DUA ÜZERİNE
DUA
https://www.hizmetvakfi.org/risaleinur/yirmi-dorduncu-mektup/ Yirmi Dördüncü Mektup’un Birinci Zeyli
**************
-DUA:”Kâinatın harekâtı ve hidematı, bir nevi duadır. Meselâ: Bir çekirdeğin hareketi; Hâlıkından, bir ağaç olmasına bir nevi duadır.”(S.71)
“Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ı Rahîm! Ey Sadık-ul Va’d-il Kerim! Ey izzet ve azamet ve celal sahibi Kahhar-ı Zülcelal!..”(S.100,L.372)
“Eğer rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi hesabsız o matlubun esbab-ı mûcibesi olmasa idi; şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennet’in binasına sebebiyet verecekti.”(S.240,Ms.28)
“Duanın şe’ni; terdad ile takrirdir.”(S.242,453,459,656,Ms.240))
“(İnsanın)… vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra “dua”dır. Dua ise, esas-ı ubudiyettir.”(S.316,Nik.52)
“İman duayı bir vesile-i kat’iyye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insaniye, onu şiddetle istediği gibi; Cenab-ı Hak dahi “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” mealinde “Duanız olmasa,Rabbim size ne diye değer versin?”(Furkan.77) ferman ediyor. Hem “Bana dua edin,size icabet edeyim.” (Mü’min.60)emrediyor.” (S.317,M.299,503,L.212, B.36,168,Nik.54)
“Eğer desen: “Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir.. her duaya cevab var ifade ediyor.
Elcevab: Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenab-ı Hakk’ın hikmetine tâbi’dir.”(S.317)
“Hem, dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksadlar, gayeleri değil. Meselâ: Yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa; o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.”(S.317,M.299-302,L.213,Ş.96,Ms.225,E.I/32,34)
“Birinci Sualiniz: Mü’minin mü’mine en iyi duası nasıl olmalıdır?
Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem bizahri’l-gayb,yani “gıyaben ona dua etmek”; hem hadîste ve Kur’anda gelen me’sur dualarla dua etmek.”(M.279,K.K.550)
“Evet, bir kısım hastalık duanın sebeb-i vücudu iken, dua hastalığın ademine sebeb olsa, duanın vücudu kendi ademine sebeb olur; bu da olamaz.”(.L.215)
“Hadîs-i şerifte vardır ki: “Altmış yetmiş yaşlarında ihtiyar bir mü’min, dergâh-ı İlahiyeye elini kaldırıp dua ederken, rahmet-i İlahiye onun elini boş döndürmeye hicab ediyor.”(L.253,K.K.620)
“Bazı müstensihler, bu bîçare Said hakkında (R.A.) kelimesini bir dua niyetiyle yazmışlar. Ben bozmak istedim, hatıra geldi ki: “Allah razı olsun” manasında bir duadır, ilişme. Ben de bozmadım.”(Ş.683)
“Bilhassa muztar olanların dualarının büyük bir tesiri vardır. Bazan o gibi duaların hürmetine, en büyük bir şey en küçük bir şeye müsahhar ve mutî olur. Evet kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir masumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek dualara cevab veren Zât, bütün mahlukata hâkimdir. Öyle ise, bütün mahlukata dahi Hâlıktır.”(Ms.77-78,106)
“Dualar, tevhid ve ibadetin esrarına nümunedir.”(Ms.86)
“Dualar üç kısımdır….
Birisi: İnsanın lisanıyla yaptığı kavlî dualardır. Savt ve sadâlı hayvanatın, -meselâ- acıktıkları zaman kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadâlar dahi kavlî dualardandır.
İkinci Kısım: Nebatat, eşcarın bilhassa bahar mevsiminde lisan-ı ihtiyaçla yaptıkları ihtiyacî dualardır.
Üçüncüsü: Tahavvül, tekemmül şe’ninde olan şeylerin, lisan-ı istidad ile hissedilen istidadî dualarıdır.”(Ms.237)
“Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir.”(B.247-248)
“Yalnız, dua ile bana yardım ediniz.”(E.I/142)
“Ben şuna karar vermiştim ki; Allah için benimle görüşmek isteyenleri görüşmediklerine bedel her sabah okuduklarıma, dualarıma dâhil ediyorum ve etmekte devam edeceğim.”(E.II/191,St.30)
“Üstad Bediüzzaman, çocukları pek sever, böyle etrafında toplandıklarında:”Masûm olduğunuz için dualarınız makbuldür, bana dua ediniz.” diye onlara iltifat ederdi.”(T.160)
“İbâdının dualarına fiilen cevab verdiği gibi, kavlen dahi perdeler arkasında icabet etmesi, rahîmiyetin şe’nidir.”(T.354)
“Ya Rab! Habib-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) hürmetine ve ism-i a’zam hakkına, şu risaleyi neşredenlerin ve rüfekasının kalblerini, envâr-ı imaniyeye mazhar ve kalemlerini esrar-ı Kur’aniyeye naşir eyle ve onlara sırat-ı müstakimde istikamet ver. Âmîn.”(M.308,S.100,208,L.444,Ş.187,B.366,Ks.46,T.740)
“Ya Rabbi! Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cinn ve insin şerlerinden muhafaza eyle”(Ş.257)
“Ya Rabb, cümle ihvanımızı yaramaz şeylerden halas et ve ihlas-ı tâmme ihsan et”(B.279)
“Feya Rabbî, ya Hâlıkî, ya Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetin hacetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir. Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re’s-ül malım, emellerimdir. Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Allah yâ Rahman yâ Rahîm! Âmîn!”(Ms.106)
“Ya Rabb, cümle ihvanımızı yaramaz şeylerden halas et ve ihlas-ı tâmme ihsan et””(B.279)
“Yâ Rab! Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl.”(S.29)
“Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum.”(S.36)
“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin nümunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba’larını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb’îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başı boş bırakıp i’dam etme.”(S.52)
“Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ı Rahîm! Ey Sadık-ul Va’d-il Kerim! Ey izzet ve azamet ve celal sahibi Kahhar-ı Zülcelal!..”(S.100)
“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”(S.147)
“Yâ İlahenâ! Rabbimiz sensin! Çünki biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden sensin!.. Hem sensin Hâlık! Çünki biz mahlukuz, yapılıyoruz. Hem Rezzak sensin! Çünki biz rızka muhtacız, elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren sensin.”(M.241)
“Yâ Rab! Şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan et!..”(M.119)
“Ey Habib-i Şefik ve ey Şefik-i Habib! Ey Said-i Mecid ve ey Mecid-i Said!”(İ.İ.55)
“Yâ İlahî! Yâ Rabbî! Yâ Hâlıkî! Yâ Musavvirî! Yâ Mâlikî ve yâ men lehülmülkü velhamd! Senin mülkün ve emanetin ve vedîan olan şu kulübecikte misafirim, mâlik değilim.”(Ms.68-69)
“Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim! Benim sû’-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi’ olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır.”(L.129)
“Cenab-ı Erhamürrâhimîn’den bütün esma-i hüsnasını şefaatçı yapıp niyaz ediyoruz ki: “Bizleri ihlas-ı tâmme muvaffak eylesin… Âmîn…”(L.166)
“Eyvah! Eyvah! El’amân! El’amân! Yâ Erhamerrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle! Bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar! Kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur.”(T.598)
“Yâ rabbi! Neden bizi böyle her kıymet ve fazileti paçavraya döndürecek kadar pespâyeleştirdin? Biliyoruz, sana karşı günahımız çok ve büyüktür. Yeter yâ İlâhî, yeter bu sukut bize!”(T.638.C.R.Atilhan)
**************
-CEVŞEN-ÜL KEBİR:”Nev-i insanın medar-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, Cevşen-ül Kebir namındaki münacatında binbir ismiyle dua ediyor; ateşten istiaze ediyor.”(S.335,454)
“Hem binler dua ve münacatlarından yalnız Cevşen-ül Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki; o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münacat’ın başında, Cevşen-ül Kebir’in doksandokuz fıkrasından bir fıkranın kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen’in dahi misli yoktur diyecek.”(M.217,Ş.129)
“Cevşen-ül Kebir münacatında binbir esma-i İlahiyeyi şefaatçi ederek Hâlıkını öyle bir tarzda tavsif ve tarif eder ki, emsali yok.”(Ş.622)
“Binbir esma-i İlahiyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur’andan çıkan bir hârika münacat olan ve marifetullahta terakki eden bütün âriflerin münacatlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede “Zırhı çıkar, onun yerine bu Cevşen’i oku” diye Cebrail vahiy getiren “Cevşen-ül Kebir” münacatı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, Muhammed’in (A.S.M.) risaletine ve hakkaniyetine şehadet ettiği gibi; Kur’andan tereşşuh eden ve bir cihette Cevşen’den feyiz alan ve tevellüd eden Resail-in Nuriye, yüzotuz parçasıyla risalet-i Muhammediyeye (A.S.M.) birtek hüccet olarak risaletinin bütün hakikatlarını aklen ve mantıken isbatıyla, hattâ felsefenin nazarında akıldan pek uzak mes’elelerini göz önünde gibi gayet kolay ve makul bir tarzda ders vermesiyle Muhammed’in (A.S.M.) sadıkıyetine ve risaletine küllî bir surette şehadet eder.”(Ş.625)
“Hem binler dua ve münâcâtlarından Cevşenül-Kebîr ile, öyle bir mârifet-i rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki; o zamandanberi gelen ehl-i mârifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i mârifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki; duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münâcâtın başında, Cevşenül-Kebîr’in doksandokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen’in dahi misli yoktur diyecek.”(T.358)
“Bir siyasî memurun iğfali ve “İmhası için yukarıdan emir aldık” demesine aldanan bir bekçibaşı, Üstadın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak yemeğine zehir atmış, ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok azîm olduğu halde, kendisi: “Cevşenül-Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalık, ızdırap çok şiddetlidir” derdi.”(T.461)
************
-BEDDUA:” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bedduasına mazhar olmuş birkaç vakıayı beyan ederiz: Birincisi:Perviz denilen Fars padişahı, name-i Nebeviyeyi yırtmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a haber geldi. Şöyle beddua etti: [1]“Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı, sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.” İşte şu bedduanın tesiriyledir ki; o Kisra Perviz’in oğlu Şirveyh, hançer ile onu paraladı. Sa’d İbn-i Ebî Vakkas da, saltanatını parça parça etti. Sasaniye Devleti’nin hiçbir yerde şevketi kalmadı. Fakat Kayser ve sair melikler, name-i Nebeviyeye hürmet ettikleri için, mahvolmadılar.”(M.146-147,148,145,109,495,K.K.425-426)
“Pek çok zaman zihnimi işgal eden bir halet vardı: Bir zaman ben, bir kısım ehl-i dalalete mühim bir vakitte kahr ile dua ettim. Bedduama karşı müdhiş bir kuvvet-i maneviye çıktı. Hem duamı geri veriyordu, hem beni men’etti.
Sonra gördüm ki: O kısım ehl-i dalalet, hilaf-ı hak icraatında bir kuvve-i maneviyenin teshilatıyla, arkasına aldığı halkı sürükleyip gidiyor. Muvaffak oluyor. Yalnız cebr ile değil, belki velayet kuvvetinden gelen bir arzu ile imtizac ettiği için, ehl-i imanın bir kısmı o arzuya kapılıp hoş görüyorlar, çok fena telakki etmiyorlar.”(M.343)
“Mazlumun ahı, tâ arşa kadar gider.” diye bir kuvvetli hakikattır.”(Ş.290,372,393,449,Ks.139,E.I/12,279,E.II/245,T.313,419,526)
[1] 240, 274, 428; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 10:334, no. 3923; İbni’l-Esîr, Câmiü’l-Usûl , 9:95; İbni Kesîr, el-Bidâye Ve’n-Nihâye, 6:162; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:405, 409-410; Ebû Na’îm, Hılyetü’l-Evliyâ, 1:381; el-Askalânî, el-isâbe, no. 1190.
MEHMET ÖZÇELİK