ÖLÇÜSÜZLÜĞE REDDİYE
ÖLÇÜSÜZLÜĞE REDDİYE
Mehmet Görmez’in (Eski Diyanet İşleri Başkanı); depremin,- ilahi ceza yönü zihnin tembelliği-, olarak ifade edip görmemesi,[1] aslında tam bir ilmi, akli ve kalbi tembelliktir.
Elbette nasıl ki bu depremi sadece cezaya bağlamak ne derece yanlış ise, aynı oranda ve en azından o kadarda ilahi ceza yönünü görmemek ve geçmiş kavimlerin başına gelenlerden ibret almamakta o kadar yetersizliktir.[2]
Daha öncede böyle bir yanlışı ısrarla dile getirmiş, ona cevabı ayetler ve İslami ölçüler içerisinde yazmıştım.
Sadece ilgisizlik değil, aynı zamanda ilmi yetersizliktir.[3]
-Görmez Hoca, Risale-i Nurlara pek de yabancı olmayıp malumatı olsa da marifeti konusunda yetersiz göründüğünden, Bediüzzaman’ın Sözler adlı eserinde zelzele bahsini bir okumasını tavsiye derim.
-Diyanet işleri başkanları neden Müslüman toplumla bazı konularda uyuşmazlık ve anlaşmazlık yaşıyor?
İşin garibi bir kısmı topluma ters düşüyor.
Toplumun geçmişten gelen inancına ve düşüncesine aykırı görüşler ortaya koyuyor.[4]
-Geçmiş kavimlerin neden ve nasıl helak edildiğine bir kere daha baksın.[5]
-Acaba kendisinden bahsedilmesinden ve de gündemde kalmaktan hoşlanıyor mu? Böyle isabetsiz çıkışlarda bulunuyor.
Cübbeli Ahmet Hoca’nın tasvib etmediğim ifrat derecede zındıklığa varan ithamına karşı rahatlığı insanı düşündürüyor.
Ne rahat bir insan.
Oysa böyle bir itham karşısında durup düşünmeli, bildiklerini bir daha gözden geçirmeli ya da kaba tabirle kahrolmalı.
-“Şöhret divanelerinden birisi namazgâhı telvis etmiş, tâ herkes ondan bahsetsin. Hattâ ondan lânetle de bahsedilmiş de, şöhretperestlik damarı kendisine bu lânetli şöhreti hoş göstermiş diye darbımesel olmuş.”[6]
Elbette bunun bir şöhret amaçlı yapıldığı iddiasında değilim. Hatırlatma babında dile getirdim, bir temsil ve teşbih olarak.
-“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.”[7]
-“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder. “[8]
(Âyette hitap edilenler, günahkâr müminlerdir. Günahı olmayan müminlerin başına gelen musibetlerin sebebleri başkadır. Mesela onların sabretmeleri ecirlerini arttıracak sebeblerden biri olarak sayılabilir.)
Oysa bu gibi musibetlerde günahkârlar cezalarını alırken, müminin bu durumda ölürse kendisi manevi şehit ve malı da sadaka yerine geçmektedir.
-Bediüzzaman bu manadaki tesbitlerinde;
-“Sual: Has dostlarınıza gelen musibetleri, tokat eseri deyip hizmet-i Kur’âniyede füturları cihetinde bir itab telâkki ediyorsun. Halbuki size ve hizmet-i Kur’âniyeye hakikî düşmanlık edenler selâmette kalıyorlar. Neden dosta tokat vuruluyor, düşmana ilişilmiyor?
Elcevap: – Zulüm devam etmez, küfür devam eder.- sırrınca, dostların hataları, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyor. Şefkatli tokat yer, aklı varsa intibaha gelir.
Düşman ise, hizmet-i Kur’âniyeye zıddiyeti, mümânaati, dalâlet hesabına geçer. Bilerek veya bilmeyerek hizmetimize tecavüzü zındıka hesabına geçer. Küfür devam ettiği için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar.
Nasıl ki, küçük kabahatleri işleyenlerin nahiyelerde cezaları verilir, büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de, ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için, kısmen dünyada ve sür’aten verilir. Ehl-i dalâletin cinayetleri o kadar büyüktür ki, kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak, âlem-i bekadaki Mahkeme-i Kübrâya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.
İşte, hadis-i şerifte –“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin Cennetidir.” Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 2:197, 323, 389, 485.
– mezkûr hakikate dahi işaret ediyor. Yani, dünyada şu mü’min, kısmen kusurâtından cezasını gördüğü için, dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler, madem Cehennemden çıkmayacaklar; hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları tehir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya cennetleridir. Yoksa, mü’min bu dünyada dahi kâfirden mânen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes’uttur. Adeta mü’minin imanı, mü’minin ruhunda bir cennet-i mâneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde mânevî bir cehennemi ateşlendiriyor.”[9]
-“Birinci nokta : Nimet ve rahmet-i İlahiyenin fiyatı, şükürdür. Biz şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı celb ediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile, nev-i beşer tam tokada kendini müstahak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.
İkinci nokta : Hadiste var ki: “Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkar ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır” derler. (Et-Terib ve t-Terhib, 1:28; Hayatü l-Hayavanü l-Kübra, 1.381) Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, masum hayvanlar da azap çekerler.
Üçüncü nokta : Ayette vardır: “Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” 2 Çünkü, musibet-i ammeden masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selamette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i ammede masumlar da bela çekerler.
Dördüncü nokta : Şimdi, malda ve rızıkta hilelerle suistimal ile, rüşvetle çok haram karıştığı ve ekinciler kendi malına hakkıyla sahip olmadığı ve on adamdan iki-üçü tam rahmete müstahak ise, ekincilerin malından istifade edenlerden beş-altısı ya zulümle, haram karıştırmakla, ya şükürsüzlükle rahmete istihkakını kaybediyor.
Beşinci nokta : Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine, belaların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belayı def ediyor; onun intişarı ve okunması külli bir sadaka nev inde semavi ve arzi belaların def’ine çok emareler ve çok hadiselerle tebeyyün etmiş. Hatta Kur’ân ın işaretiyle tahakkuk etmiş. Ve yazmasını ve intişarını men etmek zamanlarında dört defa zelzelelerin başlaması ve intişarıyla durmaları ve Anadolu da ekser okunması İkinci Harb-i Umuminin Anadolu ya girmemesine bir vesile olduğu Sure-i Ve l-Asr işaret ettiği, bu iki ay kuraklık zamanında mahkemenin Risale-i Nur’un beraatine ve vatana menfaatli olduğuna dair kararını Mahkeme-i Temyiz tasdik ederek tam bir serbestiyetle Risale-i Nur’un intişar ve okunmasını beklerken, bütün bütün aksine olarak men edilmesi ve mahkemedeki risalelerin sahiplerine iade edilmemesi ve bizi de o cihetle konuşmaktan men etmeleri cihetiyle, belaların def’ine vesile olan bu külli sadaka-i maneviye karşı çıkamadı, günahımız neticesi kuraklık başladı.
Altıncı nokta : Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azaptır. Buna karşı, ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddi nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid alar karışmadan, şeriatin tayin ettiği tarzda dergah-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.
Hem böyle umumi musibetler, ekser nasın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.
Biz Risale-i Nur şakirtleri dünyaya çok ehemmiyet vermediğimizden, dünyaya yalnız Risale-i Nur için baktığımızdan, bu yağmursuzlukta dahi o noktadan bakıyoruz. İşte, Denizli de mahkemeye verilen cüz i bir kısım Risale-i Nur, sahiplerine iadesinin aynı zamanında, burada dahi bir kısım zatlar yazmaya başlamaları aynı vaktinde, bu yağmursuzlukta bir derece rahmet yağdı. Fakat Risale-i Nur’un serbestiyeti cüz i olmasından, rahmet dahi cüz i kaldı. İnşaallah, yakında benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intişarı küllileşecek ve rahmet dahi tam olacak.”[10]
-“Altıncı Suâlin Tetimmesi ve Hâşiyesi: Ehl-i dalâlet ve ilhad, mesleklerini muhâfaza ve ehl-i imânın intibahlarına mukabele ve mümânaat etmek için, o derece garip bir temerrüd ve acîb bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ, bu âhirde, beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümâtlı isyanından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve Hàlık-ı Arz ve Semâvât dahi, değil hususi bir Rubûbiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecellî ile kâinatın heyet-i mecmûasında ve Rubûbiyetin daire-i külliyesinde nev-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyânından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri Kâinat Sultanını tanıttırmak için emsâlsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve Harb-i Umumi gibi umumi ve dehşetli âfâtı, nev-i insanın yüzüne çarparak onunla Hikmetini, Kudretini, Adâletini, Kayyûmiyetini, İrâdesini ve Hâkimiyetini pek zâhir bir sûrette gösterdiği halde; insan sûretinde bir kısım ahmak şeytanlar ise, o küllî işârât-ı Rabbâniyeye ve terbiye-i İlâhiyeye karşı eblehâne bir temerrüd ile mukabele edip diyorlar ki, “Tabiattır, bir mâdenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika’da beş saat bütün makineleri durdurmuş ve Kastamonu vilâyeti cevvinde ve havasında semâyı kızartmış, yangın sûretini vermiş” diye mânâsız hezeyanlar ediyorlar. Dalâletten gelen hadsiz bir cehâlet ve zındıkadan neş’et eden çirkin bir temerrüd sebebiyle bilmiyorlar ki, esbâb yalnız birer bahanedirler, birer perdedirler. Dağ gibi bir çam ağacının cihazâtını dokumak ve yetiştirmek için, bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine, küçücük çekirdeği gösterir, “İşte bu ağaç bundan çıkmış” diye, Sâniinin o çamdaki gösterdiği bin mu’cizâtı inkâr eder misillü, bâzı zâhirî sebepleri irâe eder. Hàlık’ın ihtiyâr ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i Rubûbiyetini hiçe indirir. Bâzan gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikate fennî bir nâm takar. Güyâ o nâm ile mahiyeti anlaşıldı; âdileşti, hikmetsiz, mânâsız kaldı.
Yedinci Suâl: Bu hâdise-i arziye, bu memleketin ahâli-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyâde ilişiyor?
Elcevap: Bu hâdise hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazan’ın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribâtından intibâha gelmediklerinden, hafifçe gàfilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi çok emârelerin delâletiyle bu hâdise ehl-i imânı hedef edip, onlara bakıp, namaza ve niyâza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.
Bîçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyâde sarsmasının iki vechi var:
Biri: Hatâları az olmak cihetiyle, temizlemek için tâcil edildi.
İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatli imân muhâfızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlûp olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle, en evvel oraları tokatladı ihtimâli var.”[11]
-“Nasıl bir harb-i umumide bir kumandan zaferden sonra ateş eden bir ordusuna “Ateş kes!” ve hücum eden diğer bir ordusuna “Dur!” der, emreder, o anda ateş kesilir, hücum durur. “İş bitti, istilâ ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde yüksek kalelerinin başında dikildi. Esfelü’s-sâfilîne giden o edebsiz zâlimler cezalarını buldular” der. Aynen öyle de, Padişah-ı Bîmisâl kavm-i Nûh’un mahvı için semâvât ve arza emir vermiş; vazifelerini yaptıktan sonra ferman ediyor: “Ey arz, suyunu yut; ey semâ, dur, işin bitti! Su çekildi. Dağın başında memur-u İlâhînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zâlimler cezalarını buldular.” İşte şu üslûbun ulviyetine bak. “Zemin ve gök iki mutî asker gibi emir dinler, itaat ederler” diyor. İşte şu üslup işaret eder ki, insanın isyanından kâinat kızıyor. Semâvât ve arz hiddete geliyorlar ve şu işaretle der ki: “Yer ve gök iki mutî asker gibi emirlerine bakan bir Zâta isyan edilmez, edilmemeli.” Dehşetli bir zecri ifade eder. İşte tûfan gibi bir hâdise-i umumiyeyi bütün netâiciyle, hakàikıyla birkaç cümlede îcâzlı, i’câzlı, cemâlli, icmâlli bir tarzda beyân eder.”[12]
**************
Sayın Görmez, bir de depremden dolayı kişilerin Rabbe karşı gönüllerinin kırgın, devlete öfkeli olduğunu söylemiştiniz.
Bu da hissi ve de ölçüsüz olmuş.
İşte ben. Adıyaman merkezde bulunan evim yıkıldı. Merhume Annemin evi de yıkıldı ve enkaz altında kaldı.
Enkazdan 8 gün sonra çıkardık.
Hatta ilk 2 gün komşumuz ardiyesinin kepçesi 2 gün çalışmadan, ardiyenin önünde bekledi.
Neden çalıştırmadığını sorduğumda, izin çıkmadığını, müsaade edilmediğini söyledi.
Elbette bu işin mutlaka riski olacaktı. Kurtarılması gerekenlerin hayatı tehlikeye atılmamalıydı. Anlayışla karşıladım.
Annemin evinde bir miktar para ve az miktarda altın vardı. Düşünmedik.
Kalbimde maddi kayıplardan dolayı bir burukluk hissetmedim. Çünkü onların sadaka yerine geçtiğine inancım tamdır.
85 yaşında kaybettiğim Annemin aslında 85 saniyede, 85 yılda kazandığının daha fazlasını kazandığına inandım.
Yakınlarımızı ve komşularımı ve de değerli arkadaşlarımı kaybettim.
Elbette bundan dolayı üzüldüm.
Ancak asla ve asla ne sizin dediğiniz gibi, Rabbe karşı kırgınım, ne de ,tahrike sebeb olan dediğiniz gibi, devlete karşı öfkeliyim.
Çünkü bizler kadere inanmış, ibret ve hikmetle bakmayı bilen kişileriz.
Ölenlerin kaybetmediğini, kaybolan malların zayi olmayıp, sadaka olduğunu idrak edenlerdeniz.
Hem ne haddimize, Rabbe karşı kırgın olalım.
Hem ne haddinize, Rabbimizle aramızı açmak.
Haddimizi biliriz, haddinizi bilin.
Aslında araya hiç girmeyin.
Çekilin aradan, girsin Yaradan.
Yakub Peygamber gibi, bizler ancak dağınıklığımızı, dağılmış halimizi Allaha arz edip, şikayette bulunuruz.
Ancak Rabbimizi başkalarına şikayet etmeyiz.
Sizde etmeyin.
Ölçüsüz beyanda bulunmayın.
Toplumu germeyin.
Teselli verin, ibret pencereleri açın. İbretle bakın, hikmetle baktırın.
**************
-Bilinmelidir ki; Ölçü olmazsa istikamette olmaz, kaybolur.
Şakul bozulmasın, bozulursa ayar tutmaz.
“De ki: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar.” Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir.”[13]
Hem dünya ve içindekiler için söz konusu oldu gibi, İnsan içinde geçerlidir.
Dünyada ekolojik denge bozulduğunda olan olumsuzluklar gibi, insanında ekolojik dengesi bozulursa, dengesizleşir.
Sayın Görmez, kendinizi bunca tepkilere karşı ısrarınızı sürdürmeyip, tevazu gereği kendinizi ve bildiklerinizi bir daha test edip, gözden geçirin.
Herkes tahkik ehli olmadığından toplumda yara açarsınız, bizleri ise ancak biraz daha araştırmaya sevk etmiş olursunuz.
Teemmel…
MEHMET ÖZÇELİK
17-03-2023
[1] https://m.haber7.com/guncel/haber/3309977-gormez-naz-makami-seven-ve-sevilen-arasinda-bir-muhabbettir
[2] https://www.kurandaara.com/?act=ara&keyword=HELAK&meal=1
[3] https://tesbitler.com/2023/03/13/hasta-asrin-hastalikli-insanlari/
https://tesbitler.com/2023/03/15/tanriyi-kizdiracak-ne-yaptiniz-ki/
https://tesbitler.com/2023/02/15/depremle-imtihanimiz-devam-ediyor/
https://tesbitler.com/index.php?s=Musibetler+
[4] Bak. https://tesbitler.com/2020/12/07/kuran-i-kerim-tarih-otesidir/
https://tesbitler.com/2016/08/10/siradaki-kim/
https://tesbitler.com/2015/01/03/suleyman-atesin-tutarsizliklari/
[5] https://www.kurandaara.com/?act=ara&keyword=Helak&meal=1
[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/on-ucunu-lem-a/89
[7] Rûm Suresi – 41.
[8] Şûrâ Suresi 30. Ayet.
[9] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/barla-lahikasi/onuncu-lem-a-sefkat-tokatlari-risalesi/207
[10] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/bana-hizmet-eden-kucucuk-bir-risale-i-nur-talebesinin-coklar-namina/32
[11] http://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/on-dorduncu-soz/160
[12] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-besinci-soz/340
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/on-dorduncu-soz/161
[13] İsra.84.