağında iki değil üç kişi yatar. Üçüncüsü Kilise’dir. Karınıza nasıl, ne zaman ve ne şekilde sarılacağınıza o karar verir.”[10]

-“ 1209’da Papalar büyük bir Haçlı ordusu kurarak, kendilerine göre Heretik= Dinden Sapmış Kişi, kabul ettikleri Hıristiyan cemaatleri soykırıma uğrattılar. Kısaca, Cathare diye bilinen bu soykırım sırasında yaklaşık bir milyon insan öldürüldü. Soykırımı yöneten Katolik şövalyelerden biri şöyle demişti: “Hepsini öldürün. Tanrı nasıl olsa hangisinin heretik, hangisinin masum olduğuna karar verir.” Daha sonra Hitler de işte bu mantığı kullanarak milyonlarca insanı öldürmüştü… Nedir ki kilise burada durmadı. 15. Yüzyılda bu kez ebe kadınların “Büyü” ve “Sihirle” uğraştıklarını öne sürerek
yaklaşık 2 milyon kadını “Cadı” oldukları gerekçesiyle diri diri yaktırdı ve bu dul kadınların kendilerine kocalarından kalmış olan malları ve arazilerini gasp etti.”[11]

-“ Hıristiyanlıkta gizli örgütler İsa’nın çarmıha gerilişinden sonra, hatta bizzat onunla birlikte vardırlar demek mümkündür. Örneğin spekülatif masonlar, İsa’nın ilk mason olduğunu düşünürler.”[12]

-“ Hıristiyanlığa ve Ekümenizm hareketinin yönlendiricilerine göre Yahudiler ve Müslümanlar “Doğru Yolda Yanlış Adımlar Atan” iman sahibi insanlardır. Bunları“Ekümeneye-Uygarlık” kazanabilmek için Hıristiyanlaştırmak ilk hedeftir.”[13]

-“ Katolik ve diğer Hıristiyan tarikatlarının Osmanlıve T.C. Devlet içindeki “Misyon Bölgeleri” özellikle 19. yüzyılda kurulmuştur. Nedir ki Papalar’la Osmanlı Sultanları arasındaki açık ve gizli ilişkilerin tarihi çok eskilere Fatih dönemine kadar inmektedir. Şimdi bu ilişkilere kısaca bir göz atalım. Papa 4. Paul, Kilise doktrinlerine sofuca bağlı bir adamdı. “Bu doktrinden babam sapsa, yaktırırım” demişti.

1403-1566 yılları arasında 6 Osmanlı Sultanı ile 19 Papa arasında gizli yazışmalar yapılmıştı. Hatta ilginçtir her Pazar ayininde Türkleri Hıristiyanlığın beş düşmanı gösteren Papalar, belgelere göre aynı günün gecesi Türkler’le nasıl anlaşacaklarını ve onlara hangi silahların nasıl satılacağını görüşmüşlerdi… Osmanlı İmparatorluğu’ndaki misyonerlik faaliyetleri ise yoğun olarak 19. Yüzyılda başlamıştır. Özellikle Tanzimat’tan sonra hız kazanmıştır. Bu dönemde Almanlar, İtalyanlar, İngilizler ve ilk kez deniz aşırı misyonerliğe sıvanan Amerikalılar Osmanlı topraklarında cirit atmaya
başlamışlardır.

.. 1918’e gelindiğinde Osmanlı topraklarında Hıristiyanlığı yaymak amacıyla eğitim faaliyetleri veren 1000’den fazla Katolik-Protestan okulu vardı. Bu okullarda takriben 25.000 kadar öğrenci bulunuyordu. Bu okullardan yetişmiş olan Rum ve Ermeni asıllı
öğrencilerin bazıları bugün özellikle Avrupa’da yerleştirilmiş olan Türk düşmanlığını başlatan unsurlar olmuşlardır.”[14]

-“ Roncalli Türkiye’de bulunduğu yıllarda (1935-45) çok iyi Türkçe öğrenmiş ve bazı seçkin kişilerle çok yakın ilişkiler kurmuştu. O yıllarda Kurtuluş-Pangaltı’da bulunan Vatikan temsilciliğine bazıgizli ziyaretler yapılmış ve bunlar Türk İstihbarat elemanlarınca saptanmıştı. Roncalli, son derece halim selim bir adam olarak tanınmıştı. Kendisinden hiç kimse olağanüstü bir girişimde bulunacağını sanmıyordu. Tam bir
bürokrat gibi davranmayı seviyordu. Etliye sütlüye karışmadan olabilecek en pısırık tavırlarla köşesinde oturup emekli olmayı bekleyen bir Tapu Kadastro memuru gibiydi. Ama bunların hepsinin maske olduğu sonradan anlaşıldı. Kardinal yapılan Angelo Roncalli, Türkiye’de çok yakın ilişkiler kurmuştu. Bunlardan biri de 1930’lu yıllarda tanıştığı genç ve gözünün pekliğiyle tanınmış bir politikacıydı. Bu genç politikacı daha sonra İsmet İnönüy’le mücadeleye girdi ve Demokrat Parti’yi kuran üç kişiden biri oldu. Celal Bayar adlı bu politikacı 1950 yılında Demokrat Parti’nin seçimleri kazanmasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Cumhurbaşkanı seçildi. Kardinal Roncalli’nin Türkiye’deki en yakın dostlarından biri işte oydu. Celal Bayar, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Gül ve Haç üyesi dostu Roncalli’nin ricasını kırmadı ve Vatikan’ın Türkiye’de bir Büyükelçilik açması için gereken emirleri vardı. 1958’e gelindiğinde Roncalli, beklenmedik şekilde Papa seçildi ve 23. John adınıaldı. Ve ilk işi de II. Vatikan Konseyi’ni toplamak oldu. Bu konsey Katolik aleminde bomba gibi bir etki yaptı. 1963’de, 23. John öldü ama 1965’de tamamlanan Konsey çalışmaları Papa’nın adını ölümsüzleştirdi. Bu konseyde alınan kararlar günümüzde Katolik alemine ve Papalığa yön vermektedir.

… Celal Bayar ile Roncalli’nin dostluğu Türkiye tarihindeki bir ilke de imzasını atmıştır. Celal Bayar eski dostu Roncalli Papa seçilince Vatikan’a giderek onu bizzat makamında kutlayan ilk Türk ve Müslüman Devlet Başkanı oldu. O güne kadar hiç bir Müslüman devlet başkanı, Papa’nın ayağına gitmemişti. Bu sürpriz ziyaret Vatikan ile Türkiye arasındaki ilişkilerde Ortodoks alemine karşı bir gözdağı olarak Kabul edildi. Papa da bu olağanüstü dostluğu karşılıksız bırakmadı. 1960’da yapılan askeri darbede
Yassıada’ya gönderilen ve daha sonra da idama mahkum edilen Celal Bayar’a çok anlamlı bir jest yaptı.
Türk Silahlı Kuvvetleri adına Celal Bayar’ı idama mahkum eden Sıkı Yönetim Mahkemesi idamdan bir kaç saat önce idamdan vazgeçti. Bir gece önce Ankara’ya gelen ve bizzat Papa 23. John’un mesajını ileten bir Kardinal, darbeci subaylara Celal Bayar idam edilirse Papa’yı ve tüm Katolik alemini karşılarında bulacaklarını en sert dille bildirdi. Sonuçta zavallı Adnan Menderes ve arkadaşları asıldılar, komitacı Celal Bayar daha uzun yıllar yaşadı..”[15]

-“ Türkiye’yi bekleyenlere gelince. Almanlar için önemli olan tıpkı tarihte kendilerinin yaptıkları gibi Türkiye’de İslamiyet’in Türkleştirilmesini istemekte ve bu yönde çalışmalar yapmaktadırlar. Fransa ise Türkiye’deki Laikliğin bekçisidir. Dolayısıyla Devletçi Laisizm’in her ne pahasına olursa olsun korunmasından yanadır. İngiltere bu iki görüşe karşıdır ve Türkiye’nin önderliğinde yeniden bir Hilafet kurulmasına sıcak bakmaktadır. Amerika ise, Türkiye’de artık Devlet’in değil, Liberalleşmiş bir Anayasa’nın en üst değer olarak tanınmasını ve bu anayasanın sınırlarını çizdiği İnsan Hakları çerçevesinde, Fransızlarınkinden daha özgür ve özerk bir “Din ve Vicdan Özgürlüğü”nü yerleştirmek istemektedir. Türkiye önümüzdeki yıllarda işte Batı’dan gelecek olan bu “İslam”la daha çok tanışacaktır.”[16]

-“ Öğretiye göre “Vatikan’da öğrenilen sırlar öbür dünyada bile açıklanmaz.” Vatikan’ın sırlarını açıklayanların ve nesiller boyunca ailelerinin canları ve malları güvenlikte olmaz.” [17]

-“ Papa ve İtalya şu dönemde PKK’ya açıkça destek çıkarak Türkiye ile olan ilişkilerini askıda tutmaktadırlar. Ortadoğu’da uzun bir süredir Kiliselerle Şiiler arasında “Dialog” adı altında bir “ittifak” kurulmuş bulunduğunu ilk kez Cumhuriyet Gazetesi’nde Sn. Leyla Tavşanoğlu’nun benimle yaptığı bir röportajda açıklamıştım (3 Ağustos 1997). Bu ittifakın odağında üç unsur vardır;

  1. l) Türkiye’nin Türkmenistan’la imzaladığı Türkmen doğalgazının nakil, işletme, inşa vs. işleri,

2) Iran’a uygulanan ambargonun kırılması,

3)Vatikan’ın Kürtleri Hıristiyanlaştırma projesi çerçevesinde öncelikle kendi koruma altına alması girişimleri. Kısacası, Vatikan’da iki din kol kola girmiş değil, iki Devlet kol kola siyaset yapmaya başlamışlardır.

.. Kiliseler 1965’den bu yana Ortadoğu’daki Kürtçülük hareketleriyle ve 1983’den sonra da PKK ile çok yakından ilgilenmekteydiler. Güney Doğu Anadolu’daki ilk gizli ve örgütlü etnik ve dinsel ayrımcılığı esas alan istihbarat Faaliyetlerini 1962’de Barış
Gönüllüleri adıyla bölgeye gönderilen çoğunluğu Katolik ve Anglikan Kiliseleri’ne kayıtlı Amerikalı uzmanlar başlatmışlardı.
Bunlar üç yıl süreyle bu bölgede yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulundular, bir çok
vatandaşımıza din değiştirme telkinleri yaptılar, inanılmaz vaatlerde bulundular ve etnik ve dinsel ayrımcılığı körükleyecek bölgesel inanç farklılıklarını “Bilgi” haline dönüştürerek ABD’deki Çeşitli istihbarat birimlerine aktardılar. Bu gönüllülerin hazırladıkları raporların bir kısmı da doğrudan doğruya Kiliselere gitti.”[18]

-“ Diyalog ve Hoşgörü toplantılarını düzenleme faaliyetleri ise daha 1960’da ilk kez gündeme gelmişti ve taraflar Amerika’da kısaca SCO-Bfl diye bilinen (Standing Conference of Canonical Ortodox Bishops of America) daimi bir konferans örgütü kurmuşlardı, işte bu örgütün yıllar süren çabaları sonucunda dünyadaki “Komünist” hareketin gelişme çizgisi de göz önünde tutularak ilk uluslararası Diyalog ve Hoşgörü toplantıları düzenlenmeye başlandı.
Bu karar Lübnan’daki Balamand Manastırı’nda Temmuz 1993 yılında düzenlenen gizli bir toplantıda alındı ve ilk Hoşgörü ve Diyalog Konferansı’nın sembolik önemi de dikkate alınarak istanbul’da yapılmasına karar verildi.

Apo mektubunda  Papaya şöyle yazmış:
“Suriye’de bulunduğum sırada Suriye Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Yoharına Ibrahim Mar Gregorius ile bir çok kez görüştüm. Türkiye’deki rejim sadece Kürtleri değil, Ermenileri, Süryanîleri ve Rumları da imha etmiştir. Ben, Kürdistan topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları da Türk vahşetinden korumak için savaşıyorum. Beni bu savaşta yalnız bırakmayacağınıza eminim.”[19]

-“ KK ve ayrılıkçı Kürt hareketinin arkasındaki destekçilerin başında Kiliseler vardır.
PKK olayında hiç dikkat edilmeyen bu husus umarım bundan sonra dikkate alınır.
Ortadoğu’daki Kilise ve Islami Harici fraksiyonlar çok uzun zamandır bir ittifak içindeler, benden uyarması.”[20]

-“ PKK’nın elebaşısı Apo yakalanıp yargılandı ve idama mahkum edildi, Apo olayının bundan sonrasını nasıl görüyorsunuz?
-Abdullah Öcalan yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı. Batılılar dahil hiç kimse onun adil yargılanmadığını iddia edemedi. Bundan sonra ne olacak? işte soru burada başlıyor. İdam cezasının yerine getirilmesi için daha çok uzun bir yol var. Bu uzun yolun sonunda TBMM’den onaylanırsa idam cezasının infaz tezkeresi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in önüne gelecek. Tahminime göre Süleyman Demirel bu infazı onaylayamaz. Korktuğu, çekindiği için değil, ama açıkça yazılması sakıncalı olan bazı sebeplerle ‘bu imzayı atamaz’ diyorum. Bu durumda ne olur? Demirel yurtdışına uzun bir geziye gider. Yetkilerini ya TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut’a ya da o yoksa Meclis Başkan vekillerinin en kıdemlisine bırakır. O zaman da Apo sorunu kendi mecrasında çözümlenir.

* Hadise bu kadar basit mi?
* Arada neler olur? Arada önce AB baskı yapar, asmayın der. Giderek Almanya’nın, italya’nın ve Rusya’nın ricacıları devreye girerler. İş ciddiye binerse bu kez bizzat Vatikan’dan bir mektup yollanarak, Demirel’den infazın onaylanmaması istenir. Papaya rağmen Türkiye’de adam asmak kolay değildir. Size bir olay anlatayım:

27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında Celal Bayar da idama mahkum edilmişti, Ama Papa 23. John eski dostu Celal Bayar’ı idamdan kurtarmayı başardı. Bu Papa, 1935-42 yılları arasında Türkiye’de bulunmuştu. Usta bir istihbaratçıydı ve güzel Türkçe konuşurdu. Celal Boyar tarihte ilk kez Papanın ayağına giderek onun Papa olmasını kutlayan ilk ve tek Müslüman devlet başkanıydı.
Benzer durum hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, Apo için de gündeme gelecektir. Vatikan’ın Dinler arası Diyalog çağrısında yer alan barı Islami gruplar da benzer ricalıkta Papayı aratmayacaklardır.”[21]

-“ Yeryüzünde eşi ve benzeri bulunmayan bir medeniyetin sahibi milletimiz bugün de keskin bir virajın eşiğinde bulunuyor. Kapımızı çalmasına ramak kalan 2000 yılı milletimiz ve ülkemiz için hayati önem taşıyor.”[22]

-“ Fener Patrikhanesi Dünya Kiliseler Birliği’nin baş planlayıcısı ve kurucusudur, Amerikan Kiliselerinin birkaçı hariç tümü Dünya Kiliseler Birliği’ne üyedirler.
Bu Hıristiyan Birliğinin hedefi başta Islam alemi olmak üzere tüm Asya ülkeleridir.”[23]

-“ 14. Lambeth Konferansı : AytunçAlltındal’ın bahsettiği Lambeth Konferansı 18 Temmuz 1998’de ingiltere’nin ünlü Canterbury Katedrali’nde toplandı. Bu toplantıda alınan kararlardan bazılarını Islam dinine ve Müslümanlara yönelik yorumuyla birlikte Altındal şöyle sıraladı: Konferans sırasında misyonerlik faaliyetlerine özellikle hız verilmesi istendi. Kiliseler en yüklü bütçelerini misyonerlik faaliyetlerinin hızlandırılması için ayırdılar. Hedef ülkeleri ise Asya’daki Türki Cumhuriyetler ve Ortadoğu’daki halkları Müslüman ülkeler olarak koydular. Söz konusu ülkelere gidecek olan Anglikan misyonerlerinin “içerden” seçilmesine karar verildi. Örneğin Türkiye’de, Anglikan yapılmış bu ülkenin insanları kullanılacak.

…Kilise gerçekten de tüm dünyada Katolik, Ortodoks ve Luteran Kiliselere oranla üye sayısını en çok arttıran Kilise olmuştu. Ilginçtir ki İngiltere’de üye sayısı azalırken bu Kilisenin Afrika. Orta Doğu ve Asya’da yeni üye sayısı çok hızlı bir artış göstermişti.”[24]

*********************     

On yedinci yüzyılda İstanbul, 700.000’e ulaşan nüfusuyla oldukça kozmopolit bir şehirdi. Nüfusun yaklaşık olarak %58,8’I Müslüman, %34,8’i Ermeni ya da Rum Hıristiyan, %6,4 kadarı ise Yahudi idi ( Mantran, İstanbul, 46).[25]

-“Osmanlı Devleti sınırları içindeki Hristiyan çocukları devşirildi. Bu usül, Çelebi Mehmed döne​minde (1413-1421) uygulanmaya başlandıysa da, kanunlaşıp bir sisteme
kavuşması Fatih Sultan Mehmed’in babası II. Murad’ın hükümdarlığı döneminde (1421-1451) oldu. Kapıkulu ocaklarının ihtiyaçları belirlenip Divân-ı Hümâyûn’a bildirilerek buradan çıkan karara göre belirli bölgelerdeki Hristiyan ailelerinin sekiz ila yirmi yaş arasındaki gençleri devşirilirdi.

Yeniçeri Kanunu’nda devşirileceklerin özellikleri “Papaz oğ​lunu ve kâfir arasında aslı iyi olan kâfirin oğlunu alalar. İki oğlu olanın birisini alalar. Babası ve anası ölüp yetim kalan oğlanı almayalar. Gözü aç ve edepsiz olur. Sığırtmaç ve çoban oğlunu dahi almayalar, zira onların her biri dağda büyümüşlerdir, edep​sizdirler. Kel olanı almaya, fodal ve geveze olur. Aceleci oğlanı almayalar, kıskanç ve inatçı olur. Sureta taze şeklinde olan köse oğlanı alınmaya, fitne ve fesat ehli olduğundan başka, düşman gözüne ufak gelir. Doğuştan sünnetli olan oğlan alınmaya.
Türkçe bilen ve kâfirdeyken evli olan oğlan alınmaya, yüzü gözü açık olur ve evli olan ise padişaha kul olmaz. Sanat ehli olan oğlan dahi alınmaya, zira sanat ehli olan maaş için bela çekmez. Çok uzun boylu olan oğlan alınmaya, ahmak olur. Çok kısa boylu olan oğlan alınmaya, fitne olur. Orta boylu alınmak gerektir” şeklinde belirlenmiştir.”[26]

Dün Osmanlının yükseltmek amacıyla yaptığını bugün batı-AB-ABD müslüman çocuklarını çalarak, onları müslümanlarla savaştırmak amacıyla kullanmaktadır.

-“İrlanda Başbakanı (Taoiseach) Leo Varadkar ile birlikte Dublin Şatosu’nda bir konuşma yapan Papa Francesco şunları söyledi:

İrlanda’da kilise üyelerinin, korumakla ve eğitmekle yükümlü oldukları çocuklara yönelik tacizinin yarattığı ağır skandalı görmezden gelemem. Kilise yetkililerinin – piskoposların, üst düzey din adamlarının, rahiplerin ve diğerlerinin- bu iğrenç suçlarla gerekli şekilde yüzleşmekte başarısız olması haklı olarak öfke yarattı ve Katolik cemaatinde hala acı ve utanç kaynağı olmayı sürdürüyor. Ben de bu hisleri paylaşıyorum.”[27]

-“ Avrupa’da cinsel hayatı ve genelevleri de Roma Kilisesi yönlendirmişti. Volter’in yazdığına göre Paris’teki genelevler bizzat Katolik Kiliseleri tarafından “sağlık” denetiminde genelevlerinin daha temiz ve kızlarının da daha sağlıklı olduklarını duyuran ilanlar veriyorlardı.!” [28]

***************  

*Papaz görünümlü ajanla, hoca görünümlü papaz arasındaki fark nedir?

Bu gün hala Fetöye mensubiyetini sürdürenlerin dile getirdikleri temize çıkarma oyunu ise; Şu anda eski Cizvit papazlarının bulunduğu Pensilvanyadaki yerde bulunan kişinin Gülen olmadığı, onun ölüp yüzü değiştirilen başka birisinin olduğu söylenmektedir.

Bu iddia Adnan Oktar için de söylenmektedir.

Sebebi ise; önceki halleriyle şimdiki hallerinin birbiriyle taban tabana zıt ve bağdaşmaz bir durum olmasından dolayıdır.

Ancak korkarım ve de çok da korkarım ki; bu durum daha sonraları Hz. İsaya atfedilen Göğe çekilde, dünyanın sonunda tekrar dünyaya dönecektir, şekline de dönerse şaşırmayın.

İnşaallah bu karpuzu onların aklına getiren kimse ben olmam!!!

***************** 

BARNABAS İNCİLİ:

Hocagil, Barnabas İncili’nde nelerin yazdığıyla ilgili de şunları söylüyor: “Tevhitten
başka bir şey yoktu. Zikrullah vardı. İbadet etmenin önemi, Allah’a eş koşmama, bu arada komşulara yardımcı olma, Lut Kavmi ile ilgili bazı uyarıcı bilgiler ile ilgili ibret alınmasını öğütleyen bir kıssa vardı. Dikkatimi çeken bir şey daha vardı. Ayette, ‘Bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacak(!)’ diyordu.”
Hocagil, Barnabas İncili’nin son sayfasında, Aziz Barnabas’ın bu incili dört nüsha olarak yazdığını ve diğer üç nüshanın da yerlerini belirttiğini söylüyor: “İnciller’in biri İsrail’de, diğeri Arabistan Yarımadası’nda diğeri ise Kuzey Irak’ta Süleymaniye Zaho taraflarındaydı. Orgeneral Nahit Şenoğul Paşa’nın verdiği Barnabas İncili’nin son sayfalarında Hz. Davut’un kendi eliyle yazdığı Aramca Zebur ve Hz. Harun’un bakır levhalara yazdığı On Emir’in nerede olduğuna ilişkin bilgiler de vardı.”
Hocagil, Hz. Davut’un Sarayı’nda bulunan İncili de tercüme ettiğini söylüyor: “Bu
tercümeyi Almanca ve İngilizce olarak Yunanistan’daki Markos Yayıncılık için yaptım.
Genelkurmay’daki İncil’le İsrail’de bulduğumuzun tek farkı tefsirli oluşuydu. Barnabas, Uludere’de bulunan İncil’e bazı şerhler düşmüştü. Tercüme parası olarak 15 bin dolara anlaşmıştım.”
Hocagil, Markos Yayıncılık’la aracı olanın ise ismini söylüyor. Bu isim, son günlerde
adını sıkça duyduğumuz Ergenekon Soruşturması’nın bir numaralı sanıklarından: “Aracı, Adem Taşdemir’di. Taşdemir, Ergenekon’un kilit ismi Tuncay Güney’le birlikte ‘cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak’ iddiasıyla gözaltına alınmış, daha sonra serbest bırakılmıştı. Taşdemir’in bir özelliği de Emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün yaveri olmasıydı!” Hamza Hocagil’in bir başka iddiası ise Barnabas İncili’nin hâlâ Genelkurmay Özel Harp Dairesi’nde olduğu yönünde.
Ancak İncil’in son sayfasında Aziz Barnabas’ın söz konusu İncil’i dört nüsha olarak
yazdığını fark eden Hocagil, Nahit Şenoğul Paşa’nın yardımlarıyla bu kez diğer 3 İncil’in peşine düşer. Ardından biri hariç diğer 2 İncil de bulunur. Uluslar arası istihbarat örgütlerinin müdahil olduğu bu inanılmaz olaylar dizisinde olaya karışan bazı isimler hayatını kaybeder. İncil’lerden biri İsrail’de bulunur. İsrail nüshasını bir Alman firmasının sponsorluğunda, İsrail Cumhurbaşkanı İsak Rabin’in torunu Viktoria Rabin ile birlikte çıkarır. Viktoria Rabin, İncil’in gerçek nüshalarını okuduğunda Müslüman olur. Fakat yaptığı kazı çalışmalarında 10 Emir ve Zebur’un izini sürerken, Etiyopyalı bir zenci tarafından öldürülür. İsrail’de bulunan İncil önce Vatikan’a satılmak istenir. Vatikan adına İncil ile igili görüşmelerde bulunan Kardinal Mario, “açıklanamayan bir

sebeple” hayatını kaybeder. Olaylar, gizli bir örgütün planlaması ile çok farklı boyutlar kazanır.
İncil bu kez, bir yayınevi üzerinden Yunanistan’a satılır.
Bu arada JİTEM’e bağlı kimseler Kıbrıs’ta, Aziz Barnabas’ın mezarını 1996’da soyar.
Veli Küçük ve başka önemli kişilerin bu işe karıştığı söylenir. Askerler mezardan ne almışlardır?
KKTC’de soygunu araştıran Gazeteci Kutlu Adalı, aldığı tehditlerden kısa bir süre sonra öldürülür. Kutlu Adalı’nın eşi İlkay Adalı cinayeti Avrupa İnsan Hakları mahkemesine götürür ve Türkiye olayın aydınlanması için gereken özeni göstermediği gerekçesiyle mahkum olur. Adalı öldürülmeden kısa süre önce, Abdullah Çatlı’nın Kıbrıs’a geldiği tespit edilir. (Bknz. Apokrifal).
Prof Dr Hocagil, bu arada İsrail’e gider, daha sonra öldürülecek olan Viktoria Rabin’le birlikte bu Barnabas İncil’i üzerinde de çalışmaya başlar. Ama Viktoria Rabin de öldürülür. Barnabas İncili Apokrifal adlı incelemeye göre, ‘ele geçirenler tarafından’ Yunanistan’a satılmak istenir. Aracı Kardinal Mario diye birdir. Ama o da, ‘açıklanamayan bir nedenle’ ölür!
Star gazetesinde 22 ve 23 Ocak 2009’da arka arkaya konuyu işleyen yazar Aziz Üstel’i
arayan Batman Başsavcısı Sayın Mustafa Peker, olayla çok yakından ilgilenir. Çünkü Barıştepe Köyü Moriyakup Kilisesi Rahibi Edip Gabriyel Savcı’nın kaçırılmıştır. Bu Rahip, çevrede çok sevilen sayılan bir kişidir ve kaçırıldıktan bir süre sonra serbest bırakılır. Süryani alfabesini çok iyi bilen Rahip Efendi, belki de Aramice’yi de bilen sayılı isimlerdendir.

-“Theodor Zahn’a göre, M.S. 250’ye kadar İman’ın ilk şartı şuydu: ‘Allah’ü Teala’ya inanırım.’ En az bir asır sonra ‘Teala’dan önce ‘Baba’ kelimesi ilave edildi. Bir takım Kilise liderleri tarafından şiddetle muhalefet edildi buna. Piskopos Victor ve Yephysius’un bu müdaheleye karşı çıktı, çünkü, İlahi Kitaplar’a en ufak bir kelime ilave ve çıkarmasında bulunmanın düşünülemez bir saygısızlık olacağı inancındaydı onlar. Bu iki piskopos, Hz. İsa’yı ‘ilahi’ bir şahsiyet olarak görmeğe de karşıydılar.
Esinlendikleri rehber tevhid eri Barnaba’dan başkası değildi.”[29]

Bu günkü hrisriyanlık dini, kesinlikle Hz. İsanın dini değil, Pavlusun dinidir.

-“ Gerçekte İsa Mesih diye birisi hiçbir zaman varolmadı. Hıristiyanlığın gerçek kurucusu Yahudi asıllı İsa değil, Anadolulu pağan Tyanalı Apollonius’tur .”[30]

-“ İncil’in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih’e atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil ‘intihal’izlemini vermektedir. Bunların birçoğu, İsa’nın ağzından çıkmamış sözlerdir.”[31]

-“ İncil’de adı geçen tam on Meryem vardır ve bunlardan İsa’nın annesi olarak gösterilen ‘Bakire Meryem’ dışındakilerin kimlikleri koyu bir sis perdesinin ardına saklanmıştır. Bu on Meryem’den hangisinin Maria Magdelana olduğu da belli değildir. Hatta Maria Magdelan’nın , İsa’yı yetiştirmiş olan bir süt anne olduğu bile iddia edilmiştir.”[32]

-“ Hristiyan kadınlar yöz yıllarca İncil’i okuyamamışlar ve ona el sürememişlerdi. Bu saçma yasağı kaldıran ilginçtir ki, eşlerini öldürmekle ünlenmiş olan İngiltere Kralı VIII. Henry olmuştu.”[33]

****************    

-“ Batılı devletlerin, Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da yürüttükleri askerî ve diplomatik istihbarat ve casusluk faaliyetlerinde, çok ilginçtir ki ticari amaçlar ön planda olmuştur. Örneğin I. Murat döneminde papalar her pazar ayininde Türklere lanet yağdırırken, akşamları oturup Türklere hangi silahların kaça satılacağını konuşuyorlardı. Papalık ayrıca Rum Ortodoks ve Ermeni kiliselerinde neler konuşulduğunu da özel ajanları aracılığıyla izliyordu. Bugünkü Vatikan’ın arşivlerinde bu gizli istihbaratçılar tarafından yazılmış binlerce belge vardır.” [34]

“İstihbaratçıların devlet başkanları olmalarına da bu nedenle çok sık rastlanır. ABD’de de Ronald Reagan, FBI ajanı (Kod: T-10) olarak çalışmıştı, Baba Bush ise doğrudan CIA’yı yönetmişti. Sovyetler’de Andropov, KGB’nin başıydı, günümüzdeki Vladimir Putin ise geçmişte KGB’nin en “güvenilir casusu” idi.” [35]

-“ İlginçtir ki Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u zapt etmesinden sonra Osmanlılar da bu casusluk ve istihbarat örgütlerine benzer kuruluşlar oluşturmuşlardı. Özellikle II. Bayezid döneminde Osmanlılar ile Papalık ve Avrupa devletleri arasında çok yoğun “gizli” ilişkiler vardı. II. Bayezid dönemine damgasını vuran, Cem Sultan olayı sırasında padişah ile Malta Şövalyeleri arasında casuslar tarafından yönlendirilen yoğun bir istihbarat trafiği kurulmuştu. Bu gizli casusluk yazışmalarını ilk kez 1975’te Paris’te görmüştüm. Bizans uzmanı bir Fransız tarafından önce Fransızcaya, sonra da Türkçeye çevrilen bu gizli yazışmalar daha sonra TTK (Türk Tarih Kurumu)
tarafından yayımlanmıştır.”[36]

-“ Ünlü Robert Kolej, ABD’li zengin Hamlin ailesi tarafından kurulmuştu. Bu aile, Protestan Hristiyanlığı, Osmanlı topraklannda yaygınlaştırmak için çok yoğun bir faaliyet sürdürmüştü. O dönemde bu okulda öğrenci olan Müslüman gençlerden bazılan bu misyonerlik tuza­ğına düşerek Hristiyan olmuşlardı. Robert Kolej ayrıca Osmanlı’daki, Amerikalı, İngiliz ve Rum casuslann da yuvası olmuştu. Birçok casus bu okulda öğretmen kisvesi altında faaliyet göstermişti.”[37]

-“ İstanbul günümüzde de CIA’nın en yoğun olarak faaliyet gösterdiği, en gizli ajanlık ve casusluk faaliyetlerini yönettiği bir kenttir.
Avrupa’da en çok CIA ve FBI ajanı istanbul ve Türkiye’dedir. Yaklaşık 350-400 kişilik bir kadroya sahip olduğu, bunun Türkiye içinden devşirilmiş muhbir, ajitatör ve ajan provokatörlerle birlikte en az 4.000 kişiye ulaştığı tahmin edilmektedir. Anımsanacağı üzere, Irak operasyonu başlamadan önce CIA, Talabani ve Barzani aşiretlerinden derlediği kadın-erkek 5.700 Kürt’ü, ABD’ye götürerek Irak operasyonu için yetiştirmişti. Bu ajanlar şimdi Irak’ın kuzeyinde PKK ile kol kola Türkiye aleyhinde faaliyetler yürütüyorlar.”[38]

-“ CIA ve FBI, Newsweek dergisi adına tam 460 casus gazeteci kimliği verdirmişti. İspanya’ya gitti ve London Times gazetesine yazılar yazdı. Bu yazılarında ilk kez şifreli metinler kullandı ve bunlar “açık istihbarat” alanında Sovyetlerin ajanları tarafından Moskova’ya iletildi. Kim Phüby, öte yandan Ürdün, Lübnan ve İstanbul’da da Yahudiler lehine bazı faaliyetler yürüttü. Bu nedenle kendisinden hiç kuşku duyulmayan Philby’e, İngiltere hükümeti 1945’te Üstün Hizmet Madalyası verdi.[39]
-Şimdi Abd casusu olarak sorgulanan Brunson ilki değildir. -“ Aldrich Hazen Ames (26 Mayıs 1941) 1994 yılında Sovyetler Birliği ve Rusya adına casusluk yapmaktan hüküm giyen, eski CIA karşı istihbarat subayı ve üst düzey yönetici…”[40]

-“ Sir Sydney Reilly. Gelmiş geçmiş en karizmatik casus. Türkiye’de de casusluk yaptı. Lenini öldürecekti. James Bond onun yaşamından kurgulandı.”[41]

-“ Sir Peter Laurence, ingiliz Büyükelçi ve istihbaratçı. Kenan Evren’i, Yunanistan konusunda ikna etti. Ankara’da Türkçe konuşuyordu.”[42]

-“ Viıginia Hail. Amerikalı casus. OSS Başkam Bili “Wild” Donovan’dan Üstün Hizmet Nişanı aldı. 1945. izmir’de vurularak yaralandı.”[43]

-“ Eski Bursa Valisi ve Dışişleri Bakanı ihsan Sabri Çağlayangil’in anlattığına göre, günümüzde MİT (Millî istihbarat Teşkilatı) olarak bilinen ulusal güvenlik örgütünde görev yapan istihbaratçıların maaş­ları 1973’e kadar CIA’nin bütçesinden karşılanmıştı! Hazin ama gerçektir ki o döneme kadar Türk gizli istihbaratı, bir anlamda CIA’nin
“Sibling” (kardeş) dediği bir örgüttü. CIA dilediği gibi at oynatmış, bu arada DIA, ASA ve Minareciler, Türkiye’de cirit atmışlardı. MİT, 1977’den sonra toparlanmaya başladı. 1980’lerde Ankara’da görevli olan CIA şefi Clarridge’in Bulgaristan’da yaptığı bir açıklamaya göre CIA artık MİT içinde hiç etkili olmamaya başlamıştı. Bu istihbaratçının dediğine göre MİT sadece CIA’yı izler hâle gelmişti. Öyle ki daha sonraki yıllarda CIA hesabına çalışan bir albayı tutuklatmış ve cezaevine göndermişti. Bu albay, cezasını çekerken tutukevinde ölü bulunmuştu.[44]

-“ Çağlayangil çok iyi Rusça bilirdi ve mesleğe istihbaratçı olarak başlamıştı. Bursa
Valiliği sırasında 1950’li yıllarda Ayetullah Humeyni, Bursa’da ikamet etmiş ve Çağlayangil’in ekibi tarafından adım adım izlenmiş ve görüntülenmişti.”[45]

-“ Amerikan yönetimi 1948’den beri ama en çok Başkan Bush dö­neminde Türkiye’deki ve Irak’taki Kürt aşiretleriyle yakından ilgilenmişti. Başta Fuller ve Alan Makovski olmak üzere CIA patentli bilim adamları Türkiye’den Irak’a geçip burada Barzani ve Talabani ile gizli toplantılar yaparlardı. Bu görüşmelerin sonucunda Washington’da bir Kürt Bürosu açılması kararlaştırıldı. Saddam’a karşı CIA, PKK’yı ve Barzani-Talabani Birliği’ni yönetmek için bu büroyu açtı.
Kısaca AKIN (American Kurdish Information Network) adıyla bilinen bu merkez Amerikan istihbaratının tüm Kürt hareketini yönlendirdiği merkezdi. Adresi, 2600 Connecticut Avenue’deydi ve Talpalar “Building” adlı binadaydı.
Alt katında bir Meksika restoranı vardı ve merkez binayı kaplayan dev bir Marilyn Monroe resminin ardına gizlenmişti. Bu merkez, Türk istihbaratı tarafından deşifre edilince, 2004 yılında dağıtılarak Kitaptaki fotoğraflar arasında bu binayı da görebilirsiniz. başka yerlere konuşlandırıldı. Bunlardan biri günümüzde Brooklyn’deki “Kurdish Library” adlı kuruluştur. Başında Iraklı bir Kürt’le evli olan Vera Beaddin-Saedpoor adlı bir kadın vardır. Özellikle Irak Kürdistanı diye tanımlanan bölgeyle ilgili tüm bilgiler buradan Hüseyin El-Kürdi adlı kişi tarafından yayılır. Bu birimle ilgili
kişi CIA’nm eskilerinden Paul Henze’dir.”[46]

-“ Bu kitabın ilk bölümü fahişeler ile casusların yollarının tarih boyunca hep kesiştiğinin anlatımı idi. Gerçekten de casusluk ve fahişelik tarihin bilinen en eski iki mesleğidir. İki mesleğin birçok ortak noktası vardır. Örneğin gizlilik, para, şöhret ve halkın bu kişilerin yaptıklarını öğrenmek isteği.
Walter L. Pforzheimer, CIA’dan emekliye ayrılmış çok deneyimli bir casustu. Ona göre ilk casusluk olayı Adem ile Havva arasında geçmişti. İncil’in ünlü “Yılan’i ilk casus ve Havva da onun ilk “Asset’i olmuştu. Arkeologlar ise Suriye’de günümüzden 3800 yıl önce yazılmış bir tuğla tablette casuslardan yakınıldığını yazmışlardır.
Diğer ülkeler bir yana, o günlerden bu yana Anadolu toprakları casusların en çok gönderildiği bölge olmuştur. “Dünyada belki baş­ka hiçbir ülkeye bu denli çok ve çeşitli ülkelere mensup casus, ajan, muhbir ve istihbaratçı gelmemiştir” denilse yeridir. Soğuk Savaş yıllarında (1945-1993) en iyimser tahminle, ortalama 25 ülkeden Türkiye’ye yaklaşık 10.000 kadar casus, ajan vb. gelmiştir.”[47]

-“ Derin Devlet’in kurucusu NATO’dur, 1947’den bu yana gelmiş geçmiş tüm NATO Genelkurmay Başkanları ve Başkanlardır.”[48]

Onlarda göbekten vatikana ve papalığa bağlıdırlar.

-“ Son sözün sonu: “Bir insanın sağlığının korunması ve hastalıklara karşı savunulması ne denli önemliyse “Ulusal Güvenlik”, “Ulusal istihbarat” ve “Ulusal Savunma” da en az o kadar önemlidir.”[49]

MEHMET ÖZÇELİK

03-09-2018

[1] Bilinmeyen Vatikan – I – Aytunç ALTINDAL- Sh.8.

[2] aGE. Sh.3.

[3] aGE. Sh.3.

[4] Age.6.

[5] Age.7-8.

[6] Age.11-12.

[7] Age.14.

[8] Age.15-16-

[9] Age.18.

[10] Age.20.

[11] Bilinmeyen Vatikan II- Aytunç ALTINDAL- Sh.5.

[12] Age.7.

[13] Age.10.

[14] Age.15.

[15] Age.18-19.

[16] Age.19.

[17] VATIKAN VE TAPINAK ŞÖVALYELERI-AYTUNÇ ALTINDAL-Sh.7.

[18] Age.74.

[19] Age.75.

[20] Age.76.

[21] Age.80.

[22] Age.87.

[23] Age.90.

[24] Age.93.

[25] OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA ASKERÎ İSYANLAR ve DARBELER E.AFYONCU-A.ÖNAL- U.DEMİR.

[26] Age.9.

[27] https://www.yenisafak.com/dunya/papa-utanc-duyuyorum-3391847

[28] Bilinmeyen Vatikan – I – Aytunç ALTINDAL- Sh.9.

[29] Mesih’in Hızır’ı Barnaba-37-38.

[30] Vatikanın Gizli Yüzü Aytunç Altındal-Sh.3.

[31] Age.5.

[32] Age.6.

[33] Age.7.

[34] T Ü R K İ Y E ‘ D E VE D Ü N Y A D A  C A S U S L A R- A Y T U N Ç  A L T I N D A L-Sh.32.

[35] Age. Sh.10.

[36] Age.31-32.

[37] Age.Sh.35.

[38] Age.42.

[39] (İngiliz İmparatorluk Nisam)”Age.44.

[40] Age.66. Bak. https://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:zMOiohjz5PAJ:https://tr.wikipedia.org/wiki/Aldrich_Ames+&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr&client=firefox-b  

[41] Age.68.

[42] Age.71.

[43] Age.75.

[44] Age.125-126.

[45] Age.127.

[46] Age.140-141.

[47] Age.143.

[48] Age.146.

[49] Age.149.

ÇARESİZSENİZÇARE SİZSİNİZ

HER GÜNE BİR BEYİT paylaştı: 14 Eylül 2016 Çarşamba

Loading

No ResponsesEylül 5th, 2018