RUH
RUH
*Ruhun varlığı öncedir.
*Ruh bir cevherdir,hayvani ruhun da bir cevherlik yönü olduğundandır ki Allah, onların ruhlarını dahi cesedleri gibi yok etmemektedir.
*Her beden senede bir defa değişime mahal olurken,ruhtaki değişim onun kemâlidir yani teâlide eder,tefessüh de eder.
*Ruh bedenin aleminden çok geniştir.O dar sahanın dar kalıplarına mahkum değildir. İnsan ruh cihetiyle ebede uzanmaktadır.Bedenin azaları ruhun mütemmimidirler.
*Beden ruhun eğitim alanı,kontrol ve denge mekanizmasıdır.
*Ruh harici bir vücud giymiş bir kanun olup,organlar onun icra mekanizmasıdır.
Mesela cesedi bir gemiye benzetecek olursak;Beden gemi,nefis buhar kazanı, motor kalb,dümen akıl,din ve kitab pusula,kaptan ise ruhtur.Deniz ise şu uçsuz bucaksız kâinattır..alemlerdir.
*Ruh sebeb ve maddesiz olarak yaratılmıştır.Maddi manevi her türlü gelişim, ruhun bir inkişafıdır.Direkmen birinci elden kudreti ilâhiye ile katışıksız olarak bütünlük içerisinde bölünme özelliği olmadan var olmuştur.
*Ruhta tecezzi olmayıp,ölüme ve dağılmaya mahkum değildir.
*Ruhun seyir alanı geniştir..on sekiz bin alem ve ebedi Cemali ilahi onun seyir alanlarıdır.
*İnsan ruhuyla bütün alemleri gezdiği gibi,bütün alemlerde onun ruhunda seyahat edebilir.Özellikle ruh-u Muhammedi bütün alemlerin enmuzecidir.. fihristesidir.
*Ruhun en büyük gıdası iman-ibadet-ma’rifetullah ve muhabbetullahtır.Ebedi olandan başkası ruhu tatmin etmez.
*En yüce ve yüksek hayat derecesi ruhun hayat derecesidir.Ruhun derecesi en üst derecedir.
*Allahın teveccühü ruhadır..muhatabı ruhtur..yatırımı ruhadır..kâinat bir yana.. ruh o da her bir ruh bir yana..kârlı bir yatırım..riskli bir yatırım..ilâhi bir yatırım.
*İnsan ruhu külliyet kesb etmeye istidatlı olarak yaratılmıştır.
Ruhu mücerred kendisi çerçevesinde değil,tarafı ilâhi yönünden bakıp değerlendirmek gerekir..zira O ezeli ve ebedi zata muhatab olacak,tecellisine ma’kes ve ayna olup,bunu yansıtacak bir kapasitededir.Bu da her yönüyle Allahın kemale doğru çıkan ebedi sıfatlarına eksi yani acz,zaaf,fakr gibi sonsuz noksanlıkları ve ihtiyaçlarıyla gösterme istidadı kesb etmesidir.
Tabiri caizse,Allah artı kutup olarak ebediyete giderken,insan eksi kutbuyla ebediyete kanat açmakta ve çırpmaktadır.
*İnsan noktada olsa..insan bir damlada olsa;kitapları yutmakta,okyanuslar onun topuğuna bile ulaşmamaktadır..noktada kâinat..noktada ebediyet..noktada sonsuzu tanıma,anlama,sevme saklı…
*Göz penceresiyle Basar ismine mazhariyetle sonsuzu görmekte,kulak penceresiyle Semi’ ismine mazhariyetle sonsuzu işitmekte,yere göğe sığmayan Rab,o insanın kalbine sığmakta,aklıyla O’nu düşünmekte,büyük bir cesaret.. lisanıyla Kelâm ismine mazhar olup O’nunla konuşmakta,O’nu anlayıp kendini O’na anlatmakta..konuşması hiç bitmemektedir.
*Ruh karar verme ve irade sıfatının hakim olduğu makamın mahsulüdür.
Meclisten çıkan bir kanun bir güçle,bir yaptırım,bir devlet gücüyle çıkar ve onu uygulayacak bir çok mercilerle varlığını sürdürür.
Ruh da ilâhi hüküm meclisinde aldığı kararla,onu uygulayacak ve hakim kılacak diğer unsurlarıyla bir bütünlük kazanır ve varlığını sürdürür.
Ruh bir kanundur..bir güçtür..sayısız eşyaya hakimdir..hükmünü nüfuz ettirir.
*Tüm sistemlerle donatılmış olan bilgisayar enerjinin gitmesiyle proğramlar kaybolmaktadırlar.Ruh hem enerjiyi hem tüm proğramları içerisinde barındıran ilâhi bir proğramlama sistemidir.
*Bedenin kemali gelişip büyümeyle olduğu gibi,ruhun kemali de incelip latifleşmeyledir.
*Ruhun en önemli özelliği vahdet ve birliğidir.Bir çok cüzlerden oluşmuş değildir. Ruhun birliği ve müstakil oluşudur ki,diğer özelliklerini de kendisi gibi tek bir yere müteveccih olarak birliği sağlamakta,dağılmasını ve ihtilafını engellemektedir.
*Ölmüş olanların görüşmesi ve ölmüş olanlarla görüşmek ruhun ölümsüzlüğünü göstermektedir.Şehidlerin ölmemesi ruha olan ikramı gösterir.
*Ruh ezeli değil,Allahın ebedi kılmasıyla ebede namzettir.
*“Risale-i Nur’dan Konularına Göre Veciz Sözler”adlı eserimizde Ruh hakkında Risale-i Nurdan süzdüğüm vecizelerde şöyle tanımlanmaktadır ruh:
-RUH:” Hilkat-ı semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh mabudunu doğrudan doğruya bulsun.”(S.12)
Ruhun Rabbiyle irtibatı direkttir.
“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır.”(S.21)
Namaz ruhun gıdası ve onunla beslenir.
“Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.”(S.27,76)
Soyut olan ruh,göz ile somutlaşır..maddeyi soyutlar..her şeyi içinde eritir ve süzer.
“Evet en büyük bir ağacın ruh proğramını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi?”(S.81)
Ruh Allahın koruması altındadır..bizzat Allahın denetimindedir.
“Hayatın zâtı ve cevheri olan ruh…”(S.107)
Ruhsuz hayat,hayatsız beden gibidir.
“Latif ve sabit cevheri olan ruh; Küre-i Arzda gayet kesretli bir surette halkolunuyorlar.”(S.109)
Maddenin aşağıdan yukarıya doğru nasıl ki incelik kalınlık farkı varsa, mananında kendi içerisinde öylece farkları vardır.Tıpkı ışığın inceliği,sesin inceliği, kokunun inceliği,görmenin inceliği,düşüncenin inceliği,hayalin inceliği gibi ki ruh bunlar içerisinde en latif ve ince olanı ve de değişken olmayıp tekamül eden,diğer bir ifadeyle doğuştan getirdiği sermaye,birikimleri neşv-u nemalandırıp islâmiyet suyu ile sulayarak gelişme özelliğine sahiptir.
Nuru Muhammedi ve Ruhu Muhammedi bunların en latifi ve en kemalde olanıdır.
“Ruhların cesedlerine gelmesine misal ise: Gayet muntazam bir ordunun efradı istirahat için her tarafa dağılmış iken, yüksek sadâlı bir boru sesiyle toplanmalarıdır.” (S.112)
İnsanın ölümü,bedenin ölümü olup,ruhun beden kafesinden çıkarak kendi geniş alemine geçişidir.Tekrar gelişi ise daha mükemmel ve müstekar bir surette,kendisine ve cennete layık bir suret alarak vücut elbisesini giymesidir.Giden ruh değil,ceseddir.
“Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem hayydır hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefs-ül emriyesini tamamen tutmuyor.”(S.194)
Hayat ruhtan bir şubedir.Ruhun bir şubesi olan hayat böyle olursa,kim bilir ruh nasıl olur?
Elbette Rabbisine ma’kes ve şayeste.
“Kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.”(S.210)
Beden bir çok kayıtlarla kayıtlıdır.Ruh ise bütün kayıt ve bağlardan azadedir.. seyir ve seyahat alemi geniştir.Öyle ki hayal nereye giderse,akıl nereye varırsa,kalb neyi kavrarsa o kadardır.
“Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.”(S.322)
“Kalbler ancak Allahın zikriyle tatmin olurlar.”âyetinin sırrınca,ruh ve sahib olduğu duygular bu alemin malı olmayıp,buradakilerle de tatmin olmaz,terakki etmez ancak burada da yönlerini ebede döndürmekle gerçek terakkiye ulaşır,aksi takdirde söner gider.Ebu Cehilin pörsümüş ve sönmüş ruhu gibi.
“Ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.” (S.408)
Ruh ebeddden ve ebedi zattan başkasına razı olmaz.Ruhun yarış ve cirit alanı mükemmelliğe yönünü çevirmekle olur.
“Hayat, ruhun ziyasıdır.”(S.507,508)
Onunla bağlantısı kesilse o da söner.
Risalelerde ruh hayatla beraber zikredilmektedir.
Ruh vücudun efendisidir.
“Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona müsahhar kalsın ve tabi olsun. Belki madde, bir mana ile kaimdir. İşte o mana, hayattır, ruhtur.”(S.509)
Madde ruhun hizmetçisidir..onun eli ve ayağıdır..asıl olan ruhtur.Bina içindekiler olmazsa hiçtir.Asıl olan binanın içerisinde yaşayanlardır.
“Maddenin küçülüp inceleşmesi nisbetinde âsâr-ı hayat tezayüd ediyor, nur-u ruh teşeddüd ediyor. Güya madde inceleştikçe, bizim maddiyatımızdan uzaklaştıkça ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi hararet-i ruh, nur-u hayat daha şiddetli tecelli ediyor.”(S.509)
Mevlana deveyi bedene,ruhu da deveciye benzetir.Eğer ruh devecisi beden devesine binip ona hakim olursa,onu kendi dünyasına götürür ve gezdirir.Ancak beden devesi ruh devecisine biner ve hakim olursa onu götüreceği yerlerde otlaklıklardır.
Beden ruh hesabına inceleşir,ruh ona hakim olursa,bedende adeta ruhlaşır.O insan tam bir ruh olur.
Efendimizin gölgesi olmazmış..Efendimiz önünü gördüğü gibi arkasını da görürmüş.Bu bedenin ruh derecesine çıkmasından kaynaklanmaktadır.
“Ruh, kat’iyyen bâkidir.”(S.515,516)
Yunusun dediği gibi;ölen hayvan imiş.
Ruh ölümsüzdür..Allahın ebedi kılmasıyla ebede namzettir.
Bir kelimesini bile havada bırakmayıp onu koruyan insan,o kelimesine nasıl sahib çıkarsa aynen öylede;Allah da kendi kelimesi olan ruha sahib çıkar.
Ruh ve riyah aynı köktendir.Riyah rüzgar demektir.
Cebraile de ruh denilmektedir.
“Tenezzelül melâiketü ver ruh…”Ruh yani Cebrail ve melekler o mübarek kadir gecesinde Rablerinin izniyle inerler…
Bu iniş Cebraille ölmüş kalblere ruh ve hayat vermek için,diğer meleklerle rahmet indirmek için..inerde iner..hayat,ruh ve rahmet yüklü olarak…
Ruh gücü,hızı,ilâhi kelimeyi,Allah ile olan manayı ifade eder.
Bin dört yüz sene önce gelen Kur’an âyetleri veya o zamanlarda söylenen Efendimizin sözleri ölmüş kalbleri hayatlandırıyor,gözlere fer ve yaş oluyor,insanları hislendirip kendi etki alanına alıyor.
Çünkü o söz ruhu taşıyor..o söz ruh olmuş..sahibinin gücünü temsil ediyor.Ruh da ilâhi sözün gücünü ifade etmekte ve taşımaktadır.
Kur’an Hz.İsa-ya Kelimetullah yani Allahın kelimesi ve sözü der.
Hz.İsa kelimesiyle ölüleri diriltir.Ölüler onun sözüyle gözlerini açar,hayata kavuşur.
Öyle ki;acaba o kişi Hz.İsa-nın sözünün gücüyle mi hayatını devam ettirdi..ruhu onun sözüyle şarz mı oldu..ruhuna ruh mu kattı?
O insanı ayağa kaldıran onun ruhu değil,Hz.İsa-nın ruh gibi olan sözüdür.
Cehalet asrı bunun örnekleriyle doludur..kıyamete kadarki insanlar bunun etkisiyle varlıklarını sürdürürler.
“Herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkiyi anlar. Evet herbir ruh, kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedahe aynen bâki kalmıştır. Öyle ise; madem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz.”(S.516-517)
Her sene bir kere vücudunu değiştiren insan,yetmiş yılda yetmiş kere bedenini değiştirdiği halde,ruh da değişme değil,kemal ve terakki yaşanır.
Çocukken inbisat etmemiş olan ruh,büyüdükçe kemale ve kimliğine kavuşur.
“Ruh, binefsihi kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez. Belki cesed, ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası bir derece sabit ve letafetçe ruha münasib bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalîsi vardır. Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misalîsini giyer.”(S.517)
Ruh lokomotif,beden ise vagon mesabesindedir.Vagon lokomotif olmadan yürüyemez iken,lokomotif olan ruh bizatihi çekici bir güce sahiptir.
Eşyanın varlığı ve kıyamı birbirine bağlı iken,ruhun ayakta durması Allah-ın Kayyum ismine istinad etmektedir.
“Ruh ise, tahrib ve inhilale maruz değil. Çünki basittir, vahdeti var. Tahrib ve inhilal ve bozulmak ise; kesret ve terkib edilmiş şeylerin şe’nidir.”(S.517)
Ruhun varlığı içerisinde en büyük öne çıkan özelliği,onun vahdeti,çeşitli unsurlardan bir araya gelmiş ve terkib edilmiş bir varlık olmamasıdır.
Yaygın özelliğe sahib olup,girdiği yere göre de şekil almaktadır.Yaygın ve yaygan bir özelliği vardır.
“Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir. Halbuki en zaîf olan kavanin-i emriye, sebat ve bekaya mazhardırlar.”(S.517-518,K.K.101,İsra.85)
Ruhda diğer kanunlar gibi bir kanun olup ancak kapsamlı ve külliyet kesbetmeye müsaid ve tüm nurani özellikleri içerisinde barındırmaktadır.Hayali değil hakikatı olan bir kanundur.
“Evet şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet insanın cevheri büyüktür. Öyle ise, ebede namzeddir.”(S.525)
Kâinat ruhun topuklarını bile ıslatmamaktadır.Midesinin bir küçük bölümünü bile doldurmamaktadır.
“Ruh, cesed hesabına zaîfleşir. Cesed, ruh hesabına inceleşir.”(S.530,551)
Ruh zayıfladıkça beden ve bedenin arzuları kuvvetleşir,beden zayıfladıkça da ruh ve ruhun şubeleri kuvvetleşir.
“İnsanlar öldükten sonra, ruhları başka makamlara gider. Cesedleri çürüyor.”(S.614)
Cesed ruhun okuludur..kışlasıdır..toprağıdır..emzikçisidir..
“Ruhun manevî güzelliğidir ki; ilim vasıtasıyla san’atında tezahür ediyor.”(S.621,688)
Ruhu doyuran üç şeydir;Marifetullah-Muhabbetullah-Rü’yetullahtır.
Ruhu geliştiren ise ilimdir.Cennetin dördüncü en büyük zevki ilimdir.
Ruhun terakki basamağı ilim ile elde edilir.
“Sabit ve hem daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vasfından gelir.”(S.702)
Allah varlıkları yaratmayı irade eder ve kudret sıfatıyla vücuda çıkartır.Ruh ise özel kanun,irade ve kudretle tek ve son model olarak var olmuştur.
“Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir.”(M.7)
Ruh ölümle hürriyetine kavuşur.Ölüm ruhun hürriyetidir.
“Ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.”(M.51)
Her yeniyi eskiten zaman,zaman üstü olan ruhu eskitememektedir.
“Bütün ruhları haşr-i a’zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşr ü neşrettiği yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır.”(M.249)
Mahşerde ruhlar hesaba çekilir..o da bir anda…Bahardaki haşir gibi.
“Azrail Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mani olmaz, çünki nuranîdir.”(M.351)
Azrail ruh işleriyle görevli bakan,her bir ruhla ayrı ayrı ilgilenmektedir.
“Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi; meydan-ı haşirde sun’î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır.”(M.384)
Diğer varlıkları dünyaya gönderirken onlara münasib giysilerle de donatan Allah,mahşerde de ruhlara fıtri elbise giydirmesi zor değildir.
“Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, makul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.”(M.470)
Sözün kuvveti kanundan gelir.Bir orduya komutanda arş der,yabancı da arş der ancak bir kişiyi bile yerinden oynatamaz.
“Bir ruh-u nuranînin kendi âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da değildir.”(M.471)
Ruhun timsali de ruhun özelliğini taşır.
“Nasılki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zahiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir. Öyle de: İnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir.”(L.16,230,335)
İnsandaki bütün daireler ruh hesabına çalışır..ruh saatini çeviren dakika ve saniye mesabesindedirler.
“Hayatın en müntehab hülâsası ruhtur..”(L.369)
Ruh hayatın özünün özü..damıtılmış halidir.
“Hayvanların ruhları bâki kalacağını.. ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml’i, ve Naka-i Sâlih (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in arasıra istimal için birtek cesedi bulunacağı rivayet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.”(L.370)
Allah sözünü zayi etmemekte,hayvanların ruhunu dahi muhafaza etmektedir. Farklı olan hayvanların ruhuna hürmeten cesedini de muhafaza ile ödüllendirmektedir.
“Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nema bulamazdı.”(İ.İ.164)
Eğitimsiz ve talimsiz kalırdı..tıpkı toprak altına atılmayan tohum gibi.
Ruhlar,ruhlar aleminde büyük riski yüklendiler..kazanç da kıyaslanmayacak, hayal bile edilmeyecek büyüklükte,kayıp da…
“Ruhun bekası, hâsse-i zâtiyedir.”(İ.İ.179)
Ruhun ebediliği ruhun mayasında ve yapısında dercedilmiştir.
“Binaenaleyh ruh, cesed kafesinden çıkarsa necat bulur.”(İ.İ.180)
Dünya mü’minin zindanıdır,beden de ruhun…
“Ruh-u insanî gayr-ı mütenahî ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahî elemlere mahaldir.”(Ms.147)
Ruh Allahın ismi âzamı olan Samed ismine mazhardır.
İhlas suresini Kur’an-ın üçte biri kılan olay birisi Tevhid diğeri ise Samed isminin tecellisidir.
Samed ise;Allah ne kadar muhtaç değilse,insan yanı ruhu insani o derece muhtaçtır.
Karanlığın artışı ışığın parıltısını daha da arttırdığı gibi,insanın Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah karşısında,her şeye olan ihtiyacı onu bu isme ayna kılmıştır. Diğer varlıklar sınırlı şeylere muhtaç iken,insan sonsuz şeylere ihtiyaç duymaktadır.
“Sual: Sa’d-ı Taftazanî, biri hayvanî diğeri insanî olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra, “Mevte maruz kalan yalnız ruh-u hayvanîdir, ruh-u insanî ise mahluk değildir ve onun ile Allah beyninde nisbet ve sebeb yoktur, cesed ile kaim olmayıp müstakill-i bizzâttır” demesinin sebebi ve izahı?
Elcevab: Sa’d-ı Taftazanî’nin (İnsan ruhu,mahluk,yaratılmış değildir.) demesi; sırrıyla, -beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi- ruhun mahiyeti; zîhayat bir kanun-u emr, zîşuur bir âyine-i İsm-i Hayy, zîcevher bir cilve-i Hayat-ı Sermedî olduğundan mec’uldür. Bu cihetle mahluktur denilemez. Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerh-ül Makasıd’da, bütün muhakkikîn-i İslâmın icmaına ve âyât ve ehadîsin nususuna muvafık olarak, “O kanun-u emr, vücud-u haricî giydirilmiş sair mahlukat gibi mahluk ve hâdistir” demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün âsârı şahiddir.” (B.258,St.250,İSRA.85, Meâli:”Sana ruh hakkında soru sorarlar.De ki;Ruh,Rabbimin emir ve işlerindendir. Size,ancak az bir bilgi verilmiştir.”)
Ezeli olan ebedi,ebedi olan ancak ezeli olandır.Ancak insan ezeli olmadığından ebedi olmamakla beraber,ebede namzet bir varlık olup,Allah-ın ebedi kılmasıyla ebediyeti kesbetmektedir.
“İlim ve tefekkür ile kazanılan marifet-i İlâhiyyenin, ruh için kâinat vüs’atinde bir genişlik temin ettiği…”(T.460)
Ruha incelik ve zerafet katan ilim ve tefekkürdür.
“Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir.”(Hş.76)
Ruhun ruhu iman ve marifetullahtır.Ruhların ana server-ları imandır..ana şartel..beslendikleri ana baraj.
“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.”(Hş.135)
Bir savaştaki başarı her ne kadar komutana verilirse de,başarı tüm ordunundur. İnsanın başarısı da sadece ruha mahsus olmayıp,tüm duyguların ortak başarısıdır.
Başarı ve neticeleri başbakan açıklar.Ancak ortak başarı tüm hükümet üyelerinin başarısıdır.
“Evet nihayetsiz semerat-ı rahmete aç olan ruh ve letaif-i beşer, o nihayetsiz semerat-ı rahmete fakr ve ihtiyacını hissettikçe, lezzet-i saadeti tezayüd eder.”(Nik.145)
İnsan ruhu dipsiz bir kuyudur.Çocuğun annesine olan ihtiyacı nisbetinde lezzeti arttığı gibi,ruhun da Rabbisine olan ihtiyacı nisbetinde lezzeti artmaktadır.
“Münteha-i ruh, bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi hayat-ı ezeliyenin tecellisidir ki, lisan-ı tasavvufta hayat-ı sâriye tesmiye ederler.”(Sti.9)
“Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misalin pencerelerinde temaşager bir ruhun gayr-ı mahsur timsalleri de, birer ruh-u mütecessiddir. Havassına mâliktir, onun gayrı değillerdir.”(Sti.93)
*Ruh kendisine üfleyen Rabbisini arıyor..geldiği yeri,hayat bulduğu yeri,nefes aldığı gerçek sahibini arıyor.
“”İşte Kur’ân-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamında, meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakîk bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zâhir bir sûrette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzdan bahsi içinde, hilkat-ı insandan ve insanın sesinden ve sîmâsındaki dekâik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Ma’budunu doğrudan doğruya bulsun.”
*”Hem hayat, “melâikeye imân” rüknüne dahi bakar, remzen ispat eder. Çünkü, mâdem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyâde intişâr eden ve kıymettarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhânesini gelip geçen kafilelerle şenlendiren zîhayatlardır; ve mâdem küre-i arz bu kadar zîhayatın envâıyla dolmuş ve mütemâdiyen zîhayat envâlarını tecdid ve teksir etmek hikmetiyle, her vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i huveynât oluyor; ve mâdem hayatın süzülmüş en sâfî hulâsası olan şuur ve akıl ve latîf ve sabit cevheri olan ruh, küre-i arzda gayet kesretli bir sûrette halk olunuyorlar, âdetâ küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervâh ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiş. Elbette küre-i arzdan daha latîf, daha nurânî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecrâm-ı semâviye, ölü, câmid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir.”
Varlıklar;cansızlar,bitkiler,hayvanlar ve insanlar diye ayrılırken,insan diğer üç varlığın bir hülasasını oluşturur.Ruh ise bunların en ulvisidir.
*”Ve bilhassa risalet-i muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i kur’ani hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi … şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hulasasıdır ve ruh dahi, hayatın halis ve safi bir cevheri ve … ve manevi hayat-ı muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve ruh-u kainattan süzülmüş hulasatü’l-hulasadır ve risalet-i muhammediye (a.s.m.) dahi; … vahy-i kur’an dahi, hayattar hakaikının şehadetiyle, hayat-ı kainatın ruhudur ve şuur-u kainatın aklıdır.”
Hadis-i Kudsi-de;”Sen olmasaydın sen olmasaydın ben mahlukatı yaratmazdım.” sırrı,kâinatın özü ve ruhu olan Efendimizde odaklanmaktadır.
*”Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı âlem-i ervâh ve ruhâniyât için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha ona münâsip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in’âmâttan istifade etmeye muvâfık ve havâs ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismânî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.”
Bayramlarda her bir insan ve aile farklı renklerdeki giysileriyle arz-ı endam ettikleri,resmi bayramlardaki her kurum kendi formasıyla resmi geçit yaptığı gibi,Bu dünyada bütün ruhların birer resmi geçidi,farklı renk ve güzelliklerini sergiledikleri bir alemdir.
*”Eğer, insan yalnız bir kalbden ibâret olsaydı, bütün mâsivâyı terk, hattâ Esmâ ve Sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenâb-ı Hakkın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat, insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letâifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubûdiyette, hakikat cânibine sevk etmek ile, Sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette; kalp, bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medâr-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırârdır.”
Bir şeker fabrikasının her şeyiyle bütün hedefi şeker olduğu gibi,ruhun öncülüğü ve takdiminde de tüm insanın özellikleriyle birlikte hedefi şükür fabrikası olmaktır.
*de ki: ruh, rabbimin emrindendir. (isra suresi: 85.)
*”Cesed ruh ile kaimdir. öyle ise, ruh onun ile kaim değildir; belki, ruh binefsihi kaim ve hakim olduğundan, cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez. belki, cesed ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. belki ruhun libası, bir derece sabit ve letafetçe ruha münasip bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalisi … eden bir nevi hükm-ü tecrübidir. evet, tek bir ruhun ba’de’l-memat bekası anlaşılsa, şu ruh nevinin külliyetle bekasını istilzam eder. zira fenn-i mantıkça … sonra esaslı bir ciheti bakidir. o esas ise ruhtur. ruh ise, tahrip ve inhilale maruz değil. çünkü, basittir, … nevi bekaya sebebiyet verir. demek, vahdet ve beka, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirayet eder. ruhun fenası, ya tahrip ve inhilal iledir. o tahrip … o nimet-i vücuda pek müştak ve layık olan ruh-u insaniden geri alsın. üçüncü menba: ruh; zihayat, zişuur, nurani vücud-u harici giydirilmiş, cami’, hakikattar, … ve ulvi bir mahiyetle yaratmıştır; her ferddeki hakikat-i ruhiye, yüz binler suret değiştirse, izn-i rabbani ile ölmeyecek, … şahs-ı insaninin hakikat-i zişuuru ve unsur-u zihayatı olan ruhu dahi, Allah’ın emriyle, izniyle ve ibkasıyla, daima bakidir.”
Her şey ruhu netice vermek ve onun bekasını sağlamak amacıyla ona müteveccih olmakta ve oda Rabbisine muhatab olmaktadır.
*”Ruha bir derece müşâbih ve ikisi de âlem-i emrden ve irâdeden geldiklerinden, masdar itibâriyle ruha bir derece muvâfık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o nâmuslara bakılsa görünür ki, eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki, o kanun dâimâ bâkîdir, dâimâ müstemir, sabittir; hiçbir tegayyürât ve inkılâbât, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz. Meselâ, bir incir ağacı ölse, dağılsa, onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâkî kalır.”
Ruh alemdeki yer çekimi kanunu gibi kanunları bir nevi ve en küllisidir.
Yaratıldığı zamandan beri bitki ve canlıları kaybolmadan devam ettiren,-Nuh tufanı da olsa yansa da- onun ruhudur.
*”Cenâb-ı Vâcib-ül Vücûd’un tecelliyat-ı îcâdiyyesini tecdid ve tazelendirmek için her birtek ruhu model gibi ederek, her sene mu’cizât-ı kudretinden taze birer cesed giydirmek ve her birtek kitabdan ayrı ayrı bin muhtelif kitabı, hikmetiyle istinsah etmek ve birtek hakikatı başka başka sûrette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcûdâtların, tâife tâife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hâzırlamak için Fâtır-ı Zülcelâl kudretiyle zerratı tahrik ve tavzif etmiştir.”
Allah yaratma tecellisini ruh modeli üzerinden sürdürmektedir.
*”Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin hakikatçe aynılarıdır; yalnız teşahhusat-ı itibariyede fark var.”
Bitkiler ruhları olmadığından,her sene ağaçlardaki meyvelerin değişmeden aynı gibi varlığını devam ettirmektedir,sadece fark görünen noktadaki hamlık ve dolgunluktadır.
“Fânî, âciz bir hayvan-ı nâtık, zevâl ve firâk sillesini dâimâ yiyen bîçare insana, birden “Ebedî, bâkî bir Cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahmân’ın rahmetinde ve hayal süratinde, ruhun vüs’atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerâna ve cevelâna muvaffak olduğun gibi, saadet-i ebediyede rü’yet-i Cemâline de muvaffak olursun” denildiği vakit, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve sürûru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin.”
Ruhta vüs’at vardır.Ruh genişleyebilir genişleyebildiği kadar.
*”Mütefavit derecede, kuvvet-i İmân nisbetinde ruha bir halet verir. Cesed ruhla mütelezzizdir; ruh vicdanla mütelezziz.
Bir saadet-i acile vicdanda mündericdir, bir firdevs-i manevi kalbinde mündemiçtir; düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı raz.
Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzet ziyade olur, hem de döner ateşi nur, şitası yaz.
Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervaz ü perdaz, olur Şehbaz ü Şehnaz, yelpez namaz ü niyaz.”
Ruhun bu vüs’ati ise,iman nisbetindedir.Zira âhirette hiçbir şey sıfırdan başlamayacaktır.Buradaki gelişim ve açılım nisbetinde,orada ruhun inbisatı gerçekleşecektir.
“Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa, ruhu da vardır.”
*Hayat olan her şeyde kendisine münasib ruh da vardır.
*Hazret Ali’nin rivayetine göre,Hazreti Ömer kendisine şöyle demiştir; “Sana sorarım bir kimse düşün ki kendisinden hiç hayır görmediği halde bu kişiyi sevmektedir. Yine bir kimse düşün ki; kendisinden hiçbir kötülük görmediği halde bu kişiye buğz etmektedir. Senin bununla ilgili bir ilmin var mı?
Cevaben Hazreti Ali; Evet, Rasulullah şöyle buyurmuştu: “Ruhlar ruhlar aleminde bir araya gelirler. Görüşürler ve birbirlerini iyice tetkik ederler. Orada hemhal olanlar bu dünyada da ülfet ederler. Orada birbirini beğenmeyenler bu dünyada da anlaşamazlar.”
Hz.Ali,kendisi ruhlar alemindeki sahneyi hatırladığını ifade ederken,diğer bir mutasavvıf,sağında solunda,önünde arkasında kimlerin bulunduğunu hatırladığını söyler.
Taberânî’in Kebîr’inde İbni Mesud’dan rivayet ettiği bir hadiste de; Rasulullah (s.a.v) şöyle demiştir;
“Ruhlar ruhlar aleminde bir araya gelirler. Birbirleriyle görüşürler ve atların koklaşmaları gibi birbirlerini incelerler. Orada tanışanlar bu dünyada da anlaşırlar. Orada birbirlerini beğenmeyenler burada da anlaşamazlar…”
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ruhlar toplanmış cemaatler (gibidir). Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.”
*Ruh kendisine aid olmayan ariyeten giymiş olduğu beden elbisesini kullanıp eskittikten veya kullanma süresi olan kiralanma sözleşmesi bitmesi üzerine topraktan yapılmış buranın elbisesini burada bırakır,kendi elbisesi olan,kendisi gibi latif elbisesini giyer,geldiği yere,alemine,ebediyete yükselir.Çünkü beden buranın malı iken,ruh buranın malı değildir..buralı değildir..buraya aid değildir..aid olduğu yere yükselir. Beden aşağılığı ve aşağıyı ifade ederken,ruh da yukarıyı,yüce ve yüceliği ifade eder. Bedenini ruh derecesine yükseltenlerin bedenleri de ruh gibi olurken,ruhlarını beden derecesine indirenlerin ruhları da beden derecesinde kalır.İşte cennet ve cehennem..işte insanlık ve hayvanlık farkları..işte esfel-i safilin ve a’la-yı illiyyin sırrı…
*Ruhlar aleminde başlayan ayrışma ve ayrıştırma,ana rahminde de devam ediyor ve akabinde gayrı müslimlerin de içerisinde cevher olan varsa,oradan da hiç hesapta olmayan,olağan üstü bir bahane ile ayrışma ve ayrıştırma devam ediyor.
*Ruh beden olmadan da iş görür,hükmü devam eder.Her şekle girer.Tıpkı Ruh olan Cebrail-in bazen güzel suretli sahabe olan Dıhye suretinde gelmesi gibi.Mesela:
Akşemseddin-in babası Şeyh Hamza aynı zamanda –Kurt Boğan-diye namlanmıştır.Amasyanın Kavak nahiyesinde,ölüp kabre konulduktan sonra bir gün bir kurt gelir,mezarı açıp cesedi yemeğe çalışırken,kabirden bir el çıkıp kurdu boğar.Ertesi sabah halk geldiğinde görür ki,Şeyh Hamza-nın eli dışarıdadır.Kalbi açık bir zat,kurdu öldürdüğünden dolayı elinin yıkanması gerektiğini söyler ve yıkarlar.Yıkadıktan sonra el içeri çekilir.
MEHMET ÖZÇELİK/14-06-2010