MÜSBET İHTİLAF RAHMETTİR
MÜSBET İHTİLAF RAHMETTİR
Evet,öyle diyor Allah’ın rasulü:”Ümmetimin ihtilafı (Hak ve hakikatın ortaya çıkması için gösterilen çaba) rahmettir. Yani hayırda,takvada müsabaka ve yarış. İslâmın ve imanın meselelerinin açığa çıkması için gösterilecek çaba ve gayret. Kur’an-ın bir meselesinin açığa çıkması,Allah rasulünün açtığı çığırların genişletilmesi,önünün açılması,engellerin kaldırılması,kısaca;onu konuşmak ve ondan konuşmak uğruna gösterilecek çaba,güzel bir çabadır.
Peygamberimiz Hz. Ali-ye:” Ya Ali! Sen de İsa-nın sureti var.” buyururken,Hz. İsa’ya,nasıl bir kısım aşırı muhabbetten Allah’ın oğlu derken,bir kısmı da,aşırı düşmanlığından onun peygamberliğini inkara kadar gitmesi gibi ki;bir kısım yahudiler gibi. Aynı olayın benzerini Hz. Ali’de de görürüz.
Bir kısmın Hz. Ali’ye olan aşırı muhabbetten dolayı Allah demeye kadar işi götürmesi gibi ki;meşhur münafık Abdullah İbni Sebe gibi… Buradan ve bundan başlayan bu fitne zaman içerisinde,büyük fitnelerin doğmasına zemin teşkil ederken,bir yandan da diğer halifelerin inkarı ile dal budak salar hale gelmiştir.
Bir yandan da Hz. Ali’ye şiddetli düşmanlıktan dolayı,onun tekfirine kadar giden haricilerin doğmasına sebeb oldu.
Burada biri ifrat da bulunurken,diğeri de tefrit de bulunarak,eksikliğini göstermektedir. Her ikisi de yanlış olmakla beraber,her zaman da;ifrat yani aşırılık,tefriti yani geri hareketi doğurması sebebiyle,ifrat daha zararlıdır. Zamanımıza kadar gelen ihtilafların altında hep bu ifrat hareket ve onun oluşturduğu yanlışlıklar yatmaktadır.
Rasulullah zamanında başlayan sünni hizmet ve hareket,Osmanlılardan bu zamana aynı yolu,aynı rayı ve ekseriyetle hep aynı tarzı devam ettirmekte ve ettirmeye de çalışmaktadır.
Oysa Alevilikteki silsileyi takib ettiğimiz de;olayı Hz. Ali’ye dayandırmış olsak da,oradan Peygamber Efendimize dayandırıp,ulaştırılması,en doğru ve mantıklı olanıdır.
Oysa baktığımızda,alevilerin gerek itikat ve gerekse de muamelatta nereye kadar ve ne kadar Hz. Ali’ye ve Peygamberimize dayandırmaktalar? Ve ne kadar gerçek bir benzerlik arz etmektedir?
O halde alevilerin yapacağı en birinci usül ve esas;kendilerini her yönüyle Hz. Ali’ye benzetmek,onu her yönüyle tanımak ve birbirlerine tanıtıp ve anlatmakla mümkün olacaktır.
Hadisde de ifade edildiği gibi:”Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar.”ki,alevi,şafii,hanefi şeklinde doğmaz.
Evet,Hz. Ali’nin açtığı çığırdan gitmek,hiçbir zaman dalalete ve cehenneme varmaz. Zira o evliyanın sultanı,tarikatların piridir.
Alevi vatandaşın kendisine sorması gereken bir soru da;ben niçin aleviyim? Alevi bir aileden doğduğumdan dolayı mı? Yoksa kendi iradem,düşüncem ve kanaatım neticesinden mi kabul ettim?
Bir üçüncü olarak da;İkisi de önemli değil? Fark etmez? Öyle de olsa,böyle de olsa,önemli değil,işte gidiyor??
Düşünmek. Kur’an-hadis-akıl,insanların fikirlerine,muhakemeye baş vurmak gerek? Sağlıklı netice böyle elde edilir… Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinin başlarına gelen ciğer parçalayıcı olaylar,tüm müslümanları rahatsız edici olaylardır. Bu olaylar veya kişilerin yaptıkları yanlışlıklar,tüm müslümanlara teşmil edilmesi,bu olaylardan daha büyük bir zulüm olur.
-Yavuz Sultan Selim,asırlardır alevlendirilen bir şii-alevi alevini dindirmiş,hatta söndürmüştür.
Asırlardır yapılmakta olan;Yavuz’un bu dindirdiği ,yerine kardeşliği ikame ettiğini,tekrar üzerindeki külleri atarak alevlendirmeye çalışmanın bir çabası ve neticesidir alevlendirilen olaylar…
Kısaca,bir Yavuz gerekmektedir. Ta ki toplumdaki fitne ve karışıklığı kaldırsın. Kardeşliği ikame etsin…
-“16. asrın başından itibaren,İran-da bulunan Safevi devleti,anadolu da bir iki asrı tutan propağandaları sonucu menşe olarak Bektaşi,Kalenderi,Haydari,Baba-i,son olarak da Bedreddin-i tüm Batıni Türkmen kitlelerini alevileştirmiş ve kendisi için anadolu da güçlü bir rükün peyda etmişti. Artık aleviler,yada burada açıklama gereği duymadığımız sebeblerle “Kızılbaş” denilen Türkmenler,anadolu da yer yer isyanlar çıkarır olmuşlardı.”[1] ve bu olay karışıklıklar,nedense devletin güçsüz ve milletteki boşlukların oluşma zamanlarında ortaya çıkmaktadır.
Evet,asırların problemleri, asrımızda toplanmıştır. Çözümü,meselelerin özünü,gerçek yüzünü bilmek iledir. Birbirleriyle olan münasebetini bilmekten geçer. Mesele çok yönlü olduğundan,bir-iki meselenin bilinmesi veya değerlendirilmesiyle,çözüme kavuşmuyor. Mesele,şifrenin çözümünde,buda ilahi kaynaklı olmalıdır. Aksi takdirde insanlar değil,asırlar boyu kıyamete kadar da çözülemez.
-Bazılarının hedeflerine ulaşmak uğruna,özellikle;”Sivası kurcalayıp,provaka ederek,yakmalar,yıkmalar ve öldürmeler”[2],alevilerin sayıları bu kadardır,şu kadardır diye abartarak ifade etmeler ve son Gazi olayları tüm bu olaylarda ikili oynanmaktadır. Toplumun tamiri değil,tahribi için çaba sarf edilmektedir. Birinin diğerine,öbürünü berikine kırdırmak hesapları yapılmaktadır. Mesele tüm topluma yansıtılmaya çalışılmaktadır.
Hedefler;alevi-sünni tartışmasını ve çarpışmasını sağlamak ve halkı polisle karşı karşıya getirmek,devletle ve askerlerle çarpıştırmak,aksayan eğitimi aksatmaya devam ettirmek,sakat hale getirmek…
Bugün belgelerle sabittir ki;sahneye konulan olayların arkasında önceden hesaplanmış ve planlanmış senaryolar yatmaktadır.
Provakasyon neticesinde toplum tahrik edilerek;önce belli bir birikim oluşturulmaya veya belli birikimlerden istifade etmeye,veya taze tutup,gündemde tutarak silinmemesine çalışılmaktadır.
İnsanları kendi işlerinin dışında tutarak,başka şeylerle meşgul olmalarını sağlayarak,belli bir boşluk oluşturmak…
Sonrası ise kolay… Buyurunuz;sigara,alkol,şiddet ve oda olmadıysa veya az mı geldi;şöyle böyle bahanelerle intihara teşvik etmek,başta menfi olan medya cellatlarının ipi çekmelerini sağlayarak,rollerini oynamak,uygulamak…
Nedense,provake edenlerin,meselelerin dışındaki kişiler olması,inanç ve marifetleri olmayanların başta olması. Zira ölçülü bir kimse,ölçüsüz işlere girmez,içinde bulunmaz.
Bugün alevilik bitse,yarın başka bir mesele ortaya atılacaktır. Ta ki bu eskisi yenileşene ve tazeleşib uygun bir zemin bulana kadar…
Çünki artık bu meselelerin kabak tadı verdiğini,herkes bilmektedir. Kızdır kızdır milletin önüne sun…
Ortalığın durulması;meselelerin halli ve suyun bulanıklılığının durulması demektir. Duruluk;derin ve durgun ve de olgunların işine gelmez,yaramaz. Pek av,avlanmaz. Avlanacak av tabakasının çokluğu,toplumun eksik ve boşluğu,korkutmaktadır. O halde toplumun bu durumdan kurtarılması gerekmektedir. Evet,avcılar açıkta kalır,patronları sonra onları işten alır.
Elleri avuçları boş kalır. Dünyaları ve ahiretleri olmadığından ortada kalırlar,amma toplum kurtulur,gelecek kurtarılır.
Gayrı müslimiyle anlaşan bu millet,neden alevisiyle anlaşmasın veya anlaşamasın!
Bir alevi bir gayrı müslime ne anlatır veya ne anlatmalıdır? aleviliği mi? Elbette hayır. Çünkü alevilik bir din değildir. Ateizmi mi? Elbetteki hayır. Çünki Hz. Ali (RA),inancın zirvesinde idi. Hiç inanç da zirvede olan,inancın gereği olan ibadette geri olur veya kalır mı? Zira onda da doruk nokta da idi. Tüm hakikat yollarının başı,ona dayanmaktadır.
Maalesef bu gün aleviler sola,siyasete kurban edilmeye çalışılmaktadırlar. Öyle ki,üç kuruşluk bir oy uğruna dünyada da,ahirette de büyük ve ebedi bir oooy oooy dedirttirilmeye uğraştırılmaktadırlar.
Yıllar bir parti altında,onun tarafından uzun yıllar bir çok davet ve tekliflere muhatab olan aleviler neticede bu partiler tarafından “Siyasi platformda alevilerin haklarını savunmamıştı.”[3]
Evet alevi vatandaşlar siyasetin kurbanı olmakta veya siyasete kurban edilmektedirler. Siyasetin çirkin oyunlarına sahne olmaktadırlar. Eski kardeşliklerin yerini,yeninin siyasetinin çirkin hileleri almaktadır.
Ortada bir hata,bir yanlış var. Ama nerede? Düşünülmesi gerek?
Ayrılık yakıcıdır. Ortada dönen belli bir kesimin menfaatlerini düşünmenin ötesinde,toplumun parçalanması,bölünmesidir. Ta ki güçsüz ve kuvvetsiz kalması sağlansın…
Evet,mesele üzüm yemek olmayıp,bağcı dövmektir.
Mevlânanın Mesnevisinde üç olaydan bahsedilmektedir. Bir kurtla arkadaş olan üç inek,neticede kurdun bunları ayırması,aralarına tefrika koyup bunları birbirlerine düşürmesi neticesinde teker teker yiyerek hepsinin hayatına son verir. Çünki birisini renginin siyahlığıyla,diğerini,benekli oluşuyla ayrı ayrı senaryolarla yok edince sonuncusunu yemek için bahane bulmaya gerek yoktur,çünki tek başına kalmıştır.
Bu durum kurttan farkı olmayan düşmanın hilesine ne kadar da benzemektedir! Böl,parçala ve yut politikası… Asırlardır oynana aynı oyun. Nedense hep aynı oyuna gelinmektedir.
Alevi dedesi olan M. N. Orhan;alevilerin bir arayış içerisinde bulunduklarını ve bunu bulamadıklarını ve ilk umut olarak Atatürkün kurduğu Partide arayıp,ancak bulamadıklarını,sonuç olarak;”Önemli olan rakibin ölmesi. Yani sorunların çözülmesi. Kimin çözdüğü hiç önemli değil.”der.[4] Ve bu umudu DP’de de aradıklarını ve bulamadıklarını da belirtir.
-“Değişimin simgesi bir alevi (milletvekili) Cemal Şahin;”Ben aleviyim diyenlerin çoğunun dinle imanla bir ilgisi yok. Maneviyata inanmıyorlar. Ya Marksist,ya da ateist kökenden geliyorlar. Aleviliği kullanıyorlar. Resmen ateist olduğunu bildiğimiz insanlar kendilerini alevi olarak tanıtıyorlar.”[5] sözüyle bir hakikata ışık tutar.
-Peygamberimiz ile Hz. Ali arasında bir boşluk oluşturmak,sünni ile aleviler arasında bir açıklık meydana getirmek için ortaya atılan tüm iddialar,ayrılık ve soğukluk meydana getirmek amacıyladır.
-Zira Hz. Ali,diğer üç halifeyi sevmiş ve onlara devirlerinde kadılık yapmıştır. O zat,hiçbir zaman Kur’an ile irtibatını kopartmamıştır.
-O zat,gerek Kur’an-da,gerekse de müslümanlar arasında en çok namaz kılma sıfatıyla tavsif edilmiştir.[6]
-O zatın nesli de kendisi gibi tam bir nuraniyete sahibdir.
-Şahsen ve neslen İslâmiyeti en mükemmel bir tarzda yaşamış ve neslen fıtri olarak sahib olmuşlardır.
-Neslinin nurlu olması ve cemaat silsilelerinin nurlu birer halkasını oluşturmaları ve başı olması,şu gerçeği ortaya koymaktadır;Alevilik madem ki Hz. Aliye mensub olmak ve onun gibi olup her yönüyle ona benzemek olduğuna göre,şimdiki alevilerin de o tarzı takib etmeleri gerekir. Şimdikilere İslâmın,maneviyatın,dinin öğretilmesi gerekmektedir. Hacı Bektaşi Veli gibi;Şeriat-tarikat-hakikat ve marifeti kendilerine düstur ve esas etmeli ve yine o zatın ifadesiyle;”Eline-beline-diline sahib ol.”sözü düstur edilmelidir.
-Ehli beyt;Peygamberimizin ailesi olup elbette sevilir ve sevilmeye layık şahsiyetler olup,Efendimizin bizlere bıraktığı emanetlerden de birisini teşkil etmektedir. Zira bizler İslâmiyeti onlar yoluyla bilmekte ve de öğrenmekteyiz… Binler minnet ve şükran onlara… Allah hepsinden razı olsun…
-Aleviler;rehberden mahrum olup,cami,cemaat,kaynak eserlerin yokluğundan boşlukta kalmaktalar. Sahib çıkana, sahabet etmekteler.
-Risale-i Nurun ve üstadımın üstadı madem ki Hz. Alidir. O halde alevilerin dahi üstadları Risale-i Nur ve Bediüzzaman olmalıdır.
Bediüzzaman Said Nursinin;”Üveysi bir surette doğrudan doğruya hakikat dersini Gavs-ı Azam-dan (KS) ve Zeynel Abidin (RA) ve Hasan-Hüseyin (RA) vasıtasıyla İmam-ı Aliden (RA) almışım…
Onun için hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.”
Şiilik ile ilgili olarak;12—18-Şubat-1993’de Tarabya otelinde “Milletler arası tarihte ve günümüzde Şiilik”sempozyumunda ittifak ile birleşilen ana noktalar şöyle belirlenmiştir:
a)Kur’an-ı Kerimde her hangi bir tahrifin,ziyade ve noksanın söz konusu olmadığı hususunda ittifak edilmiştir.
b)Sünneti Nebeviyyenin İslâmın ikinci kaynağı olduğu teyid edilmiştir.
c)İslam dininin insanlığa intikalinde sahabe-i kiramın güvenilir kimseler oldukları kabul edilmiştir.
d)Ehli beyte dua ve salavatın,her müslümanın dini görevi olduğu vurgulanmıştır.
e)Bu toplantının bir başlangıç olduğu,bundan sonra böyle toplantıların yapılması gerektiği,ileri de yapılacak benzeri toplantılar vesilesiyle İslam kardeşliğinin müslümanlar arasında birlik,beraberlik ve yardımlaşma ruhunun güçlendirilmesi temenni edilmiştir.”[7]
Ehli imanın birbirleriyle olan ittifak noktaları,iftirak noktalarından gayet çoklukta ve fazladır. O halde bu ittifak noktaları dile getirilmelidir.
… Meşhur İmam-ı Zeyd:”Sadat-ı azimeden ve eimme-i al-i beyttendir. Ve müfrit şiaları reddeden ve-izhebû entümür-revafiz-deyip Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer-den teberriyi kabul etmeye ve o halife-i zi-şanı hürmet edip kabul eden bir zattır. Onun etbaları,şiaların en mutedili ve en sünnisidir. Bunlar hem ehli insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşaallah Vehhabilerin tahribatını tamire sebeb oldukları gibi,ehli sünnet ve cemaattan,Zeydilerin inhirafları dahi istikamet kesbedip,ehli sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu ahirzaman çok çalkalanıyor,bu fitne-i ahirzaman acib şeyler doğuracağını ihsas ediyor.”[8]
-“O Ali köyde aleviler çok olduğunu ve bir kısmı rafiziliğe kadar gidebilmesi nazarıyla onların en fenası da münafık hakikatına dahil olmamak lazım gelir. Çünki münafık itikadsızdır,kalbsizdir,vicdansızdır,Peygamber (ASM) aleyhindedir. (Şimdiki bazı zındıklar gibi) Alevi ve şiilerin müfritleri ise;değil Peygamber (ASM) aleyhinde,belki Al-i beytin muhabbetinden ifratkârâne muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil,bunlar ifrat ediyorlar. Haddi şeriatdan çıktıkları vakit münafık değil,ehli bid’a oluyorlar;fasık oluyorlar;zındıkaya girmiyorlar.” Hz. Ali” Radıyallahu anh yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhul İslâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği “Ebu Bekir”,”Ömer”,”Osman” Radıyallahu anhuma ilişmeseler,”Hazreti Ali”Radıyallahu anh o üç halifeye hürmet ettiği gibi,onlar da hürmet etseler,farz namazını kılsalar,yeter.”[9]
-Bediüzzaman hazretleri uzunca yazdığı mektubunda özetle;ehli dalaletin istifade ettiği ihtilaf noktalarını bırakıp,münakaşaya kapı açmamak,Ehl-i sünnet vel cemaatın sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı reddettiğini ifade ediyor.
-Her ne kadar;Haccac-ı Zalim,Yezid ve Velid gibi heriflere ilmi kelâmın büyük allamesi olan Sadettin-i Taftazani,”Yezide lanet caizdir.” derken,bunun –Vacib-demek anlamına gelmediğini,sevabı var-demek olmadığını izah eder.
-Lanet ve tekfire müstahak bir çok inançsız dururken,sahabeler zamanında olan olaylardaki her iki tarafta da büyük ve kıymettar sahabelerle beraber,cennetle müjdelenenlerin her iki tarafta bulunup ve olmuş-bitmiş bir meseleden dolayı tekfire gitmek,hem lüzumsuz,hem şeriat emretmeden hem de incelemeden ileri geri konuşmanın muvafık olmadığını beyan eder.
-Özellikle;şimdi ehli iman, değil müslüman kardeşleriyle belki hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmeye ve medarı ihtilaf meseleleri nazara almamak,niza etmemek gerektir.”[10]
-“Alevileri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve siyasi Bektaşilikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.
… Hubb-u ehl-i beyti meslek yapan aleviler ne kadar ifrat da etse rafizi de olsa zındıkaya,küfrü mutlakaya girmez. Çünki muhabbet-i al-i beyt,ruhunda esas oldukça,Peygamber ve al-i beytin adavetini tazammun eden küfrü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Öylelerini daire-i sünnete tarikat namına çekmek büyük bir faidedir.
Hem bu zamanda,ehli imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasi cereyanlar alevilerin fıtri fedakarlıklarından istifade edip kendilerine alet etmemek için nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır Madem nur şakirtlerinin üstadı İmam-ı Ali Radıyallahu anhdır ve nurun mesleğinde hubb-u al-i beyt esastır,elbette hakiki aleviler,kemali iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.”[11]
Konu hakkında geniş ve detaylı bilgiler veren Bediüzzaman [12];istikametin muhafazası için özetle şu ölçüyü verir:
“Ey ehli hak olan ehli sünnet! Ve ey ehli al-i beytin muhabbetini meslek ittihaz eden aleviler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız,haksız,zararlı olan niza-ı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı,birinizi diğeri aleyhinde alet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra,o aleti de kıracak. Siz ehli tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiyye mabeyninizde varken,iftirakı iktiza eden cüz-i meseleleri bırakmak elzemdir.”[13]
Hadiste:”Ben Rabbimden üç şey istedim;birini reddetti,ikisini verdi. Ümmetim kıtlıktan helak olmamalarını istedim,verdi. Garkla (boğularak) helak olmamasını istedim,onu da verdi. Beynlerinde (aralarında) mukâatele (savaş) ve ihtilafı efkar (farklı fikirler,ayrı düşünceler) olmamasını istedim;bunu menetti,vermedi.”[14]
MEHMET ÖZÇELİK
[1] Zaman gaz.Dizi röportaj.27-12-1993,23-29/12/1995.
[2] Agg.30/Haziran-5-Temmuz.1994.
[3] Aksiyon derg.15-21-Nisan.1995.sh.26.
[4] Agd.
[5] Agd.
[6] Fetih suresi.29.ayet.
[7] Zaman gaz.16-3-1993,(İSAV) ve başk. Prof. Ali Özek. Konuyla ilgili bak. Bir başka açıdan alevilik.M. Kırkıncı,Bir başka açıdan alevilik.M.S.Çetin,Zafer derg.Temmuz.1990,Sur dergisi.Mayıs.1995.
[8] Barla Lahikası. B. Said Nursi. sh.365.
[9] Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. 1 / 72.
[10] Age. 1 / 205.
[11] Age. 1 / 243.
[12] Bak.Lem’alar.4.Lem’a.17-23,87,Mektubat.50,92,98, Şualar. 80.
[13] Lem’alar.age.23.
[14] Müslim. Hülasat-ül Beyan. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi. 4 / 1447.