HİSSE-30
HİSSE-30
Bir kralın on vahşi köpeği vardı. Hata yapan hizmetçilerini veya muhaliflerini bunların önüne yem olarak atardı.
Kral bir gün hizmetçilerden birinin hatasına rast geldi ve bundan hiç hoşlanmadı.
Bu yüzden hizmetçinin köpeklere atılmasını emretti.
Hizmetçi, “Sana on yıl hizmet ettim ve sen bana bunu mu yapıyorsun ? Lütfen beni o köpeklere atmadan önce bana on gün verin” dedi. Kral bunu kabul etti.
Hizmetçi, köpeklere bakan bekçiye gitti ve ona önümüzdeki on gün boyunca köpeklere hizmet etmek istediğini söyledi.
Muhafız şaşırdı ama kabul etti ve hizmetçi köpekleri beslemeye, onları temizlemeye, yıkamaya ve onlara her türlü rahatlığı sağlamaya başladı.
On gün dolduğunda kral, kölenin cezalandırılması için köpeklere atılmasını emretti.
İçeri atıldığında, aç köpeklerin sadece hizmetçinin ayaklarını yaladığını görünce hepsi şaşırdı!
Gördükleri karşısında şaşkına dönen Kral hizmetçiye dönüp “Köpeklerime ne oldu ?” diye sordu.
Bu soruyu ganimet bilen hizmetçi, “Köpeklere sadece on gün hizmet ettim, onlar da hizmetimi unutmadılar.
Hâlbuki sana tam on yıl hizmet ettim ve sen bir hatamda her şeyi unuttun” der.
*************
” Bir kahvenin 40 yıl hatırı var ” deyimi..
Gerçek tarihçesi , Üsküdarlı Bilge Yusuf ile Rum balıkçı Stelyonun hikâyesine dayanır.
1895 Eminönü Yemiş İskelesi , balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti ” – bre Yusuf , herkese benden okkalı bir kahve , ama şurda oturan Rum palikaryasına yok..
Ona , kahvem de akçem de haramdır “..der..Bilge Yusuf kahveleri ikram eder , bir kahve de Palikarya Stelyo nun önüne koyar..Zabıt adeta kükrer..” – ben , ona haramdır demedimmi Yusuf ” ..Bilge Yusuf , hiç istifini bozmaz..” – Komutan , o kahve benden , ona da helaldir ” der..Stelyo minnetle bakar Yusufa..
1905 olur , Samos ( Sisam ) arasında Rum isyanı başlar.. Damat Ferit Paşa adaya asker çıkarır..Bilge Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır.
Ancak ilk çatışmada esir düşer..2 yıl yatar Samos zindanlarında..2 yıl sonunda Rum çeteciler , esir pazarında satışa çıkarır Yusufu..Mezatda 5 para – 7 para sesleri arasından bir ses yükselir.” – O Türke benden 5 kuruş , hemen alıyorum..”.Sessizlik hakim olur , Rum alır Yusufu arabasına köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur , döner Yusufa ” – Serbestsin Bilge Yusuf ” der..Yusuf inanamaz duruma , Rum un ellerine kapanır..” – beyim , kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın ” der..Rum döner Yusuf’a ” – ben balıkçı Stelyo ” der..Yusuf çözemez durumu , adamı tanımaz bile..Rum , uzun uzun anlatır ,12 yıl öncesine , Yemiş iskelesine döner , detaylarıyla o günü anlatır ve ” – işte ben , bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo ” der.
Göz yaşları sel olur..Sarmaş dolar olurlar..Stelyo , Yusufu , kaçak yoldan İstanbul’a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder..Her yıl birbirlerini ziyaret ederler.Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına , torunlarına anlatırlar dostluklarını ve ” bu kahvenin 40 yıl hatırı var ” derler.
( TC Üsküdar Belediyesi Kültür Hizm .Arşivi)
************
“Biz Sanırdık ki;
Varlık ile RAHAT Artar,
Rahat ile de TAT Artar…
Bulduk bir Ehli,
sorduk işin Hakikatini..
Dedi ki:
Varlık ile iLLET artar,
Rahat ile Gaflet Artar…
Bildik ki;
iki Cihanda Saadet ancak: ALLAH’a KUL,
Rasulüne ÜMMET olmakla Artar… Vesselam..!!
**************
PAPAZ VE HAHAM HİKAYESİ
Papazın biri, uzun süredir ahbaplık ettigi Haham’a
*”Bana Tevrat’ı öğretmenizi isterim” der…*
Haham, olmaz der, *”Sen Yahudi doğmadın , kafan Yahudi gibi çalışmaz.*
*Tevratın kelamını anlaman mümkün değil.”*
Papaz ısrar eder, Haham razı olur, ama bir koşulu vardır: *”Soracagım soruya doğru yanıt verebilirsen , öğretirim.. ”
Papaz, *”Kabul”*
diye yanıtlar. *”Sor bakalım!”*
Haham:
*”İki adam bir bacanın içine düşerler. Biri kirli, öteki tertemiz çıkar. Hangisi yıkanır?”*
Papaz, *”Bundan kolay ne var?” diye atılır.**”Kirlenen yıkanır, temiz kalan yıkanmaz.”*
Haham içini çeker, *”Sana Tevrat’ın kelamını asla anlamayacağını söylemiştim!* *Doğrusu tam tersi. Temiz kalan adam ötekinin kirlendiğini görünce, kendisinin de kirlendiğini sanıp yıkanır. Kirlenen adam ise karsisindakini temiz gördüğü için kendisini de temiz sanıp yıkanmaya gerek duymaz.”*
Papaz, kafasını kaşır .* *”Bak bu aklıma gelmemişti. Bir soru daha sorar mısın?”*
Haham aynı soruyu yeniden sorar:”İki adam bir bacanın içine düşerler.
Biri kirli, öteki temiz çıkar.Hangisi yıkanır?”
Papaz, doğru yanıtı artık bildiğinden emin, *”Temiz kalan ötekinin kirlendiğini görünce kendisinin de kirlendiğini sanıp, yıkanır. Kirlenen, ötekini temiz gördüğünden kendisini de temiz sanıp yıkanmaz!”*
Haham, başını sallar. *”Yine yanıldın ! Sana söylemiştim, asla anlamayacağını. Temiz kalan adam aynaya bakar, temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirlendigini görünce, gider yıkanır.”*
Papaz itiraz eder: *”Ayna nereden çıktı? Bana ayna var demedin ki…”*
Haham, parmağını sallar: *”Seni uyardım, bu kafayla Tevrat’ın kelamını kavrayamazsın . Tevrat’ı anlamak için her olasılığı düşünmelisin .”*
“Peki, peki” diye inler Papaz. *”İzin ver, bir kez daha şansımı deneyeyim. Başka bir soru sor!”*
“Son kez soruyorum” der, Haham: *”İki adam, bir bacadan içeri düşerler. Biri temiz, öteki kirli çıkar. Hangisi gidip yıkanır?”*
Papaz, “Artık her olasılığı biliyorum” deyip, bir solukta sıralar: *”Eğer ayna yoksa, temiz kalan ötekini kirli görüp kendisinin de kirlendiğini düşünerek gider yıkanır. Kirlenen temize bakıp kirlenmediğini düşünerek, yıkanmaz. Eğer ayna varsa, temiz kalan aynaya bakıp temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirini gördüğü için yıkanır!”*
Haham başını sallayıp, cık cık yapar: *”Hayır, sana söylemiştim, kafan Yahudi kafası değil, Tevrat’a basmaz! Söyle bana, aynı bacadan içeri düşen iki adamdan birinin kirlenip , ötekinin temiz çıkması mümkün müdür?”
************
GAYRETULLAHA DOKUNMAK…
Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak halinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş haline rağmen sağa sola koşuyordu. Yanına sokularak:
– Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var?
Sıcak bir tebessümle:
– Buraların yabancısıyım evladım, dedi. Hastane tarafına gidecek bir araba arıyorum.
– Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.
Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyenin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanakları pembe pembe olmuştu.
– Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.”
– 20 dakikanız var, dedim. Hastaneye yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.
Durağa herkesten önce geldiğimiz için, dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm. İçeriye doluşan ve arkadaş olduğu anlaşılan adamlara:
– İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?
Ön koltukta oturanı:
– Hak istiyorsan Hakkari’ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki halklardan KDV’de alınmıyormuş.
Bu laf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu. Sakinleşmeye çalışarak:
– Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastaneye yetişmesi gerekiyor.
Bu defa şoför lafa karışıp:
– Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi, hastaneye uçuverir.
Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.
5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre “teyzeyi hastanede indirmesini” söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikayet etmiyordu. Üstelik trafik de, yarı yolda tıkanıp kalmıştı. Şoför:
– Yolun bu durumu, hayra alamet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.
Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileri doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:
– Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış. Heyecanla:
– Bir şey olmuş mu? diye atıldım. Yani yaralı falan var mı?
– Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastaneye kaldırmışlar.
Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla bir şeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu. Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:
– Kısmet işte, diye tekrarlayıp, duruyordu.Sen kalk koca bir kamyonla çarpış, hem de Türkiye’nin öbür ucundan gelen Hakkari plakalı bir kamyonla… iktibas.
*************
Günlerden birgün …
Kurbağaların yarışı varmış…
Hedef,
çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış…
Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış…
Ve yarış başlamış…
Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş…
Sadece şu sesler duyulabiliyormuş; “Zavallılar…
Hiçbir zaman başaramayacaklar…”
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar…
İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş…
Seyirciler bağırıyorlarmış:
“-Zavallılar!
Hiçbir zaman başaramayacaklar…”
Sonunda,
bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar…
Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış…
Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler…
Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye…
O anda farkına varmışlar ki…
Kuleye çıkan kurbağa sağırmış…
Olumsuz düşünen insanları duymayın… Onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar…Alıntı…
*******************
Merhum Ali Uçar Abi 8.11. 1997’de Almanya’daki sohbetinde Ürdün’ün Amman şehrinde Haziran 1997’deki Bediüzzaman Sempozyumundaki intibalarından birini şöyle anlatmış:
“Bazı abilerimizle sohbet ediyorduk Baktım, bir beyefendi bizi son derece dikkatle takip ediyor. Kendisine Türkçe bilip bilmediğini sordum. Arapça cevap verdi, bilmediğini söyledi. “Nerelisiniz?” diye sordum. Lübnan’lıydı. Adı Hüssam’dı. Bediüzzaman hazretlerini tanıyor musunuz dedim. Birdenbire Hüssam konuşmaya başladı, dedi:
“Mazide yaşamış çok İslam alimleri var. Günümüzde de var. Ben hepsinin ellerinden, ayaklarından öperim. Onların ayakları başımın üzerindedir. Ama Bediüzzaman hazretlerini onlardan ayıran çok farklılıklar vardır.” “Mesela, onlardan birini söyleyebilir misiniz?” dedim.
Derhal cevap verdi: “Bediüzzaman Said Nursi sabrın mürebbisiydi. Bugün İslam dünyasını içinde bulunduğu kritik günlere götüren en büyük hastalıklardan birisi aculiyet(acelecilik) belasıdır.” dedi.
Devam edecekti, duygulandı. ve birden ayağa kalktı;
“Ey Risale-i Nur talebeleri! niye sadece Türkiye’de yaşıyorsunuz? Neden bilad-ı İslam’da(İslam beldelerinde) gözükmüyor ve ümmet-i merhumeyi neden kucaklamıyorsunuz?” dedi…
***************
DİREKDEKİ PARMAK İZİ …!!!
Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretleri, İstanbul’u fethetdikten sonra, ilk Cum’a namâzını Ayasofya’da kılmak için kilisenin derhâl câmiye çevrilmesini emretmişdi.
Ordudaki ustalar kısa sürede Ayasofya Kilisesi’ni, kılıç hakkı olarak “Büyük Fetih Câmîi”ne çevirerek Cum’a namâzına hazırladılar.
Fâtih Sultân Mehmed Han Hazretleri toplanan cemaate;
– Aranızda ikindi namâzının sünnetini kaçırmayan var mı? Varsa cemaatin başına geçsin ve İmâmlığı yapsın” dedi.
Herkes birbirlerine ve büyüklere bakmaya başladılar.
Sultân’ın lalası da âlimlere ve sonra da Akşemseddin Hazretlerine bakdı. Herkesin başını yere eğdiğini gördü. Akşemseddin Hazretleri de başını öne eğerek;
– “Bir keresinde evime misâfir gelmişdi.
Misafiri kıramadığım ve meşgûl olduğum için ikindi vakti keraate girdi.
Hayâtımda sadece bir kez ikindi namâzımın sünnetini kılamadım” dedi. Akşemseddin’in Hazretlerinin bu sözü üzerine Fâtih Sultân Mehmed Hân;
-“Ben hayâtımda hiç ikindi namâzının sünnetini kaçırmadım” dedi.
Ayasofya’da kılınacak ilk Cum’a namâzında İmâmlığa Fâtih Sultân Mehmed lâyık görüldü.
Kuşatma esnasında bile ikindi namâzının sünnetini kaçırmamışdı.
Fâtih Sultân Mehmed Hazretleri, Tekbîr getirip namâza durmasına rağmen az sonra sağına soluna selâm vererek namâzını bozdu.
Tekrâr namâza durduğu hâlde yine sağa sola selâm vererek namâzdan çıkdı. Üçüncüsünde ise, tekbîr getirdikten sonra Cum’a namâzını kıldırmaya başladı.
Cemaatden bazıları: “Padişâh büyük kibre girdi o yüzden namâzı başlatamadı” diye düşündüler.
Namâz kılındıktan sonra namâzı neden bozduğunu sordular. O da:
-“İstedim ki namâz sırasında bana ve bütün cemaate Kâbe-i Muâzzama görünsün.
Kâbe’nin önünde namâz kılalım.
Bu niyetle namâza durduğumda birinci ve ikinci Tekbîrlerde Kâbe görünmedi.
Fakat üçüncüsünde Kâbe gözümün önünde belirdi” dedi. Bunun sebebini Akşemseddin Hazretleri’ne de sordular.!
O da bu hâdiseyi şöyle anlatdı; -“Padişâhımız üç defâ Tekbîr getirdi.
Birinci tekbîrde bakdım ki, Ayasofya’nın yönü kıbleye bakmıyor.
İçimden “İnşâ-Allâh bir yanlış yapmayız” dedim.
İkinci kez tekbîr getirdi, tekrâr namâzı bozdu, ancak; namâzı bozduğu için sevindim.
Üçüncü tekbîrde yine içimden:
“İnşâ-Allâh namâzını bozar” dedim.
Fakat o an bana manevî âlemde cemaatin en arka safı gösterildi.
Bu safta, bir kişilik yerin eksik olduğunu gördüm.
Bir an bakdım ki;
Hızır Aleyhisselam, o bir kişilik yere doğru gelirken direğe parmağını sokdu ve Ayasofya’nın yönünü kıbleye doğru çevirdi.
Ondan sonrada eksik safa geçerek namâza durdu.
Böylece Padişâhımız üçüncü kez tekbîr getirdikten sonra Kâbe’yi tam karşısında gördü, bir daha selâm vermedi ve böylece fetihden sonraki ilk namâz kılınmış oldu” dedi..
**************
DERLEYEN
MEHMET ÖZÇELİK
8-8-2022