GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK
GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK
(Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini [Kur’anı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur.)”[1]
“(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.)”[2]
“(Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.)”[3]
(De ki: Bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.)”[4](14 asır geçtiği halde, birçok din düşmanı, hâşâ Allah’ı yalancı çıkarmak için uğraşmışsa da bunu yapamadılar.]
“(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?)”[5]
“(Eğer o [peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.)”[6]
“(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamdettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.)[7] [Kur’anı Allah indirdiği için, onu bozabilecek birisinin çıkamayacağı açıkça bildiriliyor.]
“(Kur’an gibi [eşsiz] bir kitabı sana indirmemiz, [mucize olarak] yetmez mi?)”[8]
“([Ey Resulüm, bu Kur’an sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derlerdi.)”[9]
Tezkiye-i ehl-i beyt kitabının müellifi Osman efendi anlatıyor:
Maarif meclisine gittiğim zamanlarda, Sebecilerin bir sandık içinde tefsirleri geldi. Basılmasına izin verilmedi. Sebebini sordular: (İslamiyet’e uymayan bir yeri mi var?) dediler. Evet, (Hz. Ali’nin kâfir ve zalim olduğunu yazıyorsunuz) dedim. Hiddetten gözleri döndü. Kızma, az dinle dedim:
Kitabın başında yazılmış ki: (Talha, Ali’ye sordu ki, Osman Kur’andan 70 âyeti, Ömer de, 80 âyeti çıkardı deniyor. Bu söz doğru mu? Ali evet doğrudur, dedi. Talha yine sordu ki: Değişmemiş olan Mushaf sende imiş, öyle mi? Ali, evet bendedir. Hem de, bu Kur’anın iki katı bende var, dedi. Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermeyecek misin? dedi. Eğer Ebu Bekir yerine, beni halife yapsalardı verirdim. Bana biat etmedikleri için, vermem ve vasiyet edip, kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalacak, buyurdu.) Tefsirinizde böyle yazıyor.
Yahudiler, Tevrat’taki Muhammed aleyhisselamı bildiren 20 âyeti sakladıkları için, Allahü teâlâ, bunlara (Kâfir) diyor. Hz. Ali, Kur’anın iki mislini ki üç binden fazla âyeti saklamış oluyor. Bu yazınız ile, Hz. Ali’ye kâfir demiş oluyorsunuz, dedim.
Sebeci, şaşırıp kaldı, bir cevap veremedi. Daha sonra “Ben ne şii, ne de sünniyim, ben masonum” dedi. [Masonluğu da Yahudiler kurmuştur. Her tefrikanın, her oyunun içinde bir Yahudi parmağı niçin vardır?] Bu yalanları çıkaran kimseler, açıkça gösteriyor ki, ne şii, ne de sünnidir. İbni Sebe denilen bir Yahudi ve onun oyununa gelen zavallılardır. (Tezkiye-i ehl-i beyt)
Sünnilerle Alevileri yakınlaştıracak en güçlü ortak ittifak noktası Kur’andır.Bu Hz.Ali ve zamanındakiler için geçerli olduğu gibi zamanımızdakiler içinde aynen geçerlidir.
Zayıf ve mantık dışı bir görüşde olsa,bazılarınca Kur’anın Hz.Alide olduğunu onunda bunu gizlediğini söylemek hayatı Kur’an uğruna geçen böyle bir şahsiyete iftiradır.
“Lâkayd Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfızîliğe dayandı. Hem zalime karşı miskinliği esas tutan Hristiyanlık,nihayet tecellüd; cebbarlığa ve zalime karşı cihad, izzet-i nefsi esas tutan İslâmiyet eyvah nihayet miskinlikte karar kıldı.”[10]
Alevilik konusunda daha önce de yazmıştık
Alevilikte inançta bir netlik yok,amel mutlak olarak zikredilir.Neye nasıl inanılacağı,nasıl bir amelde bulunulacağı hususunda bir netlik yoktur.Hz.Aliye mensubiyet söz olarak söylenildiği halde yaşantıda tamamen taban tabana zıd bir yaşayış içerisinde bulunulmaktadır.
Farklı noktalara isnad edilmektedir.Aynı kaynaktan istifade edilmemektedir.Birinci kaynak Olan Hz.Ali veya onunda kaynak kabul ettiği Kur’an-a bağlılıkta tam bir netlik görülmemektedir.
Yeterli bilgiye sahib değillerdir,bilgilendirilmemişlerdir.
Kur’an-a şüpheli bakmakta,sahiplenilmekte veya yetersiz kalınmaktadır.
Ehli sünnete yakın olanlar;Caferiye,ehli beyt vakfı,cem evlerini temsil eden dedeler.Buna rağmen alt yeterli bir yaklaşıma sahib kılınmamakta,bilgilendirilmemektedir.
Bektaşilikle Hindulara bağlandırılmaya çalışılmakta,eski olaylar adapte edilmektedir.Sürekli bulanık tutulmakta,siyasetle iç içe bulundurulmaya çalışılmaktadır.Bektaşilik ve Rafizilik,Alevi ve Caferilerden farklı olarak değerlendirilmelidir.
Tabanla tavandakiler arasında tam bir mutabakat bulunmamaktadır.
İdeolojik ve siyasete hep alet edilmeye çalışılmışlardır.Bunun ise yeni yeni farkına varmakta fakat içinde bulunanlar devam etmektedirler.
İbadet gibi kavramlar,insana hizmet ve kalbime bak kabilinden yorumlarla geçiştirilmektedir.
Alevilikte Temsil problemi bulunmaktadır.Ehli sünneti Diyanet temsil ediyor dersek,ya Alevileri kim temsil edip bilgilendiriyor?
Herkesin ortak bir noktaya çekilip asgari müştereklerin tesbit edilmesi gerektir.
Aleviler dışlanmış mı,dışlamış mı?Her iki durumda söz konusu olmaktadır.
Alisiz Alevilik,İslamiyetsiz Alevilik haline mi getiriliyor ve getirilmiş?Alevilik Hz.Ali ile mezcedilmemektedir.Böyle bir durum olsa mesele kendiliğinden çözülecek ve bir çok ortak noktalarda birleşimle yoluna gidilecektir.
Sünni dayatması var mı?Pek denilemez.
Bir kısmı islamın içinde ama daha evrensele uzanma hesabı bilinçsizce yapılmaya çalışılıyor,islamın evrenselliği anlaşılamıyor.
Hakikat inkişaf olunca,şeriat irtifa olur denir mi?Yanlış olarak kendilerinin hakikata gitmekte olduğunu ifade ederek dini vecibelerden soyutlanmış olarak değerlendirmektedirler.
Alevi,ya ateistleştiriliyor ya da Sünnileştiriliyor mu,nereye adapte edilmekteler,yoksa her yere mi?Başı boş dolaşan koyunu elbette kurdun biri kapar.Belirsizlikler çok belirsizlikleri doğurmaktadır.
Caferi,şerri Allaha vermez.Allah’ı tenzih düşüncesiyle şerrin yaratılmasını Caferiler Allah’a vermezler.Oysa şerrin yaratılması ayrı şeydir,kesb ve işlenmesi ayrı şeylerdir.Yani Halkı şer,şerri yaratmak şer değil,kesbi şer yani şerri işlemek şerdir.Ateşin varlığının çok faydaları olmakla beraber kişi kendisi için şer yapabilir,bu da ateşin şer olmasını gerektirmez.
İçi boş bir sevgi öne çıkarılmaktadır.
Namaz kılmamaya Bektaşi örnekleri verilmektedir.
Bir Bektaşiye: “Ne için namaz kılmıyorsun?” demişler. O da: “Kur’anda:”La takrabus salate”var” demiş. Ona demişler: “Bunun arkasını, yani;”Ve entüm sükara”yı da oku” denildiğinde, “Ben hâfız değilim” demiş…”[11]
Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[12]
“Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rüfaî Tarîkatlarının bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-yı Raşidîn, Aşere-i Mübeşşere’ye
ilişmemek şartıyla muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç-dört faidesi var:
Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.
İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt’in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faidedir.
Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine âlet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali’dir (R.A.) ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.”[13]
Bir ramazan bayramı dönüşü altıncı sınıf öğrencilerimin geçen bayramlarını tebrik etmiştim.O sınıfın çoğu öğrencisi yatılı,aynı köyden ve alevi idiler.O saf ve temiz bir kalb ile kızın birisi kalkarak;Hocam bizim köyde bayram kutlanmadı,biz kutlamıyormuşuz,dedi.
Bende kendisine bu bayramın hepimizin bayramı olduğunu,Hz.Ali’nin de bundan farklı kutlamadığını ve onun örnek hayatından kesitler sunarak izah etmeye çalıştım.
Ve bu çocuk bu belirsizlikler içerisinde büyüyecek ve büyütecektir.
Bir alevi öğrencimde ramazan ayı ve mübarek gecelerde kendilerinin cem evlerine gittiklerini ve oraya saz çalmaya gelenlerin kendilerini eğlendirdiklerinden bahsetti.Ve orada bulunmalarının saz ve çalgı gösterisinden ibaret,manevi bir havayı teneffüs etmediğini ifade etmiş oldu.
Bir öğrencimde,sınıfta uzun boylu anlattığım namaz konusunu evde dile getirerek,neden kendilerinin de namaz kılmadıklarını söylemesi üzerine annesi,Sünnilerin caminin önüne Hz.Ali’nin resmini koyup,ona basarak geçmelerinden dolayı kılmadıklarını bana ilettiğinde şunu söyledim;Hz.Alininde küçük yaştan itibaren peygamberimiz ile birlikte namaz kıldığını,namaz emredildikten sonra küçük olduğu halde peygamberimizden ancak iki vakit namaz az kılıp tamamıya namazı terk etmeden kıldığını,şehid edilirken bile namaz uğrunda şehid edildiğini ve bazılarının da o namazda şehid edildiğinden biz namaz kılmıyoruz demesine karşı,eğer Hz.Ali yemek yerken öldürülseydi yemek yemiyecekler miydi,uyurken veya başka herhangi bir işle meşgul iken öldürülseydi onu yapmıyacaklar mıydı?
Birde zaten o zamanda resim denilen bir olay yoktu ki,cami kapısına resmi konulupta ona basarak geçilmiş olsun.Farzı muhal olarak bir kişi bile böyle yapmışsa buda herkesi bağlamaz ve kılmamaya bir özür teşkil etmez.
Bu durum bize birazda Agop’un halini hatırlatmaktadır.Düşündürmesi sebebiyle yazmaya fayda görmekteyim:
Yahudi olan Agop hanımına Yahudilikten vaz geçeceğini söyler.Hanımıda sen bilirsin,der.Hahambaşına gelerek Yahudilikten ayrıldığı söyler ve bir papaza gelerek;Ben hristiyan olacağım fakat önce araştırmak istiyorum,der.
Papazda buna gerekli kitapları verir ve Agop hristiyanlığı araştırarak kafasına yatmadığını papaza bildirerek dinlerine girmeyeceğini söyler.
Nihayet Müslümanları temsilen bir Müftüye gelerek Müslüman olacağını ancak önceden araştırmak istediğini söyler.Müftü beyde kendisine gerekli kitapları verir.Araştırmasını ister.Çünki bir elbise değiştirme değilki hemen oracıkta değiştirsin.
Ancak Agop islamiyeti araştırırken ecel vaki olur ve ölür.
Hanımı kocasını Yahudi mezarlığına götürür,kabul etmezler.Hristiyan mezarlığına götürür onlarda hristiyan olmadığını ifade ederek kabul etmezler.Müslümanların mezarlığına koyacağı sırada onlarda daha Müslüman olmadığını söyleyerek kabul etmezler ve Agop kendi dininden ayrıldığı diğer dinleride kabul edemeden öldüğünden ortada kalır.
Hanımı baş ucuna eğilerek şöyle ağıt yakar;Agop Agop!Musayı kızdırdın,İsayı küstürdün,Muhammedi de bulmadın,kaldın ortada kaldın ortada…
Sünniler dini konularda bu kadar bilgilendirilmeye sahibken yetersiz kaldıkları halde,Alevilerin bunlardan mahrum olarak ne derece yetersiz olacakları düşünülsün!!!
Mehmet ÖZÇELİK
29-01-2004
[1] Enam 115.
[2] Hicr 9.
[3] Bakara 23-24.
[4] İsra 88.
[5] Nisa 82.
[6] Hakka 44-47.
[7] Fussilet 41-42.
[8] Ankebut 51.
[9] Ankebut 48.
[10] Sünuhat.21-22.
[11] Şualar 284,Tarihçe-i Hayat 414,Muhakemat.15.
[12] Mesnevî-i Nuriye 183.
[13] Emirdağ Lâhikası-1 242.