ATEŞİ BOL OLAN ÜLKE İNGİLTERE

ATEŞİ BOL OLAN ÜLKE İNGİLTERE

Dünyayı ateşiyle, ateş gibi yakıcı hilesiyle yakan tek ülke İngiltere’dir.

Yahudiler karıştırırken, İngilizler yakmaktadır.

Yahudilere İsrail devletini kurduran İngiltere o zamandan bu zamana kadın, çocuk ve yaşlı demeden o yangın hala devam etmektedir.

Afrika ve Osmanlıya bağlı devletler hep İngiliz’in ateşiyle yanıp küle dönmüşlerdir.

-İngiltere yüz yılı aşkındır adeta Türkiye’yi valileri ve vekilleriyle yönetiyor. 

İngiliz ne kadar tehlikeli ise, onlarla iş tutanlarda en az onlar kadar tehlikelidir.

Kraliçenin ölümüyle birlikte yüz sene önce Osmanlıdaki ‘İngiliz Muhipler Cemiyeti’ yani İngilizi sevenler cemiyeti gibi, zamanımızdaki İngiliz muhipleri ve Kraliçenin gülleri vefalarını göstermek üzere uçtular.

İngiliz oyunu adeta ruhumuzda geçmekte, içimizi bilip kontrol etmektedir.[1]

Öyle ki; bir nehirde iki balık birbiriyle kavga ediyorsa, oradan bir İngiliz geçmiştir, denilmektedir.

-“ İngiltere’nin Ermeni meselesi ile ilgilenmesi 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sırasında başlamıştı. İngiliz yazar Dr. Humphrey Sandwith 1878’de kaleme aldığı bir yazıda,
“Bulgaristan’ın Türklerin vahşi ve zalim boyunduruğundan” Avrupalıların müdahalesi ile kurtarıldığını, Ermenilerin de bunu yapabileceklerini ileri sürüyorlardı.1 Ayrıca
savaş sonrasında Osmanlı Devleti’nin Doğu vilayetlerinde dolaşan İngiliz gezgin Fanny Janet Sandison da, “Osmanlı yönetiminden hiç hoşlanmayan Ermeniler kendilerini
koruyacak ve özgürlüğe kavuşmalarını garanti edecek herhangi bir gücün kollarına atılmaya hazırlar” diyerek bölgenin İngiliz entrikaları uygun olduğunu ileri sürüyordu.”[2]

Dünyada bakanlık olarak bakanlık kuran tek devlet, zulmüyle meşhur, dünyayı kendisine köle yapan devlet, İngiliz devletidir.

Müstemlekat nazırlığı yani kölelik bakanlığı adıyla tesis edilmiştir.

-”Han-Azad adlı Hınçak liderinin ifadesiyle 1890’da “Batılı güçleri içinde bulundukları uykudan uyandırmak için padişahın ve büyük güçlerin gözleri önünde, İstanbul’da bir ayaklanma gerçekleştirme” kararı almışlardı.23 Aslında bu aklı onlara İngilizler vermişti. Kumkapı olayının öncülerinden Mihran Damadyan’ın itiraflarına göre bu hadise planlanmadan önce İngiltere’de başbakanlık yapmış olan Gladstone’a yakınlığı ile bilinen ve Ermeni komitacılarla irtibatı Osmanlı istihbaratı tarafından da tesbit edilen Daily News gazetesi muhabirlerinden -muhtemelen İngiliz istihbaratı mensuplarından- Fitzgerald, bu eylemi düzenleyen Hınçak örgütü mensupları ile görüşerek onlara şunu söylemişti: “Ermenilerin dağınık olmalarından dolayı (Anadolu’daki) uzak vilayetlerde isyan çıkarmanız çok da anlamlı ve dikkat çekici
değil. Eğer Avrupa’da dikkat çekmek ve eylemlerinizin Batı’da ses getirmesini istiyorsanız İstanbul’daki asayişi hedef alan eylemler yapmalısınız.”
Bunun sonucunda 27 Temmuz 1890 Pazar günü, Kumkapı Ermeni Kilisesinde Hınçakların kışkırttığı çoğu genç 1500 Ermeni isyan etmişti.”[3]

-“Gladstone bütün politik hayatını “Kur’an-ı Kerim’in yok edilmesine” ve “Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına adamıştı.” O, 19. yüzyılın Haçlı savaşçısıydı ve politika onun için Haçlı seferlerinin yalnızca başka bir boyutu olmuştu. Hükümete
katıldıktan sonra politikasını Hıristiyan-Müslüman çatışması zeminine oturtmuş; Bulgar bağımsızlığında, Ermeni milliyetçilik hareketlerinin gelişiminde, Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmasında, Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmelerinde, Afganistan’da, Sudan’da ve İslâm dünyasındaki emperyalist
faaliyetlerde adı hep ilk sıralarda yer almıştı.”[4]

*” Bir İngiliz büyükelçisinden dinlemiştim: “Fransız merakı İngiltere’yi sardığı vakit, kendi eşyalarımızı attık ve Paris eşyaları edindik. Şimdi o attığımız eşyaları nerede bulursak altın pahasına geri alıyoruz,” demişti.
Ama İngilizler yemek masalarının üslûbunu değiştirmişlerdi. Biz ise eşya değil, bir hayat tarzı da değiştirdik. Bu değişme yeniden zevk bağlayıncaya kadar, güç ve aynı zamanda iğreti bir şeydir. Çok defa kuklalaştırır. Nitekim alafranga frengin, alaturka Türkün kuklası değil midir?
Sonra buhran evimizin dışına bulaştı. Şahsiyetsiz ve karaktersiz ahşap ve çimento yığınları arasında, minareler ve kubbeler, bir boğuluştan kurtulmak istiyormuşa döndüler.” Falih Rıfkı Atay.

–“ Türk düşmanı İngiliz Başbakanı Lloyd George ile Dışişleri Bakanı Lord Curzon Türkleri Avrupa’dan ve İstanbul’dan çıkarmanın hesaplarını yapıyorlardı. Nitekim Lord Curzon, 4 Ocak 1920’de İngiliz Hükümeti’ne sunduğu “İstanbul’un geleceği”ne ilişkin muhtırasında, Türklerin Avrupa’dan ve İstanbul’dan kesinlikle çıkarılması gerektiğini savunmuş ve yaklaşık 500 yıldır Avrupa’nın siyasî hayatını bozan tek sebep olmasından daha fazla Çanakkale’de geçit vermeyerek I. Dünya Savaşı’nı iki yıl kadar uzattıklarını, bunun da kendilerine milyonlarla ifade edilen maddî zararlara sebep olduğunu dile getirmişti.
Lord Curzon’ın görüşlerine kabineden karşı çıkanlar olduğu gibi (Savunma Bakanı W. Churchill ve Hindistan İşleri Bakanı Montagu) İngiliz iş ve askerî çevreleri de bu fikre karşıydı.
Sonunda İngiliz Hükümeti, başbakan ve dışişleri bakanının karşı oylarına rağmen 12 Ocak 1920’de Osmanlı Hükümeti’nin İstanbul’da kalması kararını aldı. Aynı şekilde Fransızlar da 11 Ocak 1920’de İslam dünyasından gelecek tepkileri gerekçe göstererek Lord Curzon’ın “İstanbul ve Boğazlar Devleti”projesini reddetmeye karar verdiler. Bunun anlamı, Osmanlı Devleti’nin devam edeceğiydi. Ancak Boğazlar deniz trafiğine açık olmalıydı.
Sonunda İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ne sunulacak barış şartlarını görüşmek üzere 12 Şubat 1920’de I. Londra Konferansı’nda toplandılar. Konferansın 14 Şubat tarihli oturumunda Midye-Enez hattının batısındaki toprakların Yunanistan’a verilmesini ve Boğazların yönetiminin Türklerden alınması şartıyla İstanbul’un Türklere bırakılmasını kararlaştırdılar.

Onlar için yapılacak tek bir iş kalmıştı: İstanbul’un resmen işgali. O da 16 Mart
1920’de gerçekleşti. Öyle ki İstanbul’un işgali, ilk önce Şehzadebaşı karakolunun
basılmasıyla başladı ve burada 5 Türk askeri şehit olurken 9’u da yaralandı.
Ardından Meclis-i Mebusan, İngilizlerce basılarak Rauf (Orbay) Bey başta olmak üzere birçok milletvekili Malta’ya sürüldü ve bunun üzerine Meclis, 18 Mart’ta faaliyetlerini
tatil etti. Resmen bu işgal, başkent İstanbul’da etkin bir işgal yönetiminin kurulmasını sağlarken Osmanlı Devleti’nin de fiilen sona ermesine sebep oldu. Aynı zamanda Ankara’da yeni bir meclisin, TBMM’nin açılmasının önündeki engelleri de kaldırdı”[5]

-Dünkü İngiltere kralları ile bu günkü kraliçe ve kralları arasında fark yoktur. Nitekim;

“İngiltere’nin “Taçsız Kralı” olan ve 88 yaşında ölen Gladstone’un Westminster Abbey’de yapılan cenaze merasimine aralarında Kraliçe Victoria’nın oğlu VII. Edward ile torunu V. George (geleceğin kralları) başta olmak üzere 2500 seçkin davetli katılmış ve Westminster Abbey’nin Devlet Adamları Köşesi’nde toprağa verilmişti. İngiltere’nin en büyük politikacılarından olup siyasî etkisi günümüze kadar uzanmıştı. Nitekim İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, bir asır sonra yaptığı bir konuşmada, “Politik ilhamımı Gladstone’dan alıyorum. O benim kahramanım” açıklaması yapacaktı.”[6]

-Ortadoğu üzerinde yapılan her yeni çalışma İngilizlerin bölgedeki karanlık faaliyetlerini bir nebze daha aydınlatıyor. Leyli Sedef Kalaycı’nın Arabistanlı Philby kitabı bunlardan biri. Bir İngiliz Casusunun Vehhâbî Devleti’nin Kuruluşundaki Rolü alt başlığını taşıyan çalışma, bizi adı T. E. Lawrence ve Gertrude Bell kadar duyulmamış,
ancak yürüttüğü çalışmalarla Arabistan tarihinde onlar kadar derin izler  bırakmış bir İngiliz casusundan haberdar ediyor.”[7]

-Bir kıssa Bin hisse.“İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktu.” SEMBENESembène, 1997 yılında İngiliz Kraliyet Ailesi Özel Onur Ödülü‘ne layık görüldü. 74 yaşındaki yazar, törene katıldı, kürsüden Kraliçe II. Elizabeth’in yüzüne karşı, dünyayı şok eden şu konuşmayı yaptı ve ödülü almadan salonu terk etti:“Konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim. Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde, sizin tarafınızdan payelendiriliyorum. Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler…İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı…İngilizlerin dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizlerin kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı. Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar…Hastalıklar yaydılar.Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler. O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri, insan etinin üzerine inşa ettiler…Kendilerini temizlemek içinse sanatçılarına fikir adamlarına, “sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini” yaptırdılar.Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı (petrol) için bizleri öldürdüler. Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler…Her gelen gemiden kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı. İlk gelenler zulüm ettiler, arkadan gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hala işgale devam etmekteler…Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz.
Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoruz
.
Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz
.
Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz
.
Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz
.
Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı, Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını, Hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır
.
Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur
.
İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur‼️”Sembene 1923’de doğdu, 2007’de öldü.Senegal sanat tarihinin en ünlü yazarı, senaristi ve yönetmenidir.Ancak onu ‘çok özel biri’ yapan şey, bu yeteneklerinden veya yazdığı God’s Bits of World (Tanrı’nın Dünya Bitleri), Xala, Black Docker (Siyahi Liman İşçisi) gibi kitaplardan veya yönettiği onlarca filmden biri değil.Sadece bir tepki, bir protesto eylemi, onu olduğundan daha ünlü ve çok daha özel bir sanatçı yaptı.”

MEHMET ÖZÇELİK

11-09-2022

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=ingiliz

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=pfbid034JZioaHqB14SQbEjphRSn63PxhsnTHsHeHYeT773HvhLFSRxKjwjj85gitJtePGrl&id=100000089475595

https://www.facebook.com/100006719822258/posts/3340874659479829/

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=pfbid0rD6ys1DFmhhptebhFvHjx8WJkeKQ5XCqBfJsCNiMaeuKaes52MyfdSqsAHF7aVj4l&id=174306325974642

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=pfbid0r3PTi5oDhoRMoupbhTFG2C2V8ob264ZCjiSwroXNwf8Zz58tqrvcaWPG4ED7ziFFl&id=100001837561240

[2] Derin Tarih. Temmuz.2021.Sh.28.

[3] Derin Tarih. Temmuz.2021.Sh.32.

[4] Derin Tarih. Temmuz.2021.Sh.36,Bak.Haziran.2021.Sh.28.

[5] Derin Tarih- Kasım. 2018. Sh.54.

[6] Derin Tarih- Kasım. 2018. Sh.36.

[7] Derin tarih. Ocak.2021. Sh.93.

Loading

No ResponsesEylül 11th, 2022