HAKİKATA GEÇİŞ
HAKİKATA GEÇİŞ
Kirlilik olacak,olmalı,olması lazım ta ki zıdları tahakkuk etsin.Kirlilik olmazsa ne temizlik ne de temizliğin gereği olan iman olmayacaktı.imansızlık iman esaslarını ehemmiyetli kılmış,önemi anlaşılmıştır.Herşey zıddıyla bilinir.
Müsbetler vücudi,menfiler ise ademidir.Adem vücudu yeşertmektedir.Adem vücuda vücud ve vücud rengi vermektedir.Adem olmasaydı,vücuddaki mevcutlar görünmeyecek,ortaya çıkmayacaktı.Menfiliklere rızası olmayan Allah,adaleti,hikmeti ve maslahat gereği devamına,vücudun hatırına müsaade etmektedir.Kirlilikler ehli imanı kirletemez belki temizliğini arttırır.
Cevherleri bağrında taşıyan kömürlerin kahrı çekilir,İbrahimlere köprü olan Azerlerin üzerinden geçerim,nesillere hamile olan Nuhun hanımının nazını çekerim,Musanın peygamberlik ringine çıkmasına sebeb olan rakibi firavuna acırım,hazineleri içinde saklayan viranelere tenezzül eder,uğrarım.Gülüme renk katan gübreyi avuçlarım.Beni Allah’a götüren aşağı ve aşağılık dünyaya ünsiyet ederim.İstirahatıma vesile olan geceyi sever,güneşin doğuşuna vesile olmasıyla o hasreti çekerim.
Şeytan varlığıyla şer olup,yaratılışıyla hayırlı olmuş,dost ve dostluklara sebeb olmuştur.Menfilikler müsbetleri bildirmekle kalmamış,onların tanınmasına da vesile olmuştur.
Eğer zıdlar olmasaydı,Allahın varlığı da dahil her şey en fazla bilinecek ancak tanınmayacak ve anlaşılmayacaktı.Bilmek tanımak gibi değildir.Bilmek ayrı tanımak ayrıdır.Herkes Allahı bilir ancak herkes O’nu tanımaz.Tıpkı İstanbulu bilmek ile onu detaylı,bütün yönleriyle,gidip görerek,mahallelerinde gezerek,uzun müddet olarak orada kalmak elbette bir değildir.Şeytan Allah’ı bilmekte ancak tanımamaktadır.Eğer bilmeseydi itiraz edermiydi?İtirazını bildiği ancak tanımadığı zata yapmıştı.
Şeytan Allah’ı biliyordu ancak tanımıyordu.Onu tanımayan küfrün girdabına,şeytanın çekim alanına,deccalın kapsamına girmiş olur ki ancak Allah’ın hidayeti nasib ettiği insanlar o hal ve durumdan kurtulabilirler.Veya öyle bir güç ve samimiyet olmalı ki,bir anlık kopan bağlantı ve hattan kendini kurtarabilsin.Zira hem imam ve hem de kürüfdeki cazibe devam etmektedir.Alanına gireni etkiler.Çarkına doladığı kimseleri üğüdür.Kuvvetine göre,yakınlığı nisbetinde,teveccühü ölçüsünde kendisine bağlar.İşte iman güç ve kuvvetinin ehemmiyeti bu noktada kendini göstermekte ve hissettirmektedir.
Önemli olan O’nu tanımak,O’nu perdeleyip unutturan günahlarda ısrar etmemektir.
“Lâ sagîrate mea’l-ısrar, velâ kebîrate mea’l-istiğfar – Israr edilirse küçük günahlar büyük günah olur, tövbe edildiğinde büyük günahlar affedilir.” fehvasınca esas büyük günah ısrar edilen küçük günahlardır.”
“Demiri sıcak yanından tutan demirci babalar, hamur eline yapışmayan somuncu babalar gibi, bir şeyin babası olmak lazım. Gelin siz de bu kudsi mesleğin babası olun ve zirvelere tırmanın mesleğinizde. Muhyiddin b. Arabi Hazretleri Şam’ da caddede yürürken dar ağacında berdar edilen (asılmış) birini görür. Etrafındakilere suçunun ne olduğunu sorar. “İçki, zina, adam öldürme… hepsini işledi ve gün geldi, derdest edilip asıldı” derler. Hazret koşar ve ayaklarını öper şakinin, kendi mesleğinde zirveye çıktığı için. Bize de böyle olmak düşmez mi? Yani mesleğin babası olmak ve zirveye çıkmak.”(M.F.Gülen Serzeniş)
İşte dünyaya gelmese ve de cennette kalsaydık her şey bilmeden öteye geçmeyip tanınmayacak dini tabirle marifet gerçekleşmeyecekti.Allah bizi sırf ve sadece marifet ve marifeti için bu dünyaya göndermiştir.Marifette kavrama,hissetme,ihata,bağlanma gibi bir çok sıfat mevcuttur.Allah’ı normal bir kişide bilmekte,alim de tanımakta,peygamberde anlamaktadır ve Allah’ı Allah’da bilmekte ve bildirmektedir.Farklı boyutlar farklılıklardan zuhur etmektedir.
Bazı şeyler bizatihi güzeldir,onlara hüsnü bizzat denilir.Bazıları da bilvesile güzeldir.Güzel olmasalarda güzelliğe vesiledirler.Onlarada hüsnü bil vesile denilir.” Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâniinin esmasına aid binlerdir.
Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ: Atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ: Kar’ı, pek bâridane ve tatsız telakki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder. Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.”[1]
Şeb-i yeldayı müneccimle muvvakkit ne bilür
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat…
Hayatıda ancak acısını çeken,gerçekleri gören bilir.
Kanuni Sultan Süleyman:
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır
Olmaya baht-ü saadet dünyada vahdet gibi
II.Selim Han:
Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın
Kâm alırsan adl ile ol dem be-câdır saltanat
Fatih Sultan Mehmed ise:
Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamdülillah var gazâya sad hezârân rağbetüm
III. Mustafa Han’da:
Yıkılubdur bu cihan sanmaki bizde düzele
Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvâb-ı Saadet’te gezen hep hâzele
İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e
Yıkım olmadan yapım ve ustalık olmaz,ustalıklar ortaya çıkmaz,ustaların arasındaki fark zahir olmaz.
Allah her şeye geçişi bir sebebe bağlamıştır.İnsanlığa geçişi Hz.Adem’den sperm vasıtasıyla ve Havva’ya,oradan da hayata geçişi sağlamıştır.Hayata ve havalarda uçuşu bir yumurtaya,neşvü nema bulup gelişmeyi ve belli bir sebze ve meyve gibi güzel bir hal almayı çekirdeğe,asrı cehaletten asrı saadete geçişi Hz.Muhammede,orta çağdan yeni çağa geçişi Fatihe,cehaletten geçişi ilme,karanlıktan kurtuluşu nura,tarikattan hakikat ve marifete geçişi Bediüzzamana,ilme ve cehaletten kurtulup hayata atılışı ve yükselişi öğretmene,ahirete gidişi kabre kabre gidişi ecele bağlamış ve berzahları,geçişleri onlar aracılığıyla kılmıştır.Bundandır ki o sebebler şahıslarında kıymetli ve değerlidirler. Çünki onlar tükenmenin değil çıkış,yükseliş ve geçişin öncü ve ara noktaları.Hayatın Köprüleridirler.
Hayattaki fırtınalar bizleri köklerimize daha sabit ve sağlam olarak bağlamaktadır.
“Hayattaki fırtınalar konusunda üstad:”Bu gibi hadiseler fırtınaya benzer;ağacın çürük meyvelerini düşürür.Geriye sağlamları kalır.Tedbir hizmettendir.Menfi hareket yasak.Biz devenin üstünde bir hazine götürüyoruz.Deve,yumurtaların üstünde yürüyor.Ne yumurtalar kırılacak,ne de deve duracak.”[2]
Hz.Âdem ve zürriyeti dünya dağına ufkunun açılması için indirilmiştir.
“Bir çok yüksek ufuklu insanların ufuklarının açıldığı yerler olan dağlar ve mağaralardır.MeselaHz.Adem cennetten Serendib dağına inmiş,Nuh tufanda cudi dağına konmuş,Hz.İbrahim marifete dağda ulaşmış,Hz.Musa Turda tecelli ve kelama mahzar olmuş,Rasulullah Nur dağının Hira mağarasında peygamberliğe adım atmıştır.Yunus dağlarda ve mağaralarda seyahat etmiş,hele üstad sürekli dağlarda,bağlarda,bulunduğu yerlerin en yükseğinin en tepesinde bu eserleri neşretmez,ilhamına basamak olmuştur.[3]
28-06-2004
Mehmet ÖZÇELİK
[1] Sözler.231-232.
[2] Hayatım-Hatıralarım.57.
[3] Bak.age.49-50.