ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI
ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI
Her şey 2008-in yazında başladı.Malatyalı Mehmet isminde bir meslektaş gönderdiği a-mailde;Bayındırın 4 dvd-sinden oluşan 250 kişiye adreslerini göndermeleri halinde tefsirini göndereceğini söylemesi üzerine bende adresimi gönderdim ve bir müddet sonra bir zarfta 3 dvd,zarf biraz açık olduğundan dördüncüsü herhalde düşmüştü,bana ulaştı.
Bir çok sesli,arapça ve türkçe tefsirlere hayran duyup incelediğimden dolayı kavuştuğuma sevinmiştim.
Ancak durum hiç de öyle olmadı.Kendimi sıkarak,zorlayarak,bizzat kaynağından duymak amacıyla kahrolarak 3 dvd-yi dinledim.Kendime yarar ve not alacağım bir yer bulamadım.Sadece dvd-lerin içerisinde İlahiyat Prof-u Mehmet Çelik beyin 5 yıl kaldığı kilisedeki tecrübelerini anlatan konuşmalarını dinledim ve oradan faydalandığım izahlar doğrultusunda güzel de bir makale yazdım.
Hangi ayette nasıl izahta bulunmakta ve buna karşılık cevap vermek üzere teker teker tahlil etmeyi düşündüm.Ancak o konuda Avni (Avnullah) ÖZMANSUR Hocanın yazdığı eser,beni teker teker tahlil etmenin gerekliliğinden vazgeçirdi.
Artık kendimden şüphe eder olup,acaba bu zatın bu yanlışını ve tutarsızlığını sadece ben mi görüyorum deyip,bana dvd-yi gönderen arkadaşla mesajlaşarak,Bayındırı tenkid etmek üzere bir yazı kaleme alacağımı söylediğimde,acele etmememi söyledi.Onu anlamaya çalışmamı tavsiye etti.
İnternette yani Google-de ‘Abdulaziz Bayındır-ın Tutarsızlıkları’başlığında bir araştırma yaptım.
Karşıma çıkan sonuçlar beni gerçekten ürküttü.Özelikle Avni (Avnullah) ÖZMANSUR Hocamızın bu konudaki açıklamaları beni rahatlattı.
Yine de yazmayı zamana bırakmayı düşündüm.
Ancak hoca ehli olan Bediüzzamanı ebced-cifir hesabı konusunda ehliyetsizce tenkid edince yazmaya karar verdim.
Ebced cifir hesabı islamiyetten önce de kullanılmış ve en fazla Hz.Ali-nin kullandığı ilmi bir yöntemdir.
Hurufilik manasındaki olur-olmaz her şeyi uydurmanın zaten ilmi ve mantıki hiç bir ciheti yoktur.
Bediüzzaman Hazretlerinin ‘Sikke-i Tasdik-i Gaybi’ ve diğer eserlerinde bahsettiği ilmi cifir tahlilleri hem çıkmış,hem çıkmaktadır.
Tamamen mesnedli ve bilimsel ifadelerdir.
Hacı bayramı Velinin ‘Beldetün Tayyibetün’ayetine dayanarak İstanbulun fethedileceği tarihi vermesi bu ebced-cifir hesabına dayanaraktır.Ve de bu ilmi ilk ve tek kullanan kişi de Bediüzzaman değildir.Bu konuda yazılmış bir çok eserler mevcuttur.
Abdulaziz Bayındır-ı tanımak fikirlerini daha da iyi tanımaya vesiledir.
Avni (Avnullah) ÖZMANSUR-un araştırmamda şu ifadesi çok dikkatimi çekmiş ve işin önemini,hassasiyetini ortaya koymuştu.
“İkinci kitab sonlara yaklaşmışken; bu defa: beni derinden yaralayan bu yanlışlara, hiç tahammül edemediğimden ikinci kitabı öyle bırakıp Ahmet Hulusi’nin yanlışlarına cevap olan üçüncü kitabın yazımı devam ederken; Abdülaziz Bayındır’ın “Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış” ile “Din ve Devlet İlişkileri”.isimli iki kitabını getirdiler. O kitapları okudum. Ne göreyim: Tarikat şeyhleri ile yani; meşhur Mahmut efendi, Esat Coşan hoca efendi ve Mehmet Zahit Kotku efendinin kitaplarını eleştirerek ve Mehmet Zahit Kotku’nun dışında ki her iki şeyh efendi ve meşhur cübbeli Ahmet hoca efendi ile yüz yüze tartışırlarken: (Banda alınan bu konuşmaları sonra kitap haline getirdiğini bildirmektedir.) bu zatları tenkit ederek; solu gösterip sağa vururcasına tüm resullerin ve peygamberimiz efendimizin itibarını o kadar düşürmeye çaba sarf ediyordu ki, ancak resulullaha rakip olan bir kişi bunu yapabilirdi.
İstanbul müftülüğünde 9 sene fetva dairesinde başkan olarak görev yapan ilahiyatçı Doçent Doktor sayın Abdülaziz Bayındır can evimize el atarak; tüm resullerin yani peygamberlerin ve kainatın efendisinin, görev ve yetkisini tanzim edercesine, yetkili olduğu konular ve yetkisiz olduğu konuları belirtmeye çalışarak kitaplarında “Resulullahın yetkisi dışında kalan hususlar” başlığı altında: Resulullahın görevini tanzim ediyor ve kendisine göre sınırlama getiriyor.
Rahmeten lil alemin olan; Allah Resulünün şahsında diğer insanları uyaran ne kadar tehdit ayetleri varsa hepsini sıralıyor ve nihayet öfkesi geçmeyince, daha da ileri giderek, “Resullerde aynen bizim gibi birer insandır. Mucize onlara verilen bir belgeden ibarettir, onlara olağanüstü kişilik vermek için değildir.” Daha da ileri giderek, “Resulullah Allah’ın kölesidir” diyerek; herhangi bir kimsenin kendisine söylemesine müsaade etmeyeceği bu küçültücü sıfatı, peygamberimiz efendimize layık görüyor, o ulu zatı mele-i ala’dan indirip sıradan bir köle durumuna düşürüyordu:
Tabi Ahmet Hulusi’ye karşı hazırlanan kitabımın yazımını yarıda kesip sayın Bayındır’a cevap yazmaya başladım:
Bundan dolayı ikinci kitab gecikti. Ama Rabbime sonsuz şükürler olsun bu üç kitabın, aynı anda yayınlanması nasib oldu. Büyük lütuflarını esirgemeyen Rabbime sonsuz hamdü senalar olsun. Bütün övgülerin hepsi O’na mahsustur. O’nun Resul-ü Kibriyasına; temiz ve yüce aile halkına, Ehl-i Beytine ve Ashab-ı Kiramına sonsuz salat-ü selamlar, esenlikler olsun. O’nun sünnetini takip eden tüm inananlara, sonsuz kurtuluşlar ve Rabbime yakınlıklar diler, bu yanlışlıklara düşmüş kardeşlerimize ve bütün insanlığa hidayetler dilerken; bu kitabın dizgisinden baskısına kadar maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen bütün dostlarımıza teşekkürlerimi bildirir, değerli okurlarımın olumlu tenkitlerimi beklerim.”
Bayındır ‘doğru bildiğimiz islamiyet budur’sözüyle,Kur’an-ı Kerim-e dayandırarak ifade ettiği şeyler,aslında tamamen kendi kariha ve yorumunun bir sonucudur.
Böylece kendisi Kur’an-a göre konuşmaktan ziyade,Kur’an-ı Kerim-i kendine göre konuşturmaktadır.
Sonuç olarak da ona göre,ne şimdi ne de şimdiden öncesine kadar doğru bir islamiyet söz konusu olmamıştır.
Buna yenilikçilik denilmiş,bir yandan,eskilere,eser vermiş insanlara bağlanmayı bırakıp,tek delil olarak Kur’an gösterilmekte,kendileri de ön plana çıkarılmış olmaktadır.
Oysa İslamın temel esasları dörttür;Kur’an-Sünnet-İcma-Kıyastır.
Aslında bu insanları Efendimiz asırlar ötesinden bildirmiştir.Şöyle ki;
*Ebu Râfi radıyallahu anh, Peygamberimiz Efendimiz”in şöyle buyurduğunu naklediyor:
* “Sakın sizden birinizi, benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde, koltuğuna yaslanmış olarak:
“- Biz onu bunu bilmeyiz; Allah”ın kitabında ne bulursak ona uyarız, işte o kadar” derken bulmayayım.”
*Ahmed, Ebu Davud ve Hakim’in Sahih senedle tahric ettikleri ve Mikdam b Ma’di Kerib’in rivayetine göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) şöyle buyurdu:
“Biliniz ki Allah Kur’an-ı Kerim ile beraber onun mislini bana vahyetmiştir Mütenebbih olunuz ki karnını doyurmuş bir adam koltuğuna yaslanarak “Yalnız Kur’an’a sarılırız Onda helal olanı helal, haram olanı haram kılınız diyeceği günler yakındır ”(Ahmed, Ebu Davud, Hakim)
*Ebu Davud ve ibn-i Mace’nin sahih senedle Ebu Rafi’in oğlundan çıkardıkları onun da babası Rafi’den, onunda Peygamber Kavl’den rivayet ettiği hadise göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz koltuğuna yaslandığı halde, kendisine emrettiğim veya yasak ettiğim hususlardan bir husus tebliğ edildiğinde, “Biz bunu tanımayız, biz ancak Kur’an-ı kerim’de olanlara tabi oluruz ”diyerek bunu alışkanlık haline getirmesin ” (Ebu Davud, İbn-i Mace)
*Hasan b Cabir dedi ki; Mikdam b Madi Kerib’in şöyle dediğini işittim
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) Hayber günü bazı şeyler haram kıldıktan sonra şöyle buyurdu “Sizden birinizin koltuğuna yaslanarak: ”Aramızdaki hakem Allah’ın kitabıdır Ondan helaldan ne bulduysak helal, haramdan ne bulduysak da haram kılarız,” sözünü sarfetmesinin yakın olmasından korkulur İyi biliniz ki Allah Rasulünün bir şeyi haram kılması Allah’ın o şeyi haram kılması gibidir ” (Hakim,Tirmizi, İbn-i Mace)
Bunun örneğini bir beldede duymuştum.Lise çağındaki gençler bir araya gelir,mealden kısa bir yer okuduktan sonra,birbirlerine sen bu ayetten ne anlıyorsun,sen ne anlıyorsun diyerek,adeta dört mezheb imamı oturmuş ve onların talebeleri olan İmam-ı Yusuf,Muhammed,Züfer gibi çok rahat içtihatta bulunurlar.
**Ebû Davud ve Beyhâki Resûlullah (s.a.vj’ın şöyle buyurdu¬ğunu rivayet ettiler.
«Yemek yiyenlerin çanağı hazırlama da yardimlaştığı gibi, ümmetle¬rin sizin aleyhinize yardımlaşması yakındır. Birisi:
— O gün sayıca az olmamızdan dolayı mıdır? Resulullah:
— Bilâkis o gün sayıca çok olacaksınız. Fakat selin köpüğü gibi ola¬caksınız. Muhakkak ki Allah o gün, düşmanlarınızın göğsünden size karşı olan korkuyu çıkarır. Sizin kalplerinizi de gevşeklikle doldurur.
Birisi:
— Ya Resûlullah, gevşekliğin (nedeni) nedir? dedi. Resûlullah:
— Dünya sevgisi ve ölümü çirkin görmektir, buyurdu.»
*”Bir hadiste Ebû Hureyre (R.A.) Hz. Peygamberin (S.A.V.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir.”İleride bazı fitneler olacaktır. O dönem¬de, oturan kimse ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen ise ko¬şandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelere yönelirse onlar da ona yönelir. O zaman sığınacak bir yer bulan ona sığınsın.”
*Şeytanı taşlamaktan Rahmanı anmaya,şeytanı lanetlemekten peygambere salavat getirmeye vakit bulamıyoruz.
*Yıllar öncesi Malatyalı Said çekmegil-in ‘tenkid ibadettir.”sözünden dolayı kendisine itiraz edip ileride buna dair bir tenkid yazısı yazacağımı söylemiş ve yazmıştım..ağırıma gitmişti.
Peki ya Abdulaziz Bayırdır hocanın kiler???
*Çok patavatsız konuşmalar..ölçüsüz ifadeler..tamamen yoruma yönelik beyanlar ve en tehlikelisi onun tamamen Kur’an-dan olduğunu söyleyerek,adeta Kur’an-ı kendi hesabına bir konuşturma durumu.
-Ölçü yok,ölçüsüz ifadeler..ölçü kendi..bunca ölçüleri reddedip kendisini ölçü gösteren bir hal.
-Mealleri beğenmezken,kendi mealini öne çıkarıp kabul edilebilecek kendisininkini önerir.Farklılığıyla değil,başkalarının tenkidiyle öne çıkmaya çalışır.
-Kendisine hep ihtiyatlı yaklaştım.DVD gönderildiğinde araştırıcı bir kimse olmasaydım,keşke istemeseydim,diye de düşünmeden edemedim.Üç DVD-sini dinledim.Biraz daha ilmi boyutta bir tefsir anlatımı yapılabilirdi.
-İfratları düzeltirken tefrit etmektedir.İfrat tefriti doğuruyor.
Mesela kabir ziyaretlerindeki ölçüsüzlüğü kendisine ölçü alıp,ölçüsünü ölçüsüzlük üzerine bina ediyor.
Bin yıldır islamiyete hizmet etmiş olan tarikat ve ehli tarikatları,zihninde oluşturduğu olumsuzluklar üzerine bina ederek,çürük temellere bina ettiriyor.
-İcma için;delilsiz delil,bulaşıcı hastalık örneğine benzetmektedir.
-Cin suresindeki ayette ‘min dûni-yi ‘aşağısında diye anlamlandırırken, ğayrı,diğeri manasına hiç hak tanımaz.
-Peygamberlerin beş sıfatından olan İsmeti kabul etmez.
-Kur’an-da olmayan şeyi kabul etmeme düşüncesiyle,bununda Kur’an-da olup olmadığına da kendisi karar verir.
*Akif’in;Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı/Asrın idrakine sunmalıyız İslamı…manasına zıt olarak,asrın anlayışına uzak yorumlarda bulunulmaktadır.
-Geçmişlerin görüşlerine gelenek deyip ’Gad halet min kablikum’işte onlar gelip geçmişler,deyip onları ve hizmetlerini basite alır.Bu anlamda meal ve tefsirleri bir problem olarak görür.
-Tarikat ve kerameti ilmi,dini,mantıki açıdan ve islamın içinde bir kurum olarak değerlendirmekten öte,basite irca edip,önemsiz olarak değerlendirir.
-İstifade edilebilinir ancak ihtiyatlı davranılmasında fayda vardır.
Sık sık kendisinin herkes tarafından tenkid edildiğini ifade etmektedir.Demek ki ortada bir problem var.Ancak herkesin kendisini tenkid ettiği kişi de bu problem vardır.
Konuştuğunda bazılarının kalkıp gittiğini,sorular sorulup başkaları cevap verdikten sonra kendisine sıra geldiğinde,önce cevap verenin kalkıp gittiğini, sürekli söyleyip tekrar etmek dengeli bir davranış değildir.
Veya neden herkeste olmasın diye düşünülürse,bu daha da kötü olur ki,şeytani bir kibir devreye girmiş olur.Yapılacak en güzel iş,kendini başkası hesaba çekmeden evvel,kendini hesaba çekmektir.
-Şeyhe olan teslimiyeti,ona tanrı deyip tapmayla aynı olarak değerlendirmektedir.
Şeyhin önündeki mürit,Gasilin önündeki meyyit gibidir,sözünün ilah edinme gibi olduğunu söyler.
Beni bende deme ben bende değilem,bir ben vardır bende,benden içeru,sözünü hulul olarak değerlendirir.
-Çok rahat tenkid etmektedir.Hz.Osmanı rahatça tenkid edebilmekte ve bunu yaparken de bunu Kur’an-a isnad edip,orada görmediğinden kaynaklandığını söylemektedir.Onu orada nasıl görüyorsa?
-Hazreti bile kullanmaya hurafe denir.Hazır anlamına olup,eğer Hazret derse o insanın ruhu hemen orada hazır olur olup,bu da hurafe diye nitelendirir.
-Gelenekleri yok etmeye adeta kendisini adamış bir kahraman görür.
-ÂL-İ İmran 7-de;’Alimlerde bilir’diyene,niyetine göre kafir denilir,diye rahatça tekfir edebilmektedir.
-Kandil gecelerini kutlamanın önemli olmayıp,o zamanlarda yapılan ibadeti de hafife alıp yaptığı kıyas,kıyası maal farık kabilindendir.
-Müslümanların elinden diğer kitapları almak,Kur’anı vermek,diyerek islama neşir yoluyla yapılan hizmeti görmezden gelmekle kalmayıp,o boşluğa kendi yazdıklarıyla oturmaya başlar.
-Kur’an-ı kendine kalkan yaparken,adeta kendi söz ve yorumlarını Kur’an-dan bir ayet gibi göstermeye çalışır.Kendi sözünün Kur’andan olduğunu söyleyip kuvvetlendirmeye çalışırken,Kur’an-ı zayıflattığının farkında değildir.
-Eyüp Sultandan istemeyi sağlıklı yolunu söylemekten uzaklaşarak,kısa yoldan onu şirklikle değerlendirir.Tamamen kökten reddederek,ucuz tekfirde bulunur.
-Başkalarını tenkid etmekten Kur’anı anlatmaya vakit kalmamaktadır. Böylece derslerini başkalarının tenkidi üzerine bina etmektedir.
-Hz.Musa-nın arkadaşlık yaptığı kişinin Hızır olmayıp bir melek olduğunu, o üç olayında bir insan tarafından yapılamayacağını iddia etmektedir.Sırf velayetteki farklılığı kerameti göstermemek amacıyla böyle bir tekellüfe kendisini zorlar.
Bütün müfessirlerin Hızır olarak kabul ettiği bu kişiyi,Allah’ın emriyle yaptığı işi katillikle değerlendirir,oysa savaşta öldürmeyi de cinayet ve katillik olarak değerlendirmesi gerekir,bu mantığa göre…
-Mezheblerin Kur’anın dışında oluştuğunu iddia eder.Bu durumda onlara uymanın da din dışı olduğuna da zehab etmektedir.
-Tabiin döneminden itibaren insanların Kur’andan koptuklarını söyler.Oysa üçüncü asır en fırtınalı asır olsa da islamın en çok yayılmaya ve islami tedvinin en çok yapıldığı,Kur’an hakikatlarının daha vuzuha kavuştuğu,tefsir-hadis-fıkıh-kelam ilimlerinin islami ilimlere resmen katıldığı dönemlerdir.
-Vehhabilik islamın kimliğini ve İslami şeairi ortadan kaldırıyor.İslamı asırlardır gittiği yerde dalgalandıran,onun simgeliğini yapıp yine ona çağıran dış göstergeleri ve özellikleri ortadan kaldırıyor.
Doç. Dr. Mehmet Ali Büyükkara’nın kitabında Vehhabilik hakkında şu bilgiler verilmiş:
“Uyeyne’ye bağlı tüm beldelerdeki türbeler, yüksek mezarlar ve kendilerine kutsallık atfedilen mağaralar ve ağaçlar, İbn Abdülvehhab, Osman b. Hamad ve adamları tarafından tek tek ortadan kaldırıldı. Sahabeden Zeyd b. Hattab’ın Cübeyle’deki türbesini ise İbn Abdülvehhab bizzat kendi elleriyle tahrip etti.” (s.22)
“Vehhabi görüşleri kabul etmeyenler müşrik kabul edilerek canları ve malları helal sayılır. Cihad sırasında, şirk ve bid’at alameti saydıkları yapıları da hedef alan Vehhabiler, özellikle Hicaz’daki bu tür eylemlerinden dolayı bazı tarih kayıtlarında ‘mezar yıkıcılar’ olarak tavsif edilmişlerdir.” (s.27)
“Vehhabiler şiddetli çatışmalar neticesinde 18 Şubat 1803’de Taif şehrini ele geçirdiler. Çok sayıda Taifli öldürüldü ve malları talan edildi. Türbe ve mezarlar tahrip edildi. Abdullah b. Abbas’ın türbesi de yıkılan binalar arasındaydı. Mekke ise, 30 Nisan 1803 günü Vehhabilerin eline geçti….Başta Hz. Hatice’nin evi olmak üzere ileri gelen sahabilere ait oldukları bilinen ve hatıra olarak korunan evler yıkıldı.” (s.32)
“[1805’de Medine’yi ele geçirdiler ve] Başta Baki kabristanındakiler olmak üzere şehirdeki türbeler ve mazar taşları yıkıldı. Hz. Peygamber’in türbesindeki tezyinat yağmalandı, değerli eşyalar gasp edildi.” (s.33)
“İhvan, 1912’den, tasviye edildikleri tarih olan 1930’a kadar Abdülaziz bin Suud’un askeri kuvvetlerinin belkemiğini oluşturdu.” (s.75)
“Kendilerinden olmayan veya kendileri gibi olmayan insanlar, Vehhabi ulema ve İhvan açısından kafir veya en azından kınanmayı haketmiş mücrim ve fasık kişilerdir.” (s.66)
“Önlerine çıkan kadın, erkek, yaşlı, çocuk, kim olursa olsun genellikle sağ kurtulamazdı. Esir alma adetleri yoktu.” (s.78)
Prof. Dr. Erman Artun da şu bilgileri veriyor :
“Vehhabiler, pek çok sünni ve şii ulemayı, halktan binlerce kişiyi kılıçtan geçirdiler. Kuran ve Hadisler dışındaki kaynakları bidat kabul ettikleri için dini, tarihi ve edebi eserleri parçaladılar, İslam büyüklerini ve ashabın mezarlarını yıktılar. … Kerbela, Taif, Mekke, Medine ve Hicaz’ı alıp yağmaladılar.”
Prof. Dr. Z. Kurşun şunları yazıyor :
“İbn Suud’un, kendilerine uymayan Mekke ve Medine ahalisini “mezhebi muktezasınca şirk ile ittiham ederek tecdid-i imana davet ettiğini” kaydeden Harem-i Nebevî müderrisi Abdurrahman, daha sonra “Yapılan münazara ve görüşmelerden elde edilen bilgilere göre; Vehhabîler, bu mezhebe mensub olmayan diğer ehl-i İslâm’a müşrik nazarıyla bakmakta ve bunların mezheblerine girmeleri için zorlanmalarını kendilerine vacib görmektedirler. Ayrıca, davetlerine uymayanların katlinin de gerekliliğine inanmaktadırlar”demektedir.”
*Hocada burada islamın sadeliğini ve uygulanan yanlış uygulamaları kökünden kaldırayım derken,İslami çağrı ve şeairi de yaraladığının farkında ve bilincinde değildir.
Ortada olup hakikat olan bir yanlış ve ifrat hareketi veya bazılarının yanlışını umuma ve umumi uygulamalara şümullendirerek kendiside tefritle ayrı bir yanlışa düşmektedir.Oysa yapılacak yanlışı ve uygulayanları tekfir veya tahkir değil tashih ve bilinçlendirme olmalıdır.
En büyük kendisini haklı çıkartmaya çalıştığı hedefin,doğrularını yalan üzerine bina etmesindendir.Yalanı ve yanlışı referans göstermesidir.Oysa tenkid ettiği yanlış tashihe ihtiyacı olduğu gibi,kendi ifadelerinin de fazlasıyla tashihe ihtiyacı vardır.
Aslında selefliği savunup geçmişe ve geçmişte ortaya konulan eserlere itiraz ederken,kendisi de ortaya koyduğu eserlerle selefin tarzına aykırı hareket etmektedir.
Eyüp Sultana giden insan manevi özelliğinden oraya gitmektedir.Oraya gitmeyi ortadan kaldırmaktansa,doğrusunu söylemeli,onun manevi atmosferini izah etmeli.
Oysa kendisini ziyarete gelen veya kendisinden dua isteyen bir kimse bile tenkid ettiği noktaya düşmüş olabilir.
Birde kör bir nokta olan Gelenek kavramı içerisinde içi boş bir ifadeyle tenkidte bulunulmaktadır.
Oysa insanlar o gelenekle iç içedir,onunla hayatlarını yönlendirirler,bir vakıayı ve realiteyi iptal ne kadar mümkün olur?
*Selefilik neticede tehlikeli yola götürür.
Selefilikte esas alınan;”En hayırlı asır benim asrım-sahabe asrı-,onsan sonra gelen –tabiin asrı-ve ondan sonra gelen –tebe-i tabiin asrı-dir.”
Oysa islamın ve islamı ilimlerin organizesi bundan sonraki dönemde gerçekleşmiştir.
Ve yine İmam-ı Azam tabiin döneminin alimlerinden ve müçtehidlerindendir.
“Ebubekir Sifil bu konuda:” Selefilik, İslam’ı, yukarıda tanıttığımız Selef-i Salihin’in anlayıp yaşadığı gibi anlayıp yaşama iddiasının vücut verdiği bir akımdır. İlk defa Mısır’da Cemaleddin Efgani ve öğrencisi Muhammed Abduh tarafından başlatılan ‘İslami ıslah’ hareketi, daha sonra Selefilik adıyla anılan zümrenin doğmasına kaynaklık etmiştir. Aşağı-yukarı aynı dönemde bugünkü Suudi Arabistan’ın sınırları içinde bulunan Necid bölgesinde ortaya çıkan ve Mısır’daki hareket ile benzer söylemleri dillendiren Muhammed b. Abdulvehhab’ın yürüttüğü ‘Vehhabilik’ hareketine de daha sonra ‘Selefilik’ denmiştir. Bu iki hareket arasında temelde önemli farklılıklar bulunmamakla birlikte, söz konusu iki akım şu noktalarda birbirlerinden ayrılır :
1. İ’tikadi sahada vehhabiler kelam mezheplerini kabul etmezler. Ehl-i Sünnet’in iki büyük kelam alimi Ebu Mansur el-Maturidi ve Ebu’l-Hasan el-Eş’ari, vehhabilere göre, saf İslam akidesini kelami deliller kullanmak ve aklı nakle (ayet ve hadislere) hakem kılmak suretiyle bulandırmışlardır. Özellikle müteşabih ayet ve hadislerin Allah Teala’nın şanına ve yüceliğine uygun olarak te’vil edilmesine şiddetle itiraz eden vehhabiler, tasavvufa da aynı şiddetle karşı çıkarlar. Efgani-Abduh çizgisi ise i’tikadi sahada kelam alimlerinin kullandığı metoda temelde itiraz etmez. Felsefe, mantık ve kelam gibi ilimleri reddetmez ve müteşabih ayet ve hadislerin, Allah Teala ile mahlukat arasında benzerlik kurulmaması için te’vil edilmesi taraftarıdır.
2. Vehhabiler, fıkhi mezhep olarak İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyım’ın çizgisini izler. Diğer mezhepleri ise istihsan, ıstıslah, mesalih-i mürsele… gibi delillere yer verdikleri için bid’atçilikle itham ederler. Efgani-Abduh çizgisi ise genel olarak bir tek mezhebe mensubiyeti reddederek, bütün fıkhi mezhepleri birleştirme eğilimindedir. Aralarındaki ihtilafları kısaca zikrettiğimiz bu iki cereyan, zaman içinde birbirine yaklaşarak ‘selefi’ diye anılmışlardır. Ortaya çıkış döneminden günümüze doğru ilerledikçe, selefilik akımının içine başka görüşler de katılmıştır. Dolayısıyla ‘selefilik’ dendiği zaman akla her ferdinin aynı şekilde düşündüğü homojen bir gruptan ziyade, aşağıda zikredeceğimiz görüşleri benimseyen kozmopolit bir kitle gelmektedir.
….Selefiliğin en bariz vasıflarından birisi, müteşabih ayet ve hadisleri lügat anlamını esas alarak olduğu gibi kabul etmek şeklinde kendisini göstermektedir. Buna göre Kur’an’da ve hadislerde Allah Teala hakkında zikredilen ‘el, yüz, gelme, oturma, inme, Arş’a istiva etme, gazaplanma, gülme…’ gibi sıfatlar, mahlukat hakkında neyi ifade ederse, Selefiler’e göre Allah Teala hakkında da aynı şeyi ifade eder. Oysa Kur’an’da yer alan pek çok ayet, Allah Teala’nın bu gibi sıfatlarını mahlukatın sıfatlarına benzetmenin doğru olmadığını ortaya koymaktadır.
…. Günümüzde selefiler olarak anılan grup içinde, kıyasın şer’i bir delil sayılamayacağını, çünkü kıyasın, ‘Allah’ın dininde şahsi görüş ile hüküm vermek’ olduğunu söyleyenler mevcuttur. Oysa fıkıh usulü kitaplarında ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi, gerek Kur’an ayetleri, gerekse hadisler, vakıa olarak sınırlıdır ve insanlığın karşılaştığı her olayın hükmünün, ayetlerde ve hadislerde zikredilmiş olması mümkün değildir. Kur’an ve Sünnet konusunda biraz malumatı olan herkes bu noktayı kabul ve itiraf eder.
… Kıyas’ı inkar eden İbn Hazm, bu iddiası sebebiyle, bırakalım bir ‘İslam alimi’ni, aklı başında sıradan bir kimsenin bile gülüp geçeceği şeyler söylemiştir. Mesela Kur’an ve Sünnet’te domuz etinin haram olduğu zikredilmiştir. Ama domuzun yağının haram olduğuna dair ne Kur’an’da, ne de Sünnet’te herhangi bir hüküm yoktur. Sırf bu gerekçeyle İbn Hazm, domuzun yağının haram olmadığını söylemiştir. İşte kıyasın reddedilmesi sonucunda varılacak komik nokta budur.“
Önce fıkıhın insan sözü karışmasıyla reddedilmesine başlanırken, arkasından peygamberimizin de sözüne insan sözü karıştığı söylenerek basitleştirilmeye ve sonunda inkarına ve delil olmayacağına kadar gidilmektedir.
*Selefilik islamın ve İslami ilimlerin zenginliğini öldürmektir.Hüseyin Atay’in İmam-ı Neveviye küfredip hakaret etmesi,onun zenginliğine karşı çıkmasıdır.Oysa aynen kendisi de o yolda yürümekte bir başkasının da kendisine hakaret etme yolunu açmaktadır.
*Mustafa Özcan:” Muhammed Abduh birçok şaz ve aykırı fetva vermiştir. Bunlardan birisi şapka ile alakalıdır. İskilipli Atıf Hoca da İbni Teymiyye´ye hayran olmasına rağmen şapka meselesine dair yazdığı Frenk Mukallitliği kitabından dolayı idam edilirken Muhammed Abduh maslahatçılık veya tarihselcilik anlayışıyla şapkaya cevaz vermiştir. İttihat ve Terakki´nin kural ve kanun haline getirmek istediği şekilde taaddüdü zevcatın sınırlandırılması ve kadının boşanmasının zorlaştırılmasına dair bazı içtihadlarda da bulunmuştur. İctihad kapısını açmış ve Hanefi olmasına rağmen hiçbir mezheple tam olarak mukayyet olmamış ve teflik-i mezahibi hem fıkıhda hem de fıkh-ı ekber´de yani akaid alanında uygulamıştır. Sigorta ve faiz meselelerinde de buna benzer bazı görüşleri vardır. Bunlar da İslam fıkhının arzileştirilmesinden başka bir şey değildir. Mekasıd anlayışını talak meselesine uygulamıştır. Daha önce fakihler sarahaten talakın geçerli olduğunu kinayelerde ise niyete bakılacağını söylerler. İkisi arasında ayırım yaparlar. Muhammed Abduh ise ister sarih isterse kinaye olsun boşamalarda niyetin geçerli olduğunu ve ayrıca boşama sırasında şahit veya mezun´u şer´i ( yargıç veya benzeri) bulundurulması gereğinden sözeder.
……… Cemaleddin Afgani ile Muhammed Abduh´un birçok noktada kaderleri benzeşmiştir. Taraftarları onları çığır açan bir müceddit olarak nitelendirirken hasımları da din kaçkını ve zındık ve dinden çıkmış olmakla suçlamışlardır. Son yıllarında hem Hidiv´le hem de ulema ile bu yüzden arası açılan Muhammed Abduh inzivaya çekilmiş ve gamından kederinden kısa bir süre içinde vefat etmiştir. Ezher´in Maliki ulemasından, eski tüfeklerden ve kadimci muhafızlardan Şeyh Muhammed Aliş gibiler yenilikçilerin ve ceditçilerin canına okumakta ve onları zındıklıkla itham etmektedirler. Merhum Şeyhülislm Mustafa Sabri ve akabinde Ahmet Davudoğlu Türkiye´de bu akımın devamı olmuşlardır.”
*Hadisler üzerinde şüphe iras etmek isteyen ve hadisleri Kur’an bahane gösterilerek kaynak kabul etmeyenler;Fazlurrahman,Mısırlı Mirza Bakır,Tevfik Sıdkı,Mısır müftüsü Muhammed Abduh dahi bu rüzgardan etkilenmiş,ittifak edilenlerin kabul edilerek,çoğunun reddini savunur.Ebu Reye sahih hadislerin azlığından bahseder.En çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre olup,tüm şüpheler onun üzerine çekilir.O dışarıya atılmaya çalışılarak,hadislerin büyük bir bölümü inkar edilmiş olur.
Hadislerin inkarındaki en önemli sebeblerin başında,akla aykırılığı,
zamana ters düşme kuruntusu,hadisleri zamana uydurma düşüncesi,dinde reformu savunma,batı dünyasının etkisi,hadisleri gayet sınırlı sayıda tutma,kısa ömre kısa hadisleri yerleştirip,bu kadar ömre bunca hadisin sığdırılamıyacağını düşünme,rasulullahı kendi zamanıyla sınırlayıp,diğer zamanlarda delil ve kaynak alınamıyacağı,tek kaynağın Kur’an olacağı,böylece kendileride onu çok rahatlıkla yorumlayarak istedikleri yorumu yapmanın önünü açmaya çalışmakta,her şeyi maddi ölçüler ve kalıblarla muvazene etme düşünceleridir.
-“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la berâberliği fazla olanlardan Hz. Câbir (radıyallahu anh)’in de tek bir hadîs için Mısır’a kadar gitmesi meşhurdur. Sâd İbnu’l-Müseyyib gibi Tâbiînden olan büyüklerin de tek bir hadîs için günler geceler boyu devam eden meşakkatli seyahatler yaptıkları, bir hadîs dinleme fırsatı elde edebilmek için hadîs bilen büyüklere “hizmetçilik” ettikleri rivâyetler arasında mevcuttur.
Selef âlimlerinin, sâdece “tek bir hadîs” değil, yerine göre bir “kelime” ve hattâ tek bir “harf” için bile meşakkatli seyahatleri göze aldıkları bilinmektedir. Sünnet’e hizmet aşkıyla yola düşen öyle âlimlerimiz olmuştur ki uzun yıllar gurbette kalmış, Mâverâünnehr, Bahreyn, Mısır, Remle, Tarsus, Hicaz, Yemen gibi ilim merkezlerini yaya dolaşmış, aç kalmış, susuz kalmış, üzerindeki elbiselerini satacak kadar maddî sıkıntılar çekmiş, eşkiyalarca yağmalanmış… ama şevkinden bir şey kaybetmemiştir. İslâm medeniyetinin mimarları Sünnet’e bu nazarla baktılar. “
*Yaşar Nuri Öztürk’ün Yorumu:
Maide suresinin 38. ayetinde geçen “Elin Kat’ı” deyimini tefsir etmek için Yusuf suresinin 31 ve 50. ayetlerini tercih ediyor Yaşar Nuri Öztürk. Ve bu ayetlere dayanarak şöyle diyor: “Maide 38’deki el kesmenin anlamı, hırsızın elinin bir şekilde kanatılıp hırsızlığına tanık olacak biçimde işaretlenmesidir.”
*Tefsir:Allah benim gibi düşünüyor veya ben Allah gibi düşünüyorum!!!
Bazen kendi kendime soruyorum.Böyle bir şeye radyo ve televizyonda devam etsem mi.16 yıldır radyo sohbeti yapmama rağmen,muradı ilahinin ne olduğu konusunda ne kadar isabet edeceğiz?Düşünmek gerek.Allahu A’lem bissevab.
*İbni Mesud bunu ifade etmiştir; “Kur’an kıyamete kadar anlaşıl¬maya devam edecektir.”
Kur’an hakkında anlatılacak olan son değildir.sadece benimki demek de değildir.
*”Bilinen ilk Türkçe Kur’an meali Samanoğulları lideri Mansur bin Nuh’un döneminde yapılmıştır.”
…Türkçe tefsir ve meal geleneği Tanzimatla başlamış ve Farsçadan Türkçeye çeviri ile başlamış ve ilk olarak Elmalı tefsiri 1935-39 yıllarında basılmıştır.
*”İbn Vehhâb, ‘bir kimse Peygamber’e tevessül ederse kâfir olur’, der. Kardeşi Şeyh Süleyman İbn Abdilvehhâb, âlim bir adamdı. Birgün kardeşine sordu: “Erkân-i İslâm kaçtır?” O da, “beştir”, cevabını verdi. O da, “sen bunlara altıncısını ilâve ediyorsun, sana tâbi olmayı din erkânından sayıyorsun”, dedi. Bir diğeri ona “İslâm’ın şartı müslümanları tekfir etmek değildir”, demişti.”
*Bayındır,Aslında Kur’an-ı Kur’an-la yorumladığını söylese de yine de ayrı olarak yorumlamaktadır.Şefaat konusu gibi.
* Bayındır,Kendisi için sorulan;Vehhabi misin?,sorusuna,bu konuda bir çok vehhabi kaynağı eser aldığını ancak okuyamayıp arkadaşının okuduktan sonraki tahlilde görüşlerinin % 10-15 civarında uyduğunu söylemektedir.
*Rasulullahın sevgisi öyle bir sevgidir ki,ihlaslı,samimi olup kesinlikle şirke mecal bırakmaz.Hayatında kendisinin o üstün özelliklerine rağmen Allah denilmemiş,Hz.Aliye denilmiş,ona ilahlık isnadında bulunulmamış.O Hz.İsa gibi de değildir.Ona olan sevgi arttıkça o sevgi kişiyi doğrudan Allaha götürür ve Allah sevgisini arttırır.
*Her şeyin ifrat ve tefriti mezmumdur..her türlü ifrat insanı helakete ve de zarar götürür..aksi maksadıyla tokat yer.
Ancak bir muhabbet varki,Allahın resulü Muhammed Aleyhis selatu vesselama yapılan muhabbetin ifratı da tefrittir.
-Rabbım affetsin-O zat bize yakın ve de bizden olduğu içindir ki,Allaha muhabbetten önce gelir.Onu sevmeyen Allahı da sevmez ve de sevemez…
O ne kadar sevilirse,Allaha olan muhabbet de o nisbette artar.
O’nu seven her şeyi de sever.
Her şey O’na muhabbetten geçer.
İlahi sevgiye hiçbir zaman gölge olmaz.
Bayındır,-n bu noktada Peygamber Efendimizi normal gösterip,diğer insanlarla eşdeğerde değerlendirmesi,değer ölçüsünün değersizliğini gösterir.
*Resulullah (asm.) birgün sahabelerine:
“Ah keşke bana doğru, havuza gelen kardeşlerimi bir görsem de, içlerinde şerbetler olan kaselerle onları karşılasam. Cennet’e girmeden önce, onlara (Kevser) havuzumdan içirsem.”
Bu sözleri üzerine ona denildi ki:
“Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz?”
O şöyle cevap verdi:
“Sizler benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). Benim kardeşlerim de beni görmedikleri halde bana inananlardır. Mutlaka ben Rabbimden sizinle ve beni görmeden iman edenlerle gözlerimi aydınlatmasını istedim”
Bir başka benzer hadis-i şerifte de şöyle buyurur:
“Mutlaka kardeşlerime kavuşmamı arzuladım.” (Bunun üzerine kendisini dinleyenler) şöyle dediler:
“Biz senin kardeşlerin değil miyiz?”
O şöyle cevap verdi:
“Sizler benim ashabım ve kardeşlerimsiniz. Benden sonra da beni görmedikleri halde bana inanan bir topluluk gelecektir”.
Bir zaman geçtikten sonra da şöyle buyurdu:
“Ey Ebû Bekir, senin beni sevdiğini duyduklarından dolayı seni seven bir kavmi sevmek istemez misin? Sen de Allah’ın kendilerini sevdiği kimseleri sev.” buyurdu.
*Rasulullah kâinatın ön-sözü ve son sözüdür.Söz onunla başlar ve onunla biter.Onsuz söz başlamaz ve de bitmez.Söz onunladır ve ondadır.Söz odur..söz ondadır..ses onunladır…
*Bayındır ve diğerleri Hakkındaki tenkidler:
*İnsanın cennetten çıkarılışındaki cennetin dünya bahçesinin olduğu yorumu,tekellüflü bir yorumdur.Zira Âyette ‘İniniz’ifadesi yüksek bir yerden inmeyi ifade etmektedir.Dünya kelimesinin de aşağı ve alçak anlamına olması,cennetin bu dünya olmadığını göstermektedir.
Birde kıyamet vakti bu yer başka bir yere tebdil edilirken,cennet burada nasıl kurulacaktır.Ve de cennetin el’an mevcut olması onun bu dünyada olmadığının da bir göstergesidir.Cennet imtihan yeri değildir,dünya ise bir imtihan yeridir.
Eğer dünya olmuş olsaydı,Şeytanın onları cennetten çıkarma uyarısı neden gerekli olmuş olsun ki,zaten dünyadalar!
*”Sayın Öztürk’ün hocam diye takdim ettiği Sayın profesör Hüseyin Atay: Ceviz Kabuğu programında ve Sayın Öztürk’ün yanında; “Akıl Kur’an’dan üstündür” iddiasında bulunurken birisi çıkıp da: Allah, (c.c.) Tevbe sûre’sinin 28. ayetinde: “ Ey iman edenler! Müşrikler ( Allah’a ortak koşanlar) necistir (pistir.) Bu yüzden bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar…” buyurmaktadır. Nasıl oluyor da, bu müşriklerin kafirlerin, canilerin, teröristlerin, zanilerin, ateistlerin uyuşturucu tutkunlarının akılları Kur’an’dan üstün oluyor? demediler. Kaldı ki; Kur’an kelamullah’tır, Allah kelamıdır, Allah’ın sözüdür. Kadimdir, ezelidir, ebedidir, hiçbir akıl ondan üstün olamaz.
………..Zaten bunların dışında Edip Yüksel gibi: Hz. Peygamber (s.a.s.) kitab’ı getirmiş görevi bitmiş diyorlar. Hatta Tv Kanal 6 da Ceviz Kabuğu programına; telefonla iştirak eden bir konuşmacı sayın Öztürk’e hitaben: “ Ne diyorsunuz! Resulullah’ı bir müvezzi’ye (postacıya)mı benzetiyorsunuz?” demişti de sayın Öztürk de: “ Ne diyorsun Kur’an’a müvezzi (postacı)olmak az bir şeymi?” demişti. Aynı konuşmaya Metin Yüksel de Amerika’dan telefonla iştirak etmiş: “hocam artık reformu başlatalım.” demiş sayın Öztürk ise, tebessümlü bir sukutla cevap vermişti…”KUR’AN’DAKİ ASIL İSLÂM BU-YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’e CEVAP-1-M.Avni (Avnullah) ÖZMANSUR)
(…Y.Nuri Öztürk ve Süleyman Ateş-in reenkarnasyona inandıkları ve bunun yanlışlığı eserde anlatılır.(Kur’andaki İslam-Y.N.Öztürk- adlı eserYazar Süleyman ateş için:” ayetlerde yanlış ve sapık yorumları çoktur..”der.(age)
*”Hayrettin Karaman Kanal 7’de, Sayın Ahmet Hakan ile yaptığı bir programda; izleyicilerden biri telefonla –“Hocam insanlar cinlerle ilişki kurabilir mi? diye sormuş, hoca efendi de, “Hayır katiyen böyle bir şey olamaz. Ne Kur’ân-da, ne de hadiste böyle bir şey yoktur.” demişti.
Birkaç gün sonra Sayın Karaman hoca efendiye telefonla ulaştığımda, “bu verilen cevabın doğru olmadığını söyleyerek ilgili ayetleri bildirdiğimde; biz onu öyle anlamıyoruz, bazı müfessirler de öyle anlamamışlardır.” demişti.
Tabi Kur’an ve hadisi şerifler söz konusu olunca: Var olana yok demek, yahut yok olana var demek, büyük sorumluluk yükleyeceğinden, çok sevdiğimiz hoca efendinin bu görüşünün doğru olmadığını izah etmek durumunda kaldık. Çünkü bu görüşün yanlışlığı o kadar bariz ve açık ki, bunun inkârı mümkün değil. Önce ayetleri görelim:”Diyerek Avnullah Özmansur-KUR’AN’DAKİ ASIL İSLÂM BU!- İKİNCİ KİTAP ve aynı kitapta şu isimlerin yanlışlarına da cevaplar verilmektedir.
Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK-prof. Hüseyin ATAY-prof. Süleyman ATEŞ-Edip YÜKSEL-prof. Zekeriya BEYAZ-prof. Hüseyin HATEMİ-Kezban HATEMİ-prof. Hayrettin KARAMAN-İskender EVRENESOĞLU-prof. Bayraktar BAYRAKLI vb.’lere Cevap …
*Problemli ilahiyatçılar,ilahiyatın problemleridirler.Mesela:
1-Abdestsiz Kur’anın ele alınır,ifadesindeki tutarsızlık.Sebeb olarak insanların faydalanmasının gerekçe olarak gösterilmesi.Almasın diyen;ta ki gitsin abdest almış olsun,böylece nur üstüne nur olsun.
2-Kadınların cumaya gitmesi veya kıldırması.
3-Faiz konusu,yüzdesi az olanlarda cevaz verilmesi.
4-Telfik.
4-Dar-ı harb.Delil olarak Rasulullahın darı İslam olmayan Kubada Cuma namazını kıldırması.
MEHMET ÖZÇELİK
www.tesbitler.com