KİM HAİN?

KİM HAİN?

 

” II. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’i isyan eder ve Hicaz’da karışıklık çıkarır düşüncesiyle İstanbul’da tutmuştu. İttihatçılar, yönetimde etkili olmaya başlayınca Şerif Hüseyin’i Hicaz’a emir olarak gönderdiler. Şerif Hüseyin I. Dünya Savaşı esnasında, II. Abdülhamid’in tahmin ettiği gibi isyan çıkarır. İşin ilginç tarafı, isyan üzerine basın bildirisi yayınlayan İttihatçı hükümet, “Biz, onun isyan çıkaracağını zaten biliyorduk.” türünden bir açıklama yapar.”[1]

Meğer kimmiş Osmanlıyı arkadan vuran!

Benzeri bugün yapılmıyor mu?

Teröristleri besleyen ve onları hapisten çıkarma vaadinde bulunulmuyor mu?

“İktidar olma hırsına kapılan İttihatçılar yabancı güçlerin, Ermenilerin, Yahudilerin ve masonların oyuncağı hâline gelmişler; siyasi ihtirasları uğruna milleti ve orduyu bölmekten bile çekinmemişler, darbeyle ele geçirdikleri iktidarı entrika, kan ve rüşvetle elde tutmaya çalışıyorlardı. Devletin savaşa girmesi hâlinde içteki ve dıştaki düşmanların hemen harekete geçeceği ve yıllardır Türklerle iç içe yaşayan Ermeni ve Arapları kullanacağı muhakkaktı”[2]

“Balkan Harbi’nin başladığı dönemde İttihatçıların hariciye nazırı, Ermeni Gabriel Noradungiyan Efendi idi. İttihatçılar, iktidar yolunda yürürken Ermenileri, Yahudileri ve masonları kullandıklarını zannediyorlar, hâlbuki kendileri kullanılıyorlardı.” Age.16.

  1. Abdülhamid’in ifadesiyle, “Yolunu şaşırmış kuzular” gibiydi İttihatçılar…

““Abdülhamit’e tahttan inme kararını bildirenlerden birisi olan Emanuel Carasso, İtalya’dan para alan bir casustu.”

1909’da iktisat nazırı olan, savaş başlarken istifa eden ve 1917’de tekrar iktisat nazırı olan Cavit, Selanikli bir dönme idi. Lozan’da Ankara hükümetine danışmanlık yaptı.

Talat ve Cemal mason idiler, ayrıca Cemal Paşa aşırı Türkçülüğü ile de tanınıyordu. Arap ayrılıkçı hareketlerine karşı aldığı önlemlerle de bunu açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca, İttihat ve Terakki’nin kurucularından olan Talat Paşa masonlardan para da almaktaydı.

Cavit, Mithat Şükrü ve İsmail Canbolat’ın da mason olduğu biliniyor.

İttihatçılarla masonlar arasındaki bağlantıları Carosso yapıyordu.”

“İttihatçıların, ilk yapılandıkları ve faaliyet gösterdikleri yer Selanik idi. Selanik nüfusunun yarısından çoğunu Yahudiler ve dönmeler oluşturuyordu.

  1. yüzyılın sonlarında Selanik’te dönmelerin sayısı on bin civarındaydı. Bu insanlar kendilerini Müslüman olarak göstererek devletin en üst kademelerini işgal eder hâle gelmişti.

İttihat ve Terakki Partisi halk tarafından masonlarla iş birliği yapan ve laikliğe eğilimi olan bir parti olarak biliniyordu.”[3]

 

O dönemde Masonların hâkim olduğu İttihatçıların her şeyden öte kör olup görmeyerek tek hedefi vardı, o da II. Abdülhamid’i devirmekti.

Bugün de bunun arkasında kimler ve kimler tarafından beslenmektedirler.

Bugün Erdoğan’ı devirmek körlüğüyle önünü ve etrafı görmeyip, her yolu mübah görenler gibi.

14 Mayıs 2023 seçimlerinde her kese vaatlerde bulunulmakla, zamanımızdaki oyunlara ne kadar benziyor değil mi?

O günkü İttihatçılar ile mason ortaklığı, bugün de İttihat ve Terakki zihniyetindekilerle masonlar ittifak yapmaktadır.

Tarih hiç değişmiyor, hep tekerrür ediyor.

Tıpkı aldatanlarla beraber, aldananların da olması gibi.

“I. Dünya Savaşının yaklaştığı dönemde Osmanlı hâkimiyeti altındaki Arap topraklarında İngiliz ajanları cirit atıyordu. Oysaki Osmanlı Devleti’nin Arap Yarımadası’na gönderdiği vali ve hâkimlerin bir kısmı Arapça bilmiyor, hâkimler ve valiler tercümanlar vasıtasıyla halkla irtibat sağlıyorlardı. Hâlbuki Avrupalı devletlerin ajanları Arapçayı bir Arap gibi konuşabiliyordu. Daha da ilginç olanı, I. Dünya Savaşı esnasında Arap birliklerinin başına geçirilebilecek Arapça bilen subayımız bile yeterli değildi. Bu konuda çok eksiktik. Yıllardır birlikte yaşadığımız insanların dilini bile bilmiyorduk. İngiliz casusları ise kendilerini ne yapıp edip çöldeki bedevilere sevdirmeyi başarıyor, onlarla yatıp onlarla kalkıyorlardı.”[4]

Bugün ise inşallah bu yetersizlik ve eksiklik olmasa da ancak düşmanın oyunun eskisinden daha haince olduğu unutulmamalıdır.

-O gün;” I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği günlerde Hüseyin Cahit Yalçın, maarif nazırı yapılmak istenir. O ise bu bakanlığı ancak Latin harflerinin kabulü şartıyla üstlenebileceğini bildirir. Talat Paşa ise savaş anında böyle bir dönüşümden yana değildir.

Hüseyin Cahit, Talat Paşaya, “Latin harflerini kabul ettirmek için maarif nazırlığını istiyorum, ancak siz bu düşüncede değilsiniz.” demiştir. Olağanüstü bir zaman diliminde H. Cahit’in böyle davranması ilginçtir. Araplarla Türkler arasında gerginliğin arttığı bir an… Bu kişi İttihatçıların sözcülüğünü yapanlardan biriydi. Lozan görüşmeleri esnasında Fransızlar lehine hareket ettiği için Rıza Nur tarafından kovulan bir kişi H. Cahit Yalçın… Savaşın tam ortasında Arap harflerini bırakıp Latin harflerini kabul edelim, diyor. Arapların küsmesini bir tarafa bırakacak olsak bile, savaş esnasında böyle bir değişikliğin sonuçları nasıl olurdu, harf değişikliğine gitmenin devam etmekte olan savaşa ne katkısı olacaktı?”[5]

-Bugünde birileri devlet mansıp ve makam sevdalarıyla yapılan saldırıları görmemeleri gibi.

-Ve yine bugün bazı şeylere zam yapanlar gibi, Abdülhamid döneminde de ekmeğe zam yapanlara II. Abdülhamid şu uyarıda bulunmuştur;

“Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran Sultan II. Abdülhamit, onlara: “Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin. Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim. Çünkü memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki halkımız bundan büyük ıstırap çeker.” demiştir. Halkın onunla bir sorunu yoktu. Onunla sorunu olanlar yönetime gelme hırsına kapılmış ve sömürgeci devletlerin maşası hâline gelmiş olan Jön Türkler idi.”[6]

Bilinmelidir ki mesele ne soğandır ne de patates.

Bütün mesele bu milleti bir yüz yıl daha boyunduruk altına almaktır.

Bunlarla beraber Abdülhamid’in devrilmesi için en önemli amillerden biri bugün de birçok noktada benzerlik gösteren hususlarda yapıldığı gibi;

“Onun hakkında olumsuz bir kamuoyu oluşturma için kullanılan casusların etkisi de vardı. II. Abdülhamid’in ilk yıllarında etkili olan Ali Suavi’nin hanımı Mary İngiliz casusudur. Ve daha nice casuslar devlet adamlarının etrafında pervane gibidir. Devletin önemli kadrolarında görev alan Ermenilerin, üst kadronun çocuklarını eğitmekle görevli olan yabancı uyruklu mürebbiyelerin bir kısmı da yabancı devletler adına casusluk yapıyordu. Bunlar gerektiğinde bilgi aktarıyor, gerektiğinde havayı yabancıların isteği doğrultusunda değiştiriyordu. Ekonomi piyasasını altüst etmeleri bile devrin padişahının eleştirilmesi için ortam oluşturuyordu.

Bazıları onun, özgürlükleri kısıtladığını savunuyordu. Hem de Ermenilerin, Bulgarların, Yahudilerin fırsat kolladıkları bir anda alabildiğince özgürlük isteniyordu. Onu suçlayanlar ondan sonra özgürlükleri daha da kıstı. Politikasını beğenmeyenler devleti birkaç yılda perişan etti.”[7]

O gün memlekette entrikaları çeviren devletlerin başında İngiliz, Fransız ve Alman bulunuyordu.

Bugün ise pek değişmemekle beraber ek olarak haçlı orduları yani yedi düvel hücum etmektedir.

Bugün dost görünen devletlerin gerçek yüzlerini ortaya koymak ve samimi olarak yanımızda durduklarını pek de düşünmemek gerekir.

Nitekim Abdülhamid döneminde beraber savaşa girdiğimiz ve dost görünen ve bugün de Pkk’ya hamilik yapan Alman, Fransız, İsrail ve yirmiden fazla Avrupa ülkesinin olduğu unutulmamalıdır.

Nitekim;” Binbaşı Vecihi Bey, anılarında: “Alman askerler, I. Dünya Savaşı esnasında Toros civarından geçen gıda, giyecek ve mühimmat vagonlarına değişik tekniklerle müdahale edip Türk birliklerine giden malzemeleri çalıyorlardı. Bazen üstü açık vagonlara çengel atıyorlar, bazen durmakta olan vagonların altını deliyorlardı. Sabunları çalıp, çuvalların içine taş doldurmak, gaz ve benzin tenekelerini boşaltıp içine su doldurmak onların işiydi.

Şam elden çıkarken, Almanlar arkalarına bile bakmadan Türkleri geride bırakıp kaçmışlardı.” diyor.”[8]

O gün başındaki gailelerle bir derece kendisiyle uğraşıp ihmal edilen Araplar, (ki, bunlar İslam’ın intibahında önemli eksendirler.) bugün ihmal edilmemeli, düşmanın eline koz verilmemelidir.

“Mehmet Akif, Arabistan’da halktan bir kısmının yoksul hâlini görünce: “Ne yapabildik bu masum insanlara? Doktor yok, ilaç yok, ilim yok, irfan yok, medeniyet yok, huzur yok, kanun yok, devlet yok… Sonra da neden İngiliz altını, neden Fransız kültürü, neden Alman ilgisi onları cezbediyor diyoruz.” demiştir. Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Bey ise: “Bu insanlara ne verdik ki ne istiyoruz?” demiştir.

Akif, yine bir yoksulluk manzarası karşısında: “Bu adamdan, bu hayat içinde sadakat beklemeye hakkımız var mı?” demektedir. Yoksulluk içindeki bu insanların, İttihatçı yöneticilerin İstanbul’daki içkili-kadınlı âlemlerden haberdar olmaması mümkün değil. Arap ayrılıkçılığını körükleyenlerin bunu propaganda aracı olarak kullanmaması mümkün değil. “Siz burada sefalet içinde yaşarken, Türk yöneticileriniz İstanbul’da âlem yapıyor.” dememeleri mümkün değil.”[9]

Ogün Arapları aleyhimize çevirenler, bugün de aynı işlemi fazlasıyla yapmaktadırlar.

“Arap milliyetçiliğini körükleyen cemiyetlerin geneli İngiliz ve Fransızların etkisinde çalıştılar.

Fransız Konsolosluğu’nun Beyrut’taki cemiyetleri maddi olarak desteklediği biliniyordu.

Suriye’deki ayrılıkçı Arapların çıkardığı gazetelerin Fransızlar tarafından maddi olarak desteklendiği de bilinenler arasındadır. Neden destekliyordu?

Sömürmeyi düşündüğü bölgeyi Osmanlıdan yavaş yavaş koparmak için! Bunun için de kendisine yakın gördüğü Hristiyanları kullanıyordu. Örneğin, El Nahdatü’l-Lübnaniye Cemiyeti, Fransızları bölge halkına sevdirmeye çalışıyordu. Arapların kültürel bağımsızlığı temasını işleyenlerden ilki Ahmet Faris Şidyak isimli bir Maruni’dir. Türkiye-Suriye Islahat Komitesi’ni destekleyenlerden birisi olan Abbe Kateb, Katolik papaz idi.

Cemiyetlerin ileri gelen isimlerinden olan bu tür kişiler Müslüman Araplara, onları Osmanlıdan soğutacak propagandalar yapıyorlardı. Fransa ve İngiltere gibi devletleri Osmanlıdan daha güçlü gösteriyorlar ve bu devletlerin Araplara daha iyi sahip çıkacağı propagandasını yapıyorlardı.

Arap milliyetçiliği hareketinin başlatıcıları Hristiyan Araplar idi.

Bunun yanında 1860-1914 yılları arasındaki Arap milliyetçiliği çalışmalarının öncülüğünü yapanların geneli Hristiyan Araplardı.”[10]

Bugünkü Avrupa’nın bizimle yaptığı savaşların başında enerji savaşları gelmektedir.

Dün olduğu gibi.

“19. yüzyılın sonlarında Avrupalı büyük devletler, Osmanlı sınırları içerisindeki yeraltı kaynakları ile yakından ilgilenmeye başladılar.

Bazı petrol şirketleri en iyi ajanları Osmanlı ülkesine gönderme konusunda seferber olmuşlardı.

İngilizler başta da Deterding (Royal Doyç- Shell Grup’un başı) olmak üzere, Arap bölgelerinin casuslar vasıtasıyla Türklerden koparılacağına inanıyordu.

Ünlü petrol patronu Henry Deterding, Orta Doğu petrollerinin elde edilebilmesi için Türklerin bölgeden atılması gerektiği tezini savunuyordu.”[11]

Bugün Türkiye’de muhalefet ve azınlıkları destekleyen Abd başkanı Biden gibi, o günde;

“Avrupalılar, böl-parçala-yut yöntemini izliyordu. Bunun için de Araplarla Türklerin birbirinden koparılması için politikalar üretildi. Orta Doğu’ya değişik görünümler altında casuslar gönderildi. Öğretmen, doktor, gezgin, araştırmacı, arkeolog… İngilizler, amaçlarına ulaşabilmek için, Osmanlı coğrafyasındaki ayrılıkçı hareketleri körüklemeyi devlet politikası hâline getirmiş, Arap milliyetçiliğini yeşertmek ve Türklerle Arapların yollarını ayırmak için Hristiyan Arapları kullanmaya öncelik vermişti.”[12]

O gün Osmanlı ülkesinde cirit atan ajanlar gibi bugün de azımsanmayacak derecede, başta doğu ve güneydoğu olmak üzere Türkiye’yi parçalamak amacıyla cirit atmaktadırlar.

“Arminius Vambery (1832-1913) uzun süre Türkiye’de yaşamış ve Türk aydınları ile doğrudan doğruya temaslar kurabilmiştir. O, bir İngiliz ajanıydı.

İngiltere’ye yazdığı mektupta, Osmanlı Devleti’nin dağılmasının çabuklaştırılmasını istiyordu. Bunun için de elinden geleni yapıyordu.

… Casuslar sadece haber alma işiyle görevli değildi. Hedef kitleleri, mensubu oldukları devletlerin çıkarlarına göre de yönlendirirlerdi.

… Casusların bir kısmının ölümü esrarengiz bir şekilde oldu ve fail-i meçhul olarak kaldı. Öyle olması gerekiyordu, görevleri bitmişti ve çok şey biliyorlardı. Ne olur ne olmazdı?”[13]

En büyük işgal, zihinlerin işgalidir. Zihnen işgal edilmeyen devletler kolay kolay işgal edilemezler. Bunu çok iyi bilen batı İslam ülkelerinde açtıkları okullarla bunu sürdürmüşlerdir.

“Batılı devletler sömürmeyi hedefledikleri bölgelere okullar kuruyorlardı. Bu okullar, sömürgeciler için birer üs vazifesi görüyordu. (Merzifon’daki Amerikan Koleji, Pontusçu Rumların bir üssü olarak kullanılıyordu. Bu durum belgelerle sabitlenmiştir.) Bu okullar sayesinde, halkın kültürünü etkileyip, hedef bölgelerdeki ileri gelenlerin çocuklarını kendi istekleri doğrultusunda yetiştirirlerdi. (Halide Edip Adıvar, Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunudur.) Milletin düşman işgalinden kurtulmak istediği dönemde o, Sivas Kongresi’ne bir mektup göndererek kurtulup için Amerikan mandasının gerekli olduğunu dile getirmiştir.) Batılılar, kendi devletlerini bu okullar sayesinde büyük, demokratik, insan haklarına saygılı, hoşgörülü olarak tanıtırlardı.”[14]

 

-Yüz yıl önce entrikalar ile dağılmaya sebep olan olaylar, iman ediyorum ki İttihada yani farz-ı ayn olan İttihadı İslam’a sebep olacaktır.

 

“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.

Bize bu dünyada da ahirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır, ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.”[15]

 

MEHMET ÖZÇELİK

17-04-2023

[1] Hain Kim? Remzi ÇAVUŞ.Sh.8.

[2] Age.9.

[3] Age. 20-21.

[4] Age. 10.

[5] Age.43-44.

[6] Age.30.

[7] Age.31.

[8] Age.59.

[9] Age.63-64.

[10] Age.68.

[11] Age.75.

[12] Age.76.

[13] Age.80-81,83.

[14] Age.89.

[15] A’râf Suresi – 155-156 .

Loading

No ResponsesNisan 17th, 2023