Yalan kelimesi için arama sonuçları (281 sonuç bulundu)

*Yalan kelimesi için arama sonuçları (281 sonuç bulundu)

1. 2 / BAKARA – 10   Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ(maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).
Onların kalplerinde maraz (hastalık) vardır. Allah da bu sebeple onların hastalığını arttırdı. Tekzip etmiş olmaları (Allah’a ulaşmayı yalanlamaları) sebebiyle onlar için elîm bir azap vardır.

  1. 2 / BAKARA – 39   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâr(nârı), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateş ehlidir, orada ebedî kalacak olanlardır.
  2. 2 / BAKARA – 87   Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
    Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.
  3. 3 / ÂLİ İMRÂN – 11   Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
    (Onların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi yalanladılar, bunun üzerine Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı. Ve Allah ikâbı (azabı) şiddetli olandır.
  4. 3 / ÂLİ İMRÂN – 61   Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(kâzibîne).
    Artık kim sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: ”Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.”
  5. 3 / ÂLİ İMRÂN – 75   Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
    Kitap ehlinden öyle kimseler var ki; ona kantar kantar (altın) emanet etsen onu sana iade eder. Ve yine onlardan öyle kimseler var ki; eğer ona bir dinar emanet versen başında devamlı dikilmedikçe onu sana iade etmez. Bu onların: “Ümmiler hakkında bizim üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur.” demelerindendir. Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
  6. 3 / ÂLİ İMRÂN – 78   Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
    Ve muhakkak ki onlardan (Ehli Kitap’tan) bir grup mutlaka, onu (okuduklarını) kitaptan zannetmeniz için kitabı okurken dillerini eğip bükerler oysa o kitaptan değildir. O, Allah’ın katından olmadığı halde: “O, Allah’ın katındandır” derler. Ve onlar Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
  7. 3 / ÂLİ İMRÂN – 94   Fe menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
    Artık bundan sonra kim, Allah’a yalanla iftira ederse, o takdirde işte onlar, onlar zalimlerdir.
  8. 3 / ÂLİ İMRÂN – 137   Kad halet min kablikum sunenun, fe sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Sizlerden önce (bir çok kavimlerde) Allah’ın sünnetleri gelip geçti. Artık yeryüzünde gezin (Allah’ın âyetlerini) böylece yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş bakın.
  9. 3 / ÂLİ İMRÂN – 184   Fe in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike câu bil beyyinâti vez zuburi vel kitâbil munîr(munîri).
    Artık seni yalanlarlarsa (üzülme), halbuki, senden önceki, açık belgeler, yazılı sayfalar ve nurlu kitaplar getiren resûller de yalanlanmıştı.
  10. 4 / NİSÂ – 50   Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe) ve kefâ bihî ismen mubînâ(mubînen).
    Bak, Allah’a nasıl yalanla iftira ediyorlar ve (bu) ona apaçık bir günah olarak kâfidir.
  11. 5 / MÂİDE – 10   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cehîm(cehîmî).
    Ve inkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar alevli ateş (cehennem) halkıdır.
  12. 5 / MÂİDE – 41   Yâ eyyuher resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufri minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne lil kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuk(ye’tuke) yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh(mevâdııhî), yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike lehu minallâhi şey’â(şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhire kulûbehum lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhıreti azâbun azîm(azîmun).
    Ey Resûl! Ağızlarıyla îmân ettik deyip, kalpleri îmân etmeyenlerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Ve yahudilerden dinleyenlerin bir kısmı, sana gelmeyen başka bir kavme yalan söylemek için dinleyenlerdir. Kelimeleri sonradan yerlerinden kaydırıp, değiştirirler ve: “Eğer size bu verilirse o zaman onu alın, eğer (böyle) verilmezse o taktirde kaçının.” derler. Ve Allah, kimin fitne içinde kalmasını dilerse, artık sen, onun için Allah’tan bir şeye asla mani olacak değilsin. İşte onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemeyi dilemez. Onlar için, dünyada bir rezillik vardır, ahirette de onlara “büyük azap” vardır.
  13. 5 / MÂİDE – 42   Semmâûne lil kezibi ekkâlûne lis suht(suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â(şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bil kıst(kıstı) innallâhe yuhıbbul muksıtîn(muksıtîne).
    Yalansöylemek için dinleyenler, çok haram yiyenler, sonra da (Tevrat’ın hükmüne razı olmayıp) eğer sana gelirlerse, o taktirde onların arasında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Ve eğer, onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla (hiç) bir şeyle zarar veremezler. Ve şayet, aralarında hükmedecek olursan, o taktirde adalet ile hükmet. Muhakkak ki Allah muksıtîn (âdil) olanları sever.
  14. 5 / MÂİDE – 70   Lekad ehaznâ mîsâka benî isrâîle ve erselnâ ileyhim rusulâ(rusulen) kullemâ câehum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusuhum ferîkan kezzebû ve ferîkan yaktulûn(yaktulûne).
    Andolsun ki Biz, İsrailoğulları’ndan misak aldık ve onlara resûller gönderdik. Onlara her resûl gelişinde,nefislerinin hevâlarına uymadığından dolayı, bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürdüler.
  15. 5 / MÂİDE – 86   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
    Ve, kâfirler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar, Ashab-ı Cahîmdir (cehennem ehlidir).
  16. 5 / MÂİDE – 103   Mâ cealallâhu min bahîretin ve lâ sâibetin ve lâ vasîletin ve lâ hâmin ve lâkinnellezîne keferû yefterûne alâllâhi kezib(kezibe) ve ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
    Allah, ”bahîre, sâibe, vasîle ve hâm” diye bir şey yapmamıştır (meşru kılmamıştır). Ama o kâfirler (inkâr edenler), Allah’a karşı yalan iftirada bulunuyorlar (uyduruyorlar). Onların çoğu aklını kullanmıyor.
  17. 6 / EN’ÂM – 5   Fe kad kezzebû bil hakkı lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâû mâ kânûbihî yestehziûn(yestehziûne).
    Böylece onlara hak geldiği zaman, onu yalanlamışlardı. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri yakında onlara gelecek.
  18. 6 / EN’ÂM – 11   Kul sîrû fîl ardı summenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    De ki: “Yeryüzünde dolaşın. Sonra bakın, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu.”
  19. 6 / EN’ÂM – 21   Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyatihî), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
    Allah’a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz (kurtuluşa eremezler).
  20. 6 / EN’ÂM – 24   Unzur keyfe kezebû alâ enfusihim ve dalle anhum, mâ kânû yefterûn(yefterûne).
    Bak! Kendilerine karşı nasıl yalan söylediler. İftira etmiş oldukları şey, onlardan sapıp gitti (uzaklaştı).
  21. 6 / EN’ÂM – 27   Ve lev terâ iz vukıfû alen nâri fe kâlû yâ leytenâ nureddu ve lâ nukezzibe bi âyâti rabbinâ ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
    Ateşin üzerinde durduruldukları zaman görsen. O zaman: “Keşke biz geri döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamazdık mü’minlerden olurduk.” dediler.
  22. 6 / EN’ÂM – 28   Bel bedâ lehum mâ kânû yuhfûne min kabl(kablu),ve lev ruddû le âdû li mâ nuhû anhuve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Hayır, daha önce gizlemiş oldukları şeyler onlara açıklandı.Ve şayet geri döndürülselerdi, men edildikleri şeylere mutlaka geri dönerlerdi. Ve muhakkak ki; onlar gerçekten yalancıdırlar.
  23. 6 / EN’ÂM – 31   Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
    Allah’a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştırmayı) yalanlayan kimseler hüsrana düştüler. O saat aniden onlara gelince, sırtlarında yüklerini taşıyarak: “Orada (dünyada) aşırı gittiğimiz şeyler üzerine (günahlar sebebiyle) bize yazıklar olsun.” dediler. Yüklendikleri şey ne kötü, (öyle) değil mi?
  24. 6 / EN’ÂM – 33   Kad na’lemu, innehu le yahzunukellezî yekûlûne fe innehum lâ yukezzibûneke ve lâkinnez zâlimînebi âyâtillâhi yechadûn(yechadûne).
    Onların söylediklerinin mutlaka seni mahzun ettiğini biliyorduk. Fakat muhakkak ki; onlar seni yalanlamıyorlar. Lâkin zalimler, Allah’ın âyetleri ile cihad ediyorlar.
  25. 6 / EN’ÂM – 34   Ve lekad kuzzibet rusulun min kablike fe saberû alâ mâ kuzzibû ve ûzû hattâ etâhum nasrunâ, ve lâ mubeddile li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), ve lekad câeke min nebeil murselîn(murselîne).
    Ve andolsun ki; senden önceki resûller de yalanlandı. Fakat onlara yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları şeylere ve uğradıkları eziyetlere sabrettiler. Ve Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur. Ve andolsun, gönderilmiş resûllerin haberlerinden (bir kısmı) sana geldi.
  26. 6 / EN’ÂM – 39   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
    Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah’a ulaştıran yol) üzerinde kılar.
  27. 6 / EN’ÂM – 49   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ yemessuhumul azâbu bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
    Ve âyetlerimizi yalanlayan kimselere, fasık olmalarından dolayı azap dokunacaktır.
  28. 6 / EN’ÂM – 57   Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bih(bihî), mâ indî mâ testa’cilûne bih(bihî), inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), yakussul hakka ve huve hayrul fâsılîn(fâsılîne).
    De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hakkı anlatır. Ve O (hakkı bâtıldan), fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.”
  29. 6 / EN’ÂM – 66   Ve kezzebe bihî kavmuke ve huvel hakk(hakku),kul lestu aleykum bi vekîl(vekîlin).
    Ve o hak olduğu halde, senin kavmin onu yalanladı. “Ben sizin üzerinize vekil değilim.” de.
  30. 6 / EN’ÂM – 93   Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâh(enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayrel hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn(testekbirûne).
    Allah’a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.”diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah’a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O’nun âyetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman görsen.
  31. 6 / EN’ÂM – 100   Ve cealû lillâhi şurekâel cinne ve halakahum ve harakû lehu benîne ve benâtin bi gayri ilm(ilmin), subhânehu ve teâlâ ammâ yasifûn(yasifûne).
    Cinleri Allah’a ortak kıldılar. Onları da O (Allah) yarattı. İlimleri olmaksızın, “O’nun oğulları ve kızları var” yalanını uydurdular. O Sübhan’dır (herşeyden münezzehtir), vasıflandırdıkları şeylerden yücedir.
  32. 6 / EN’ÂM – 116   Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâh(sebîlillâhi), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
    Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zanna tâbî olurlar. Ve onlar, ancak yalan uydururlar.
  33. 6 / EN’ÂM – 144   Ve minel ibilisneyni ve minel bakarisneyn(bakarisneyni), kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn(unseyeyni), em kuntum şuhedâe iz vassâkumullâhu bi hâzâ, fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben li yudillen nâse bi gayri ilm(ilmin), innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? (Ya da) iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Veya Allah’ın bununla size vasiyet ettiğine (farz kıldığına) şahit mi oldunuz?” Bir ilimleri olmaksızın insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan söyleyen (iftira eden)den daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
  34. 6 / EN’ÂM – 147   Fe in kezzebûke fe kul rabbukum zû rahmetin vâsi’ah(vâsi’atin), ve lâ yureddu be’suhu anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
    Artık seni yalanlarlarsa, o zaman de ki: “Sizin Rabbiniz geniş bir rahmetin sahibidir ve O’nun azabı, mücrimler (suçlular) kavminden geri çevrilemez.”
  35. 6 / EN’ÂM – 148   Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min şey’(şey’in), kezâlike kezzebellezîne min kablihim hattâ zâkû be’senâ, kul hel indekum min ilmin fe tuhricûhu lenâ, in tettebiûne illez zanne ve in entumillâ tahrusûn(tahrusûne).
    Şirk koşanlar şöyle söyleyecekler: “Şâyet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbir şeyi haram etmezdik.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: “Sizin yanınızda ilimden bir şey var mı? Öyleyse (varsa) onu bize çıkarın. Siz ancak zanna tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
  36. 6 / EN’ÂM – 150   Kul helumme şuhedâekumullezîne yeşhedûne ennallâhe harreme hâzâ, fe in şehidû fe lâ teşhed meahum, ve lâ tettebi’ ehvâellezîne kezzebû bi âyâtinâ vellezîne lâ yu’minûne bil âhireti ve hum bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
    “Allah’ın bunu haram kıldığına şahitlik eden şahitlerinizi getirin.” de. Artık şâyet onlar şahitlik ederlerse, onlarla beraber sen şahitlik etme. Ahirete inanmayan ve âyetlerimizi yalanlayan kimselerin heveslerine tâbî olma. Ve onlar, Rab’lerine eş tutuyorlar (ortak koşuyorlar).
  37. 6 / EN’ÂM – 157   Ev tekûlû lev ennâ unzile aleynel kitâbu le kunnâ ehdâ minhum, fe kad câekum beyyinetun min rabbikum ve huden ve rahmeh(rahmetun), fe men azlemu mimmen kezzebe bi âyâtillâhi ve sadefe anhâ, se neczîllezîne yasdifûne an âyâtinâ sûel azâbi bimâ kânû yasdifûn(yasdifûne).
    Veya “Eğer bize de bir kitap indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayete ererdik.” dersiniz. İşte size Rabbinizden hidayet (hidayete erdiren), beyyine (delil) ve rahmet gelmiştir. Öyleyse kim, Allah’ın âyetlerini yalanlayandan ve O’ndan yüz çeviren kimseden daha zalimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmiş olmalarından dolayı ağır (kötü) bir azapla cezalandıracağız.
  38. 7 / A’RÂF – 36   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ ulâike ashabun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler ve onlara karşı kibirlenenler, işte onlar ateş ehlidirler ve onlar, orada devamlı kalanlardır (kalacaklardır).
  39. 7 / A’RÂF – 37   Fe men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihi) ulâike yenâluhum nasîbuhum minel kitâb(kitâbi), hattâ izâ câethum rusulunâ yeteveffevnehum kâlû eyne mâ kuntum ted’ûne min dûnillâh(dûnillâhi) kâlû dallû annâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
    Allah’a karşı yalanla iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır? Kitab’tan (Kur’ân-ı Kerim’den) kendilerine nasipleri erişecek olanlar, işte onlardır. Onlara resûllerimiz (elçi melekler, ölüm melekleri) geldiği zaman, onları vefat ettirirler(ken) (onlara) şöyle dediler: “Allah’tan başka dua etmiş olduğunuz şeyler nerede?” (Onlar da): “Bizden saptılar (gittiler).” dediler. Ve kendilerinin (nefslerinin) üzerine kâfir olduklarına, kendileri şahitlik ettiler.
  40. 7 / A’RÂF – 40   İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).
    Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.
  41. 7 / A’RÂF – 64   Fe kezzebûhu fe enceynâhu vellezîne meahu fil fulki ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavmen amîn(amîne).
    Fakat onu yalanladılar, bu yüzden onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve âyetlerimizi yalanlayanları boğduk. Muhakkak ki; onlar âmâ (kör) bir kavim oldu(lar).
  42. 7 / A’RÂF – 66   Kâlelmeleullezîne keferû min kavmihî innâ le nerâke fî sefâhetin ve innâ le nezunnuke minel kâzibîn(kâzibîne).
    Onun kavminden, ileri gelenlerden inkâr edenler şöyle dedi: “Muhakkak ki biz, seni bir sefihliğin (aptallığın) içinde görüyoruz. Ve gerçekten biz, seni kesinlikle yalancılardan zannediyoruz.”
  43. 7 / A’RÂF – 72   Fe enceynâhu vellezîne meahu bi rahmetin minnâ ve kata’nâ dâbirellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve mâ kânû mu’minîn(mu’minîne).
    Bundan sonra (o vak’adan sonra) onu ve onunla beraber olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve âyetlerimizi yalanlayan ve mü’min olmayan kimselerin kökünü kestik (neslini bitirdik).
  44. 7 / A’RÂF – 89   Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynallâhu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâallahu rabbunâ, vesia rabbunâ kulle şey’in ilmen, alallâhi tevekkelnâ, rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul fâtihîn(fâtihîne).
    “Allah’ın, bizi ondan kurtarmasından sonra, sizin milletinize dönersek Allah’a yalanla iftira etmiş oluruz. Ve Rabbimizin dilemesi hariç bizim oraya geri dönmemiz olamaz. Rabbimiz ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz, kavmimiz ile bizim aramızı hak ile aç (ayır). Sen fethedenlerin (fatihlerin) en hayırlısısın.”
  45. 7 / A’RÂF – 92   Ellezîne kezzebû şuayben ke en lem yagnev fîhâ, ellezîne kezzebû şuayben kânû humul hâsirîn(hâsirîne).
    Şuayb (A.S)’ı tekzib edenler (yalanlayanlar), sanki orada hiç var olmamış gibiydi. Şuayb (A.S)’ı yalanlayanlar, onlar hüsranda oldular (nefslerini hüsrana düşürdüler).
  46. 7 / A’RÂF – 96   Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mines semâi vel ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
    O ülkenin halkı eğer âmenû olsalardı ve takva sahibi olsalardı elbette onlara semadan ve yerden bereketler (bolluk) açardık. Fakat onlar yalanladılar. Böylece kazandıklarından dolayı onları aldık (cezalandırdık).
  47. 7 / A’RÂF – 101   Tilkel kurâ nakussu aleyke min enbâihâ ve lekad câethum rusuluhum bil beyyinâti fe mâ kânû liyu’minû bi mâ kezzebû min kablu kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbil kâfirîn (kâfirîne).
    Sana haberlerini anlattığımız (durumlarından bahsettiğimiz) ülkeler işte bunlar. Andolsun ki; onlara, onların resûlleri beyyineler (ispat vesikaları ve mucizelerle) geldi. Artık daha önce tekzip ettikleri (yalanladıkları) şeyden dolayı îmân etmediler. Böylece Allah kâfirlerin kalplerini tabeder.
  48. 7 / A’RÂF – 136   Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fîl yemmi biennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
    Âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyle, böylece onlardan intikam aldık ve onları denizde boğduk.
  49. 7 / A’RÂF – 146   Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
    Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
  50. 7 / A’RÂF – 176   Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilel ardı vettebea hevâh(hevâhu), fe meseluhu ke meselil kelb(kelbi), in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusîl kasasa leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).
    Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.
  51. 7 / A’RÂF – 177   Sâe meselennil kavmullezîne kezzebû bi âyatinâ ve enfusehum kânû yazlimûn(yazlimûne).
    Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali ne kötü. Ve (onlar) nefslerine zulmetmiş oldular.
  52. 7 / A’RÂF – 182   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Âyetlerimizi yalanlayanları, onların derecelerini, bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaltacağız (böylece yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız).
  53. 8 / ENFÂL – 54   Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr’avn(fîr’avne), ve kullun kânû zâlimîn(zâlimîne).
    (Onların, Bedir’de savaşan Kureyşlilerin) hali, firavunun (firavun ordusunun) ve onlardan önceki kimselerin hali gibidir. Rab’lerinin âyetlerini yalanladılar. Böylece günahları dolayısıyla onları helâk ettik. Firavun topluluğunu (ordusunu) boğduk. Ve (onların) hepsi zalimler (zulmeden kimseler) oldular.
  54. 9 / TEVBE – 42   Lev kâne aradan karîben ve seferen kâsıden lettebeûke ve lâkin beudet aleyhimuş şukkah(şukkatu), ve seyahlifûne billâhi levisteta’nâ leharecnâ meakum, yuhlikûne enfusehum, vallâhu ya’lemu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Eğer yakın olan bir dünya malı (ganimet) ve rahat bir sefer olsaydı, elbette sana tâbî olurlardı ve lâkin meşakkatli (sefer) onlara uzak geldi. “Şâyet gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerini (nefslerini) helâk ediyorlar. Ve Allah, onların gerçekten yalancılar olduğunu bilir.
  55. 9 / TEVBE – 43   Afallâhu ank(anke), lime ezinte lehum hattâ yetebeyyene lekellezîne sadakû ve ta’lemel kâzibîn(kâzibîne).
    Allah seni affetti, sadık olanlar sana belli oluncaya ve yalancıları bilinceye (öğreninceye) kadar niçin (beklemeyip) onlara izin verdin?
  56. 9 / TEVBE – 77   Fe a’kabehum nifâkan fî kulûbihim ilâ yevmi yelkavnehu bi mâ ahlefullâhe mâ vaadûhu ve bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).
    Böylece O’na (Allahû Tealâ’ya) vaadettikleri şeyi, Allah’a karşı yerine getirmediklerinden ve yalan söylemiş olduklarından dolayı, (onların bu yaptıklarının) sonucunda (Allah), onların kalplerine, onunla karşılaşacakları güne kadar nifak duygusu verdi.
  57. 9 / TEVBE – 90   Ve câel muazzirûne minel a’râbi lî yu’zene lehum ve ka’adellezîne kezebûllâhe ve resûleh(resûlehu), se yusîbullezîne keferû minhum azâbun elîm(elîmun).
    Ve bedevî Araplar’dan onlara izin verilmesi için özür beyan edenler ve Allah’a ve O’nun Resûl’üne yalan söyleyerek oturup, (geri) kalan kimseler geldiler. Onlardan kâfir olanlara elîm (acı) azap isabet edecek.
  58. 9 / TEVBE – 107   Vellezînettehazû mesciden dırâren ve kufren ve tefrîkan beynel mu’minîne ve irsâden li men hâreballâhe ve resûlehu min kabl(kablu), ve le yahlifunne in erednâ illelhusnâ, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Ve onlar, zarar vermek, küfrü (kuvvetlendirmek) ve mü’minlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve resûlüne karşı harbeden (savaşan) kişiyi beklemek (gözlemek) için bir mescid edindiler (mescidi dirar). Ve mutlaka: “Biz ancak iyilikler (güzellikler) isteriz.” diye yemin ederler. Ve Allah, onların kesinlikle yalancılar olduğuna şahitlik eder.
  59. 10 / YÛNUS – 17   Fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihî), innehû lâ yuflihul mucrimûn(mucrimûne).
    Artık Allah’a karşı yalanla iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır? Muhakkak ki O, mücrimleri (suçluları) felâha (kurtuluşa) erdirmez.
  60. 10 / YÛNUS – 21   Ve izâ ezaknen nâse rahmeten min ba’di darrâe messethum izâ lehum mekrun fî âyâtinâ, kulillâhu esrau mekrâ(mekren), inne rusulenâ yektubûne mâ temkurûn(temkurûne).
    Ve onlara bir sıkıntı, bir darlık isabet etmesinden sonra, insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onların âyetlerimiz hakkında tuzakları olduğu zaman (alay ettikleri ve yalanladıkları zaman) de ki: “Allah, tuzak kurmakta daha hızlıdır.” Muhakkak ki elçilerimiz kurduğunuz şey(ler)i (ne kuruyorsanız) yazıyorlar.
  61. 10 / YÛNUS – 39   Bel kezzebû bimâ lem yuhîtû bi ilmihî ve lemmâ ye’tihim te’vîluh(te’vîluhu), kezâlike kezzebellezîne min kablihim fanzur keyfe kâne âkibetuz zâlimîn(zâlimîne).
    Hayır onlara tevîl gelmedikçe (gelmediği için) ilmini kavrayamadıkları şeyi yalanladılar. Bunun gibi ondan öncekiler de yalanladılar. Artık bak, zalimlerin akıbeti (sonu) nasıl oldu.
  62. 10 / YÛNUS – 41   Ve in kezzebûke fe kul lî amelî ve lekum amelukum, entum berîûne mimmâ a’melu ve ene berîun mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
    Ve eğer seni yalanlarlarsa o zaman de ki: “Benim amelim bana ve sizin ameliniz size ait. Siz benim yaptığım şeylerden uzaksınız, ben de sizin yaptığınız şeylerden uzağım.”
  63. 10 / YÛNUS – 45   Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
    Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
  64. 10 / YÛNUS – 60   Ve mâ zannullezîne yefterûne alâllahil kezibe yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), innallâhe le zû fadlın alen nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
    Kıyâmet günü, Allah’a yalanla iftira edenlerin zannı nedir? Muhakkak ki Allah, insanlara karşı elbette fazlın sahibidir. Ve lâkin onların çoğu şükretmezler.
  65. 10 / YÛNUS – 66   E lâ inne lillâhi men fîs semâvâti ve men fîl ard(ardı), ve mâ yettebiullezîne yed’ûne min dûnillâhi şûrekâ(şûrekâe), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
    Semalarda ve yeryüzünde olan kimseler muhakkak Allah’ındır, öyle değil mi? Allah’tan başka ortaklara dua edenler (ibadet edenler) neye tâbî oluyorlar? Ancak zanna tâbî olurlar ve onlar sadece tahmin ederler (yalan uydururlar).
  66. 10 / YÛNUS – 69   Kul innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
    De ki: “Muhakkak ki Allah’a yalanla iftira eden kimseler felâha (kurtuluşa) eremezler.”
  67. 10 / YÛNUS – 73   Fe kezzebûhu fe necceynâhu ve men meahu fîl fulki ve cealnâhum halâife ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul munzerîn(munzerîne).
    Fakat onu yalanladılar. Sonra Biz, onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve onları, halifeler kıldık ve âyetlerimizi yalanlayan kimseleri, (suda) boğduk. Artık bak, uyarılanların sonu nasıl oldu.
  68. 10 / YÛNUS – 74   Summe beasnâ min ba’dihî rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fe mâ kânû li yu’minû bimâ kezzebû bihî min kabl(kablu), kezâlike natbeu alâ kulûbil mugtedîn(mugtedîne).
    Sonra onun arkasından onların kavimlerine resûller gönderdik. Onlara beyyineler (açık deliller) getirdiler. Daha önce (hidayete erip sonradan) onu yalanladıklarından dolayı böylece (fıska düştükleri için) mü’min olmadılar. Haddi aşanların kalplerini işte böyle mühürleriz (tabederiz).
  69. 10 / YÛNUS – 95   Ve lâ tekûnenne minellezîne kezzebû bi âyâtillâhi fe tekûne minel hâsirîn(hâsirîne).
    Ve sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayan kimselerden olma. O taktirde hüsrana uğrayanlardan olursun.
  70. 11 / HÛD – 18   Ve men ezlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben), ulâike yu’radûne alâ rabbihim ve yekûlul eşhâdu hâulâillezîne kezebû alâ rabbihim, e lâ lâ’netullâhi alâz zâlimîn(zâlimîne).
    Ve kim, Allah’a yalanla iftira edenden, daha zalimdir? İşte onlar Rab’lerine arz edilirler. Ve şahitler: “İşte bunlar Rab’lerine yalan söyleyenler.” derler. Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine değil mi?
  71. 11 / HÛD – 27   Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ nerâke illâ beşeren mislenâ ve mâ nerâkettebeake illellezîne hum erâzilunâ bâdiyer re’y(re’yi), ve mâ nerâ lekum aleynâ min fadlin bel nezunnukum kâzibîn(kâzibîne).
    O zaman kavminden inkâr eden kimselerin ileri gelenleri (şöyle) dedi: “Biz seni, bizim gibi beşerden başka (olarak) görmüyoruz. Ve bizden aşağı (fakir, zayıf, aciz) olan basit görüş sahibi kimselerden başkasının da sana tâbî olduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilâkis sizleri yalancı zannediyoruz.”
  72. 11 / HÛD – 65   Fe akarûhâ fe kâle temetteû fî dârikum selâsete eyyâm(eyyâmin), zâlike va’dun gayru mekzûb(mekzûbin).
    Buna rağmen onu kestiler. Bunun üzerine (Salih (A.S) şöyle) dedi: “Yurdunuzda üç gün (daha) faydalanın. Bu yalanlanması (tekzip edilmesi) olmayan bir vaaddir.”
  73. 11 / HÛD – 93   Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib(kâzibun), vertekibû innî meakum rakîb(rakîbun).
    Ey kavmim, yapacağınız (yapabileceğiniz) şeyi yapın! Muhakkak ki ben de yapıyorum. Onu alçaltan azap kime gelir ve kim yalancıdır, yakında bileceksiniz. Ve gözleyin (bekleyin). Muhakkak ki ben de sizinle beraber bekliyorum.
  74. 12 / YÛSUF – 18   Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib(kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), vallâhul musteânu alâ mâ tesıfûn(tesıfûne).
    Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah’tır.”
  75. 12 / YÛSUF – 26   Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamîsuhu kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kâzibîn(kâzibîne).
    (Yusuf şöyle) dedi: “O beni elde etmek istedi. Onun (kadının) ailesinden bir şahit, şahitlik etti. Eğer onun gömleği önden yırtılmış ise o taktirde, o (bayan) doğru söylemiştir ve o (erkek) yalancılardandır.”
  76. 12 / YÛSUF – 27   Ve in kâne kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines sâdikîn(sâdikîne).
    Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, o taktirde o (kadın) yalan söyledi ve o (erkek) doğru söyleyenlerdendir.
  77. 12 / YÛSUF – 74   Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn(kâzibîne).
    “Eğer siz yalan söylüyorsanız, o taktirde onun cezası nedir?” dediler.
  78. 12 / YÛSUF – 110   Hattâ izestey’eser rusulu ve zannû ennehum kad kuzibû câehum nasrunâ fe nucciye men neşâ’(neşâu), ve lâ yureddu be’sunâ anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
    Resûller, umutlarını kestikleri zaman ve hatta yalanlandıklarını zannettikleri bir sırada, onlara yardımımız geldi. Böylece dilediğimiz kimse(ler) kurtarıldı. Azabımız mücrim kavimden geri döndürülmez.
  79. 15 / HİCR – 80   Ve le kad kezzebe ashâbul hıcril murselîn(murselîne).
    Andolsun ki; Hicr halkı, gönderilen resûlleri yalanladı.
  80. 16 / NAHL – 36   Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
  81. 16 / NAHL – 39   Li yubeyyine lehumullezî yahtelifûne fîhi ve li ya’lemellezîne keferû ennehum kânû kâzibîn(kâzibîne).
    (Bu diriltme) hakkında ihtilâfa düştükleri şeyin, onlara beyan edilmesi (açıklanması) için ve inkâr edenlerin (kâfirlerin), kendilerinin şüphesiz (kesinlikle) yalancı olduklarını bilmeleri içindir.
  82. 16 / NAHL – 62   Ve yec’alûne lillâhi mâ yekrehûne ve tesıfu elsinetuhumul kezibe enne lehumul husnâ, lâ cereme enne lehumun nâre ve ennehum mufretûn(mufretûne).
    Ve onlar, kerih gördükleri (beğenmedikleri) şeyleri (kızları) Allah’a isnat ederler (has kılarlar). Ve onların dilleri, en güzelin “onlara ait olduğu” yalanını söyler. Ateşin (cehennemin), onların olduğuna şüphe yok. Ve muhakkak ki onlar, ifratta olanlar (aşırı davrananlar)dır.
  83. 16 / NAHL – 86   Ve izâ raellezîne eşrekû şurekâehum kâlû rabbenâ hâulâi şurekâunellezîne kunnâ ned’û min dûnik(dûnike), fe elkav ileyhimul kavle innekum le kâzibûn(kâzibûne).
    (Allah’a) şirk (ortak) koşanlar, şirk (ortak) koştukları şeyleri (putları) gördükleri zaman: “Rabbimiz! İşte bunlar, senden başka dua etmiş olduğumuz ortaklarımız.” dediler. O zaman onlar da (putlar da): “Muhakkak ki siz, gerçekten yalan söyleyenlersiniz.” diye onlara söz attılar (söylediler).
  84. 16 / NAHL – 87   Ve elkav ilallâhi yevme izinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
    İzin günü onlar (putlar), Allah’a teslimiyetlerini arz ettiler. Ve iftira etmiş oldukları şeyler (putlar, yalancı ilâhlar), onlardan uzaklaşıp saptı(lar).
  85. 16 / NAHL – 105   İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi ve ulâike humul kâzibûn(kâzibûne).
    Sadece Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, yalanla iftira ederler. İşte onlar; onlar, yalancılardır.
  86. 16 / NAHL – 113   Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
    Ve andolsun ki; onlara, kendilerinden (kendi içlerinden) bir resûl geldi. Fakat onu yalanladılar. Böylece azap onları yakaladı. Ve onlar zalimlerdir.
  87. 16 / NAHL – 116   Ve lâ tekûlû limâ tesıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun ve hâzâ harâmun li tefterû alâllâhil kezib(kezibe), innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
    Allah’a yalanla iftira etmek için dillerinizin vasıflandırması ile “bu helâldir, bu haramdır” diye yalan söylemeyin. Muhakkak ki Allah’a yalanla iftira edenler, felâha (kurtuluşa) eremezler.
  88. 17 / İSRÂ – 59   Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihel evvelûn(evvelûne), ve âteynâ semûden nâkate mubsıraten fe zalemû bihâ, ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâ(tahvîfen).
    Bizim âyet (mucize) göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu (mucizeleri) yalanlamış olmalarıdır. Semud kavmine (gözle) görünen (bir mucize olarak) dişi deve verdik. Sonra ona zulmettiler. Ve Biz, âyetleri (mucizeleri), korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz.
  89. 17 / İSRÂ – 64   Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
    “Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir (cehenneme sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (yalan şeyler) vaadet.” Şeytanın vaadettikleri gurur (aldatma)dan başka bir şey değildir.
  90. 18 / KEHF – 5   Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ(keziben).
    Onların ve babalarının (atalarının), ona (buna; Allah’ın evlât edinmeyeceğine) dair bir ilimleri yoktur. Onların ağızlarından çıkan kelimeler (sözler) çok büyük! Onlar, (söylerlerse) ancak yalan söylüyorlar.
  91. 18 / KEHF – 15   Hâulâi kavmunettehazû min dûnihî âliheh(âliheten), lev lâ ye’tûne aleyhim bi sultânin beyyin(beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben).
    İşte bu bizim kavmimizdir. Onlara açıkça bir delil (sultan) gelmemesine rağmen Allah’tan başkasını ilâhlar edindiler. Öyleyse Allah’a yalanla iftira edenden daha zalim kim vardır?
  92. 20 / TÂHÂ – 48   İnnâ kad ûhıye ileynâ ennel azâbe alâ men kezzebe ve tevellâ.
    Muhakkak ki yalanlayanların ve yüz çevirenlerin üzerine azap olduğu bize vahyolundu.
  93. 20 / TÂHÂ – 56   Ve lekad ereynâhu âyâtinâ kullehâ fe kezzebe ve ebâ.
    Ve andolsun ki; âyetlerimizin (mucizelerimizin) hepsini, ona gösterdik. Buna rağmen yalanladı ve (yalanında) direndi.
  94. 20 / TÂHÂ – 61   Kâle lehum mûsâ veylekum lâ tefterû alallâhi keziben fe yushıtekum bi azâb(azâbin), ve kad hâbe menifterâ.
    Musa (A.S) onlara şöyle dedi: “Size yazıklar olsun! Allah’a yalanla iftira etmeyin yoksa sizi azapla yok eder ve (O’na) iftira eden(ler) heba olmuştur.”
  95. 21 / ENBİYÂ – 77   Ve nasarnâhu minel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavme sev’in fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne).
    Ve âyetlerimizi yalanlayan bir kavme karşı ona yardım ettik. Muhakkak ki onlar, kötü bir kavim oldu. Böylece onların hepsini boğduk.
  96. 22 / HACC – 30   Zâlike ve men yuazzım hurumâtillâhi fe huve hayrun lehu inde rabbih(rabbihî), ve uhıllet lekumul en’âmu illâ mâ yutlâ aleykum fectenibûr ricse minel evsâni vectenibû kavlez zûr(zûri).
    İşte böyle, kim Allah’ın haramlarına (yasaklarına) hürmet ederse, o zaman bu, Rabbinin katında kendisi için hayırlıdır. Ve size okunanlar (yasak olduğu bildirilen hayvanlar) hariç, hayvanlar size helâl kılındı. Artık putların pisliğinden ve yalan sözden içtinap edin (kaçının).
  97. 22 / HACC – 42   Ve in yukezzibûke fe kad kezzebet kablehum kavmu nûhın ve âdun ve semûd(semûdun).
    Ve eğer seni yalanlıyorlarsa (bil ki), onlardan önce Nuh kavmi, Adn kavmi ve Semud kavmi de (peygamberlerini) yalanlamışlardı.
  98. 22 / HACC – 43   Ve kavmu ibrâhîme ve kavmu lût(lûtın).
    Ve İbrâhîm (A.S)’ın kavmi de ve Lut (A.S)’ın kavmi de (yalanlamıştı).
  99. 22 / HACC – 44   Ve ashâbu medyen(medyene), ve kuzzibe mûsâ fe emleytu lil kâfirîne summe ehaztuhum, fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
    Ve Medyen halkı da (yalanladı) ve Musa (A.S) da yalanlandı. Fakat kâfirlere, mühlet (zaman) verdim. Sonra (da) onları aldım. O zaman benim cezalandırmam nasıl oldu?
  100. 22 / HACC – 52   Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
    Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir (ilim ve hikmet sahibidir).
  101. 22 / HACC – 57   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ fe ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
    Ve âyetlerimizi inkâr edenler ve yalanlayanlar, işte onlar; onlar için alçaltıcı azap vardır.
  102. 23 / MU’MİNÛN – 26   Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
    (Nuh A.S) dedi ki: “Rabbim, beni yalanladıkları için bana yardım et.”
  103. 23 / MU’MİNÛN – 33   Ve kâlel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likâil âhıreti ve etrafnâhum fîl hayâtid dunyâ mâ hâzâ illâ beşerun mislukum ye’kulu mimmâ te’kulûne minhu yeşrebu mimmâ teşrabûn(teşrabûne).
    Ve onun kavminden kâfirlerin ileri gelenleri, ahirete mülâki olmayı (Allah’a mülâki olmayı) yalanlayanlar ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kimseler: “Bu, sizin gibi beşerden (insandan) başka bir şey değil. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor.” dediler.
  104. 23 / MU’MİNÛN – 38   İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben ve mâ nahnu lehu bi mu’minîn(mu’minîne).
    O (Resûl), ancak Allah’a yalanla iftira eden bir adamdır. Ve biz, O’na inananlar değiliz.
  105. 23 / MU’MİNÛN – 39   Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
    (Resûl): “Rabbim, beni yalanlamaları sebebiyle bana yardım et.” dedi.
  106. 23 / MU’MİNÛN – 44   Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
  107. 23 / MU’MİNÛN – 48   Fe kezzebûhumâ fe kânû minel muhlekîn(muhlekîne).
    Böylece ikisini de yalanladılar. Ve helâk edilenlerden oldular.
  108. 23 / MU’MİNÛN – 90   Bel eteynâhum bil hakkı ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Hayır, onlara hakkı getirdik. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten tekzip edenlerdir (yalanlayanlardır).
  109. 23 / MU’MİNÛN – 105   E lem tekun âyâtî tutlâ aleykum fe kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
    Âyetlerim size okunurken; onları tekzip edenler (yalanlayanlar), siz değil miydiniz?
  110. 24 / NÛR – 7   Vel hâmisetu enne la’netallâhi aleyhi in kâne minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve (yeminin) beşincisi, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasıdır.
  111. 24 / NÛR – 8   Ve yedraû anhel azâbe en teşhede erbea şehâdâtin billâhi innehu le minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve (zevcenin, kadın eşin), Allah’a dört defa onun (zevcin, erkek eşin) mutlaka yalancılardan olduğuna dair şahitlik (yemin) etmesi, ondan (kadından) azabı (cezayı) kaldırır.
  112. 24 / NÛR – 13   Lev lâ câû aleyhi bi erbeati şuhedâ(şuhedâe), fe iz lem ye’tû biş şuhedâi fe ulâike indellâhi humul kâzibûn(kâzibûne).
    Ona dört şahit getirmeli değiller miydi? Öyleyse şahitleri getiremediklerine göre bu taktirde işte onlar, onlar Allah’ın katında yalancıdırlar.
  113. 25 / FURKÂN – 4   Ve kâlellezîne keferû in hâzâ illâ ifkunifterâhu ve eânehu aleyhi kavmun âharûn(âharûne), fe kad câû zulmen ve zûrâ(zûran).
    Ve kâfirler: “Bu (Kur’ân), sadece onun uydurduğu bir yalandır. Ona bu konuda diğer kavimler de yardım etti.” dediler. Böylece onlar, bâtılla ve zulümle gelmiş oldular.
  114. 25 / FURKÂN – 11   Bel kezzebû bis sâati ve a’tednâ li men kezzebe bis sâati saîrâ(saîren).
    Hayır, onlar o saati (kıyâmeti) yalanladılar. Ve Biz, o saati tekzip edenlere (yalanlayanlara), alevli ateş (cehennem) hazırladık.
  115. 25 / FURKÂN – 19   Fe kad kezzebûkum bimâ tekûlûne fe mâ testetîûne sarfan ve lâ nasrâ(nasran), ve men yazlım minkum nuzıkhu azâben kebîrâ(kebîren).
    İşte böylece (Allah’tan başka taptıklarınız), söylediklerinizden dolayı sizi yalanladılar. Artık (azabı) uzaklaştırmaya ve yardım almaya muktedir olamazsınız. Ve sizden kim zulmederse ona büyük azap tattırırız.
  116. 25 / FURKÂN – 36   Fe kulnazhebâ ilel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, fe demmernâhum tedmîrâ(tedmîren).
    Bundan sonra “Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin!” dedik. Sonra da onları helâk ederek, yok ettik.
  117. 25 / FURKÂN – 37   Ve kavme nûhın lemmâ kezzebûr rusule agraknâhum ve cealnâhum lin nâsi âyeh(âyeten), ve a’tednâ liz zâlimîne azâben elîmâ(elîmen).
    Ve Nuh (A.S)’ın kavmi, resûlleri tekzip ettiği (yalanladığı) zaman onları (suda) boğduk. Ve onları, insanlara âyet (ibret) kıldık. Ve zalimler için elîm azap hazırladık.
  118. 25 / FURKÂN – 72   Vellezîne lâ yeşhedûnez zûra ve izâ merrû bil lagvi merrû kirâmâ(kirâmen).
    Ve onlar yalancı şahitlik yapmazlar. Ve boş sözle karşılaştıkları zaman vakarla (kerim olarak) geçip giderler.
  119. 25 / FURKÂN – 77   Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ(lizâmen).
    (Onlara): “Rabbim, dualarınız olmasa size değer vermez. Oysa siz yalanlamıştınız. Fakat (azap) kaçınılmaz olacak.” de.
  120. 26 / ŞUARÂ – 6   Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
    Böylece onlar yalanladılar. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri onlara yakında gelecek.
  121. 26 / ŞUARÂ – 12   Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
    (Musa A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.” dedi.
  122. 26 / ŞUARÂ – 105   Kezzebet kavmu nûhınil murselîn(murselîne).
    Nuh’un kavmi, mürselinleri (resûlleri) tekzip ettiler (yalanladılar).
  123. 26 / ŞUARÂ – 117   Kâle rabbi inne kavmî kezzebûn(kezzebûni).
    Nuh (A.S): “Rabbim, muhakkak ki kavmim beni tekzip etti (yalanladı).” dedi.
  124. 26 / ŞUARÂ – 123   Kezzebet âdunil murselîn(murselîne).
    Ad kavmi, mürselini (gönderilen resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  125. 26 / ŞUARÂ – 139   Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
    Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
  126. 26 / ŞUARÂ – 141   Kezzebet semûdul murselîn(murselîne).
    Semud (kavmi) de mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  127. 26 / ŞUARÂ – 160   Kezzebet kavmu lûtınil murselîn(murselîne).
    Lut (A.S)’ın kavmi (de) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  128. 26 / ŞUARÂ – 176   Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
    Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  129. 26 / ŞUARÂ – 186   Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz.
  130. 26 / ŞUARÂ – 189   Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).
    Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.
  131. 26 / ŞUARÂ – 222   Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm(esîmin).
    (İftira eden) yalancı günahkârların hepsine inerler.
  132. 26 / ŞUARÂ – 223   Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
    Onlar, (şeytanlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.
  133. 27 / NEML – 27   Kâle se nenzuru e sadakte em kunte minel kâzibîn(kâzibîne).
    (Süleyman A.S): “Sen doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın (yalancılardan mı oldun) bakacağız.” dedi.
  134. 27 / NEML – 83   Ve yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmen yukezzibu bi âyâtinâ fe hum yûzeûn(yûzeûne).
    Ve o gün, bütün ümmetlerden, âyetlerimizi tekzip edenleri (yalanlayanları) grup grup haşredeceğiz (toplayacağız). Böylece onlar (72 fırka) biraraya getirilir.
  135. 27 / NEML – 84   Hattâ izâ câû kâle e kezzebtum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ılmen em mâzâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
    Onlar geldikleri zaman (Allah onlara): “Onu ilmen ihata edemediniz de mi âyetlerimi tekzip ettiniz (yalanladınız)? Yoksa yapmış olduğunuz nedir (başka bir sebep mi var)?” dedi.
  136. 28 / KASAS – 34   Ve ahî hârûnu huve efsahu minnî lisânen fe ersilhu maiye rid’en yusaddıkunî, innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
    Ve kardeşim Harun ki o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Ve onu, beni tasdik edici ve yardımcı olarak benimle beraber gönder. Ben, gerçekten beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.
  137. 28 / KASAS – 38   Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî yâ hâmânu alet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve firavun: “Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Benim için ıslak toprak üzerine ateş yak (tuğla pişir). Böylece bana (yüksek) bir kule yap. Belki ben Musa’nın ilâhına muttali olurum. Ve ben, onun mutlaka yalancılardan olduğunu zannediyorum.” dedi.
  138. 29 / ANKEBÛT – 3   Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.
  139. 29 / ANKEBÛT – 12   Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Ve inkâr edenler, âmenû olanlara: “Bizim yolumuza tâbî olun. Sizin hatalarınızı (günahlarınızı) yüklenelim.” dediler. Onlar, diğerlerinin hatalarından bir şey yüklenecek değiller. Muhakkak ki onlar, yalancılardır.
  140. 29 / ANKEBÛT – 13   Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).
    Ve (yalancılar) kendi yükleri (günahları) ile beraber, onların yüklerini (günahlarını) da mutlaka yüklenecekler. Kıyâmet günü onlar, uydurdukları şeylerden mutlaka sorgulanacaklar.
  141. 29 / ANKEBÛT – 17   İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifkâ(ifken), innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû leh(lehu), ileyhi turceûn(turceûne).
    Fakat siz, Allah’tan başka putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Muhakkak ki sizin, Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye malik değillerdir. Öyleyse rızkı, Allah’ın katından isteyin ve O’na kul olun ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz.
  142. 29 / ANKEBÛT – 18   Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn(mubînu).
    Ve eğer tekzip ederseniz (yalanlarsanız), sizden önceki ümmetler de tekzip etmiştiler. Resûllerin üzerine apaçık tebliğden başka bir (sorumluluk) yoktur.
  143. 29 / ANKEBÛT – 37   Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
    Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı. Böylece kendi diyarlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar (helâk oldular).
  144. 29 / ANKEBÛT – 68   Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ câeh(câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
    Ve Allah’a yalanla iftira edenden veya kendisine hak geldiği zaman onu tekzip edenden (yalanlayandan) daha zalim kim vardır? Kâfirler için barınacak yer cehennemde değil mi?
  145. 30 / RÛM – 10   Summe kâne âkıbetellezîne esâus sûâ en kezzebû bi âyâtillâhi ve kânû bihâ yestehziûn(yestehziûne).
    Sonra fenalık yapanların akıbetleri, Allah’ın âyetlerini tekzip etmeleri (yalanlamaları) ve onunla alay etmiş olmaları sebebiyle çok kötü oldu.
  146. 30 / RÛM – 16   Ve emmellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhıreti fe ulâike fîl azâbi muhdarûn(muhdarûne).
    Ve onlar ki (kâfirlerdir), âyetlerimizi inkâr ve tekzip ettiler (yalanladılar) ve ahirete ulaşmayı (hayattayken ruhu Allah’a ulaştırmayı tekzip ettiler). İşte onlar, azap içinde hazır bulundurulanlardır.
  147. 32 / SECDE – 20   Ve emmellezîne fesekû fe me’vâhumun nâr(nâru), kulle mâ erâdû en yahrucû minhâ uîdû fîhâ, ve kîle lehum zûkû azâben nârillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    Ve fakat fasık olanlar, onların mevası (barınağı) ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya iade edilirler (geri döndürülürler). Ve onlara: “Ateşin azabını tadın! Ki onu tekzip etmiştiniz (yalanlamıştınız).” denir.
  148. 33 / AHZÂB – 60   Le in lem yentehil munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun vel murcifûne fîl medîneti le nugriyenneke bihim summe lâ yucâvirûneke fîhâ illâ kalîlâ(kalîlen).
    Eğer münafıklar ve kalplerinde maraz (hastalık) bulunanlar ve şehirde yalan ve kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, elbette seni mutlaka onlara saldırtırız. Sonra az bir (zaman) hariç, orada sana komşu olamazlar (orada kalamazlar).
  149. 34 / SEBE – 8   Efterâ alâllahi keziben em bihî cinneh(cinnetun), belillezîne lâ yûminûne bil âhireti fîl azâbi ved dalâlil baîd(baîdi).
    Allah’a yalanla iftira mı etti? Yoksa onda cinnet (delilik) mi var? Hayır, onlar, ahirete inanmayanlar, azapta ve uzak bir dalâlet içindedirler.
  150. 34 / SEBE – 42   Fel yevme lâ yemliku ba’dukum li ba’dın nef’an ve lâ darrâ(darren), ve nekûlu lillezîne zalemû zûkû azâben nârilletî kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
    Artık o gün bir kısmınız diğerlerine fayda ve zarar vermeye malik olamaz (gücü yetmez). Zulmedenlere: “Tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz ateşin azabını tadın.” diyeceğiz.
  151. 34 / SEBE – 45   Ve kezzebellezîne min kablihim ve mâ belegû mi’şâre mâ âteynâhum fe kezzebû rusulî, fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
    Ve onlardan öncekiler (de) tekzip ettiler (yalanladılar). Ve onlara verdiğimiz şeylerin onda birine (bile) erişmediler. Buna rağmen resûllerimizi tekzip ettiler (yalanladılar). Bundan sonra inkârım (cezam) nasıl oldu?
  152. 35 / FÂTIR – 4   Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablik(kablike), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
    Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), senden önceki resûller (de) yalanlanmıştı. Emirler (bütün işler), Allah’a döndürülür.
  153. 35 / FÂTIR – 25   Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim, câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr(munîri).
    Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), o taktirde (bil ki) onlardan öncekiler de (resûllerini) yalanlamışlardı. Onların resûlleri, onlara beyyineler (mucizeler, açık deliller) ve zuburi (sayfalar) ve nurlandırıcı kitap getirdiler.
  154. 36 / YÂSÎN – 14   İz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ ileykum murselûn(murselûne).
    Onlara iki (resûl) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: “Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resûlleriz.” dediler.
  155. 36 / YÂSÎN – 15   Kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ ve mâ enzeler rahmânu min şey’in in entum illâ tekzibûn(tekzibûne).
    Dediler ki: “Siz, bizim gibi beşerden başka bir şey değilsiniz. Ve Rahmân bir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
  156. 37 / SÂFFÂT – 21   Hâzâ yevmul faslillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    (İşte) bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz fasıl (haklıyı haksızdan ayırma, hüküm verme) günüdür.
  157. 37 / SÂFFÂT – 86   E ifken âliheten dûnallâhi turîdûn(turîdûne).
    İftira ederek mi (Allah’a karşı yalan söyleyerek mi) Allah’tan başka ilâhlar istiyorsunuz?
  158. 37 / SÂFFÂT – 127   Fe kezzebûhu fe inne hum le muhdarûn(muhdarûne).
    Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple muhakkak ki onlar, gerçekten (cehennemde) hazır bulundurulacak olanlardır.
  159. 37 / SÂFFÂT – 151   E lâ innehum min ifkihim le yekûlûn(yekûlûne).
    Yalanlarından dolayı mutlaka (şöyle, şöyle) diyenler kesinlikle onlar değil mi?
  160. 37 / SÂFFÂT – 152   Veledallâhu ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    “Allah doğurdu.” Muhakkak ki onlar, kesinlikle yalan söyleyenlerdir.
  161. 38 / SÂD – 4   Ve acibû en câehum munzirun minhum ve kâlel kâfirûne hâzâ sâhırun kezzâb(kezzâbun).
    Ve onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesi acayiplerine gitti (şaşırdılar). Ve kâfirler: “Bu çok yalancı bir büyücü.” dediler.
  162. 38 / SÂD – 12   Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve âdun ve fir’avnu zul evtâdi.
    Onlardan önce Nuh (A.S)’ın kavmi, Ad kavmi ve kazıklar sahibi firavun da yalanlamıştı.
  163. 38 / SÂD – 13   Ve semûdu ve kavmu lûtın ve ashâbul eykeh(eyketi), ulâikel ahzâb(ahzâbu).
    Ve Semud kavmi, Lut (A.S)’ın kavmi ve Eyke halkı; işte onlar da (yalanlayan) fırkalardır.
  164. 38 / SÂD – 14   İn kullun illâ kezzeber rusule fe hakka ıkâb(ıkâbi).
    Onların hepsi resûlleri, sadece yalanladı. Böylece ikabım (cezalandırmam) hak oldu.
  165. 39 / ZUMER – 3   E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr(keffârun).
    Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O’ndan (Allah’tan) başka dostlar edinenler: “Biz, onlara (putlara) sadece bizi Allah’a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz.” (dediler). Muhakkak ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki Allah, yalanlayan ve inkar ederleri hidayete erdirmez.
  166. 39 / ZUMER – 25   Kezzebellezîne min kablihim fe etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
    Onlardan öncekiler (de) yalanladı da böylece azap onlara farkında olmadıkları bir yerden geldi.
  167. 39 / ZUMER – 32   Fe men azlemu mimmen kezzebe alâllâhi ve kezzebe bis sıdkı iz câeh(câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
    Öyleyse Allah üzerine (hakkında) yalan söyleyenden ve hakikat ona geldiği zaman onu (Allah’a ulaşmayı) yalanlayandan daha zalim kim vardır? Kâfirlerin yeri cehennemde değil mi?
  168. 39 / ZUMER – 59   Belâ kad câetke âyâtî fe kezzebte bihâ vestekberte ve kunte minel kâfirîn(kâfirîne).
    Fakat sana âyetlerim gelmişti, o zaman onları yalanlamış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştun.
  169. 39 / ZUMER – 60   Ve yevmel kıyâmeti terellezîne kezebû alallâhi vucûhuhum musveddeh(musveddetun), e leysefî cehenneme mesven lil mutekebbirîn(mutekebbirîne).
    Ve kıyâmet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenlerin yeri cehennemde değil mi?
  170. 40 / MU’MİN – 5   Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dıhım ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
    Onlardan önce Nuh (A.S)’ın kavmi ve onlardan sonra da (başka) fırkalar, (resûllerini) yalanladılar. Ve bütün ümmetler, onları yakalamak için resûllerine hücum ettiler. Hakkı, bâtılla yok etmek için mücâdele ettiler. Sonunda Ben, onları yakaladım. O zaman Benim ikabım (cezam) nasıl oldu?
  171. 40 / MU’MİN – 24   İlâ fir’avne ve hâmâne ve kârûne fe kâlû sâhirun kezzâb(kezzâbun).
    Firavuna ve Haman’a ve Karun’a (gönderdik). Fakat onlar: “Yalanlayan bir büyücüdür.” dediler.
  172. 40 / MU’MİN – 28   Ve kâle raculun mû’minun min âli fir’avne yektumu îmânehû e taktulûne raculen en yekûle rabbiyallâhu ve kad câekum bil beyyinâti min rabbikum, ve in yeku kâziben fe aleyhi kezibuh(kezibuhu), ve in yeku sâdikan yusibkum ba’dullezî yeidukum, innallâhe lâ yehdî men huve musrifun kezzâb(kezzâbun).
    Ve firavun ailesinden îmânını gizleyen mü’min bir adam şöyle dedi: “Bir adamı, ‘Rabbim Allah’tır.’ demesinden dolayı mı öldüreceksiniz? Ve o, Rabbinizden size beyyineler (belgeler, deliller) ile geldi. Eğer yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Ve eğer sadık (doğru söyleyen) ise vaadettiklerinin bir kısmı size isabet edecektir. Muhakkak ki Allah, çok yalan söyleyen, haddı aşan kişiyi hidayete erdirmez.”
  173. 40 / MU’MİN – 37   Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben), ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî tebâb(tebâbin).
    “Göklerin sebeplerine (yollarına) (ulaşırım), böylece Musa’nın İlâhı’na muttali olurum. Muhakkak ki ben, onun yalancı olduğunu zannediyorum.” Ve işte böylece firavuna kötü ameli süslendi. Ve böylece yoldan saptırıldı. Ve firavunun hilesi hüsrandan başka birşey olmadı.
  174. 40 / MU’MİN – 70   Ellezîne kezzebû bil kitâbi ve bimâ erselnâ bihî rusulenâ, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
    Onlar, Kitabı ve resûllerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Fakat yakında bilecekler (öğrenecekler).
  175. 42 / ŞÛRÂ – 24   Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ(keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ kalbik(kalbike), ve yemhullâhul bâtıla ve yuhıkkul hakka bi kelimâtih(kelimâtihî), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
    Yoksa Allah’a karşı yalanla iftira mı ediyorlar? Bununla birlikte eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler ve bâtılı yok eder. Kendi kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir. Muhakkak ki O, sinelerdekini en iyi bilendir.
  176. 43 / ZUHRÛF – 20   Ve kâlû lev şâer rahmânu mâ abednâhum, mâ lehum bi zâlike min ilmin in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
    Ve (onlar): “Eğer Rahmân dileseydi, biz onlara tapmazdık.” dediler. Onların bu konuda bir ilimleri (bilgileri) yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
  177. 43 / ZUHRÛF – 25   Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Bunun üzerine onlardan intikam aldık. İşte bak, yalanlayanların akıbeti (sonu) nasıl oldu!
  178. 45 / CÂSİYE – 7   Veylun li kulli effâkin esîm(esîmin).
    Bütün yalancı günahkârların vay haline.
  179. 46 / AHKÂF – 11   Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûlev kâne hayren mâ sebekûnâ ileyh(ileyhi), ve iz lem yehtedû bihî fe seyekûlûne hâzâ ifkun kadîm(kadîmun).
    İnkâr edenler, âmenû olanlara: “Eğer O hayırlı olsaydı, O’na (saygıda, îmânda) bizi geçemezlerdi.” dediler. O’nunla (Kur’ân’la) hidayete eremeyince o zaman “Bu, eski bir yalandır.” diyecekler.
  180. 46 / AHKÂF – 28   Fe lev lâ nasare humullezînettehâzu min dûnillâhi kurbânen âliheh(âliheten), bel dallû anhum, ve zâlike ifkuhum ve mâ kânû yefterûn(yefterûne).
    Allah’tan başka, yakınlık sağlaması için ilâhlar ittihaz ettikleri zaman onlara yardım etmeleri gerekmez miydi? Hayır (putlar), onlardan saptılar (uzaklaştılar). İşte bu, onların yalanları ve iftira etmiş oldukları şeydir.
  181. 50 / KAF – 5   Bel kezzebû bil hakkı lemmâ câehum fe hum fî emrin merîcin.
    Hayır (öyle değil), onlar kendilerine hak gelince onu yalanladılar. Bu durumda onlar, karışık bir emr (problem) içindeler.
  182. 50 / KAF – 12   Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve ashâbur ressi ve semûdu.
    Onlardan evvel Hz. Nuh’un kavmi, Ress’in halkı ve Semûd halkı da (resûllerini) yalanladı.
  183. 50 / KAF – 14   Ve ashâbul eyketi ve kavmu tubbain, kullun kezzeber rusule fe hakka vaîdi.
    Ve Eyke halkı ve Tubb kavmi, hepsi resûllerini yalanladı. Böylece vaadim (cezam) hak oldu (Allah’ın vaadi yerine geldi).
  184. 51 / ZÂRİYÂT – 10   Kutilel harrâsûne.
    Yalancılar kahrolsun!
  185. 51 / ZÂRİYÂT – 14   Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne).
    Fitnenizi (yalanladığınızı) tadın! Bu, sizin acele istemiş olduğunuz şeydir.
  186. 52 / TÛR – 11   Fe veylun yevme izin lil mukezzibîne.
    İşte (o) izin günü tekzip edenlerin (yalanlayanların) vay haline.
  187. 52 / TÛR – 14   Hâzihin nârulletî kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
    İşte bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz ateştir.
  188. 54 / KAMER – 3   Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırr(mustekırrun).
    Ve yalanladılar ve de kendi hevalarına tâbî oldular. Ve bütün işler kararlaştırılmıştır.
  189. 54 / KAMER – 9   Kezzebet kablehum kavmu nûhın fe kezzebu abdenâ ve kâlû mecnûnun vezducir(vezducire).
    Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı. Böylece kulumuzu (Hz. Nuh’u) yalanladılar. “O, mecnundur.” dediler. Ve cefa edilerek (tebliğden) men edildi.
  190. 54 / KAMER – 18   Kezzebet âdun fe keyfe kâne azâbî ve nuzur(nuzuri).
    Ad (kavmi) de yalanladı. Öyleyse inzarım (uyarılarım) ve azabım nasıl oldu?
  191. 54 / KAMER – 23   Kezzebet semûdu bin nuzur(nuzuri).
    Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı.
  192. 54 / KAMER – 25   E ulkıyez zikru aleyhi min beyninâ bel huve kezzâbun eşir(eşirun).
    Zikir, aramızdan ona mı ilka edildi (ulaştırıldı)? Hayır o, haddini aşan bir yalancıdır.
  193. 54 / KAMER – 26   Se ya’lemûne gaden menil kezzâbul eşir(eşiru).
    Haddini aşan yalancı kimdir, yarın bilecekler.
  194. 54 / KAMER – 33   Kezzebet kavmu lûtın bin nuzur(nuzuri).
    Lut (A.S)’ın kavmi de uyarıları yalanladı.
  195. 54 / KAMER – 42   Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
    Âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Bu sebeple onları üstün kudret sahibinin yakalayışı ile yakalayıp aldık (helâk ettik).
  196. 54 / KAMER – 43   E kuffârukum hayrun min ulâikum em lekum berâetun fîz zubur(zuburi).
    (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz, onlardan (yalanlayan kavimlerden) daha mı hayırlı, yoksa sizin için semavî kitaplarda beraat mı var?
  197. 55 / RAHMÂN – 13   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  198. 55 / RAHMÂN – 16   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  199. 55 / RAHMÂN – 18   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  200. 55 / RAHMÂN – 21   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  201. 55 / RAHMÂN – 23   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  202. 55 / RAHMÂN – 25   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  203. 55 / RAHMÂN – 28   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  204. 55 / RAHMÂN – 30   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  205. 55 / RAHMÂN – 32   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  206. 55 / RAHMÂN – 34   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  207. 55 / RAHMÂN – 36   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  208. 55 / RAHMÂN – 38   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  209. 55 / RAHMÂN – 40   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  210. 55 / RAHMÂN – 42   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  211. 55 / RAHMÂN – 43   Hâzihî cehennemulletî yukezzibu bi hel mucrimûn(mucrimûne).
    İşte bu, mücrimlerin yalanladığı cehennem.
  212. 55 / RAHMÂN – 45   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  213. 55 / RAHMÂN – 47   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  214. 55 / RAHMÂN – 49   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  215. 55 / RAHMÂN – 51   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  216. 55 / RAHMÂN – 53   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  217. 55 / RAHMÂN – 55   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  218. 55 / RAHMÂN – 57   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  219. 55 / RAHMÂN – 59   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  220. 55 / RAHMÂN – 61   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  221. 55 / RAHMÂN – 63   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  222. 55 / RAHMÂN – 65   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  223. 55 / RAHMÂN – 67   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  224. 55 / RAHMÂN – 69   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  225. 55 / RAHMÂN – 71   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  226. 55 / RAHMÂN – 73   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  227. 55 / RAHMÂN – 75   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  228. 55 / RAHMÂN – 77   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  229. 56 / VÂKIA – 2   Leyse li vak’atihâ kâzibeh(kâzibetun).
    Onun vuku bulmasını yalanlayan (kimse) yoktur.
  230. 56 / VÂKIA – 51   Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn(mukezzibûne).
    Sonra siz, ey gerçekten dalâlette olan yalanlayıcılar!
  231. 56 / VÂKIA – 82   Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn(tukezzibûne).
    Ve siz, yalanlamış olmanızı kendinize rızık ediniyorsunuz. (Kur’ân’daki sözlerin âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğinden şüphe ettiğiniz için rızkınız, nasibiniz sadece yalanlamak oluyor.)
  232. 56 / VÂKIA – 92   Ve emmâ in kâne minel mukezzibîned dâllîn(dâllîne).
    Ve fakat dalâlette olan ve yalanlayanlardan ise.
  233. 57 / HADÎD – 19   Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
    Ve, Allah’a ve O’nun Resûl’üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir. Rab’lerinin yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır.
  234. 58 / MUCÂDELE – 14   E lem tere ilellezîne tevellev kavmen gadıballâhu aleyhim, mâ hum minkum ve lâ minhum ve yahlifûne alel kezibi ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
    Allah’ın kendilerine öfkelendiği (gadaplandığı) kavme (yahudilere) dönenleri (onları dost edinen münafıkları) görmedin mi? Onlar sizden değildir ve onlardan da (yahudilerden de) değildir. Bilerek yalan yere yemin ederler.
  235. 58 / MUCÂDELE – 18   Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humul kâzibûn(kâzibûne).
    O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). O zaman size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler. Ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Gerçekten onlar yalancı değil mi?
  236. 59 / HAŞR – 11   E lem tere ilellezîne nâfekû yekûlûne li ihvânihimullezîe keferû min ehlil kitâbi le in uhrictum le nahrucenne me’akum ve lâ nutîu fî kum ehaden ebeden ve in kûtiltum le nensurennekum, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Nifak çıkaranları (münafıklık yapanları) görmüyor musun? Kitap ehlinden, inkâr eden kardeşlerine: “Eğer siz gerçekten (yurdunuzdan) çıkarılırsanız, biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız. Sizin aranızdaki, size karşı olan bir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiz. Ve eğer sizinle savaşırlarsa, mutlaka size yardım ederiz.” derler. Ve Allah, onların gerçekten yalancı olduklarına şahadet eder.
  237. 61 / SAFF – 7   Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhil kezibe ve huve yud’â ilel islâm, vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    İslâm’a (teslime) davet olunurken, Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim vardır? Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
  238. 62 / CUMA – 5   Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    Kendilerine Tevrat yüklenip de (Tevrat’ın farzları okunup da), sonra O’nu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) hali, ciltlerle kitap taşıyan merkebin hali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötü. Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
  239. 63 / MUNÂFİKÛN – 1   İzâ câekel munâfikûne kâlû neşhedu inneke le resûlullâh(resûlullâhi), vallâhu ya’lemu inneke le resûluh(resûluhu), vallâhu yeşhedu innel munâfikîne le kâzibûn(kâzibûne).
    Münafıklar sana geldikleri zaman: “Biz şahadet ederiz. Muhakkak ki sen, gerçekten Allah’ın Resûl’üsün.” dediler. Ve Allah, muhakkak ki senin, gerçekten Kendisinin Resûl’ü olduğunu biliyor. Ve Allah şahadet eder ki, münafıklar gerçekten yalancıdırlar.
  240. 64 / TEGÂBUN – 10   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâri hâlidîne fîhâ ve bi’sel masîr(masîru).
    Âyetlerimizi inkâr edenler ve yalanlayanlar; işte onlar, ateş ehlidirler, orada (cehennemde) ebediyyen kalacak olanlardır. Ve (o) ne kötü varış yeri (ulaşılacak yer).
  241. 67 / MULK – 9   Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
    Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
  242. 67 / MULK – 18   Ve lekad kezzebellezîne min kablihim fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
    Ve andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanladılar. O zaman azabım nasıl oldu?
  243. 68 / KALEM – 8   Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne).
    Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.
  244. 68 / KALEM – 44   Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Artık bu sözü yalanlayan kişileri Bana bırak. Yakında onları bilmedikleri bir yerden tedricen (yavaş yavaş azaba) yaklaştıracağız.
  245. 69 / HÂKKA – 4   Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriah(kâriati).
    Karia’yı (korkunç olayı) Semud ve Ad (kavmi) yalanladılar.
  246. 69 / HÂKKA – 49   Ve innâ le na’lemu enne minkum mukezzibîn(mukezzibîne).
    Ve muhakkak ki Biz, sizden (içinizde) tekzip edenler olduğunu (yalanlayanları) elbette biliyoruz.
  247. 72 / CİNN – 5   Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).
    Ve gerçekten biz, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemediğini zannettik.
  248. 73 / MUZZEMMİL – 11   Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ(kalîlen).
    Ni’met sahibi olup yalanlayanları Bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
  249. 74 / MUDDESSİR – 46   Ve kunnâ nukezzibu bi yevmid dîn(dîni).
    Ve biz dîn gününü yalanlıyorduk.
  250. 75 / KIYÂME – 32   Ve lâkin kezzebe ve tevellâ.
    Ve lâkin yalanladı ve yüz çevirdi.
  251. 77 / MURSELÂT – 15   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü, yalanlayanların vay haline.
  252. 77 / MURSELÂT – 19   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  253. 77 / MURSELÂT – 24   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  254. 77 / MURSELÂT – 28   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  255. 77 / MURSELÂT – 29   İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    O yalanlamış olduğunuz şeye gidin!
  256. 77 / MURSELÂT – 34   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  257. 77 / MURSELÂT – 35   Hâzâ yevmu lâ yentıkûn(yentıkûne).
    Bu, (yalanlayanların) konuşamayacakları bir gündür.
  258. 77 / MURSELÂT – 37   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  259. 77 / MURSELÂT – 40   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  260. 77 / MURSELÂT – 45   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  261. 77 / MURSELÂT – 47   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  262. 77 / MURSELÂT – 49   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  263. 78 / NEBE – 28   Ve kezzebû bi âyâtinâ kizzâbâ(kizzâben).
    Ve âyetlerimizi tekzip ederek yalanladılar.
  264. 78 / NEBE – 35   Lâ yes’meûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ(kizzâben).
    Orada boş söz ve yalan işitmezler.
  265. 79 / NÂZİÂT – 21   Fe kezzebe ve asâ.
    Fakat o (firavun) yalanladı ve isyan etti (asi oldu).
  266. 82 / İNFİTÂR – 9   Kellâ bel tukezzibûne bid dîn(dîni).
    Hayır, bilâkis siz dîni yalanlıyorsunuz.
  267. 83 / MUTAFFİFÎN – 10   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü, yalanlayanların vay haline.
  268. 83 / MUTAFFİFÎN – 11   Ellezîne yukezzibûne bi yevmiddîn(yevmiddîni).
    Onlar ki dîn gününü yalanlıyorlar.
  269. 83 / MUTAFFİFÎN – 12   Ve mâ yukezzıbu bihî illâ kullu mu’tedin esîm(esîmin).
    Ve onu (dîn gününü), haddi aşan asi günahkârların hepsi hariç, kimse yalanlamaz.
  270. 83 / MUTAFFİFÎN – 17   Summe yukâlu hâzellezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    Sonra onlara: “Bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.” denilir.
  271. 84 / İNŞİKAK – 22   Belillezîne keferû yukezzibûn(yukezzibûne).
    Hayır, inkâr edenler (kâfirler) yalanlıyorlar.
  272. 85 / BURÛC – 19   Belillezîne keferû fî tekzîb(tekzîbin).
    Hayır, inkâr edenler, tekzip etmektedirler (yalanlama içindedirler).
  273. 91 / ŞEMS – 11   Kezzebet semûdu bi tagvâhâ.
    Semud (kavmi), kendi azgınlığı sebebiyle (Allah’ın Resûl’ünü) yalanladı.
  274. 91 / ŞEMS – 14   Fe kezzebûhu fe akarûhâ fe demdeme aleyhim rabbuhum bi zenbihim fe sevvâhâ.
    Fakat onu tekzip ettiler (yalanladılar). Sonra onu (deveyi) kestiler. Günahları sebebiyle, Rab’leri onların üzerini azapla kapladı. Sonra da onu (o beldeyi) dümdüz yaptı (yerlebir etti).
  275. 92 / LEYL – 9   Ve kezzebe bil husnâ.
    Ve Hüsna’yı (Allah’ın Zat’ını görmeyi) yalanladı ise.
  276. 92 / LEYL – 16   Ellezî kezzebe ve tevellâ.
    O ki (çok şâkî olan), (Hüsna’yı) yalanladı ve yüz çevirdi.
  277. 95 / TÎN – 7   Fe mâ yukezzibuke ba’du bid dîn(dîni).
    (Ey insan!) Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir?
  278. 96 / ALAK – 13   E reeyte in kezzebe ve tevellâ.
    Sen gördün mü, eğer yalanladı ve yüz çevirdi ise?
  279. 96 / ALAK – 16   Nâsiyetin kâzibetin hâtıeh(hâtıetin).
    Yalancı günahkâr alın.
  280. 107 / MÂÛN – 1   E raeytellezî yukezzibu bid dîn(dîne).
    Dîni yalanlayanı gördün mü?

 

**Men ğaşşana fe leyse minna

Aldatan bizden değildir 

* Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Münâfığın alâmeti üçtür:

Konuşunca yalan söyler.

Söz verince sözünde durmaz.

Kendisine bir şey emanet edilince hiyanet eder.”

Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20

Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır:

“Oruç tutsa, namaz kılsa, müslüman olduğunu söylese de” (Müslim, Îmân 109-110)

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024