GÖR GEL – DÖN GEL
GÖR GEL – DÖN GEL
Peygamberimiz; “Benim dünya ile ilgim, bir ağaç altında dinlendikten sonra, yoluna devam eden yolcu gibidir.” der.
Ve; “Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol.” buyurur.
Biz ise yolcu olarak yola çıktık,
Yoldan çıktık.
Yolculuğumuzu unuttuk.
Bediüzzaman ise;” İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Malikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor.”
Bu hayatı sürekli zannedip, gitmeyeceğimizi düşündük.
*************
Enes (r.a.) anlatıyor:
“Resûlullâh Medîne’ye teşrîf buyurduklarında, (üvey babam) Ebû Talha elimden tutarak beni Allâh Resûlü’ne götürdü ve:
«–Yâ Resûlallâh! Enes akıllı bir çocuktur, size hizmet etsin!» dedi. Böylece Resûlullâh’ın hizmetçisi oldum. Hazarda ve seferde (on sene) hizmetini gördüm. Vallâhi işlediğim bir kusurdan dolayı: «Niçin böyle yaptın?» veya yerine getirmediğim bir vazîfeden ötürü: «Bunu niçin yapmadın?» dememiştir.”(Müslim, Fedâil, 52)
Enes (r.a.) diyor ki:
“…Resûlullâh bir gün beni bir yere göndermek istedi. Ben: «Vallâhi gitmem.» dedim. Hâlbuki içimden gitmeye karar vermiştim. Çünkü emri veren Allâh’ın Nebîsi idi. Yola çıktım, sokakta oynayan çocukların yanlarına vardım (ve orada oyalandım). Derken Allâh Resûlü arkamdan gelerek ensemden tuttu. Dönüp baktığımda gülümsüyordu.
«–Enescik! Söylediğim yere gittin mi?» diye sordu.
«–Hemen gidiyorum yâ Resûlallâh!» dedim.” (Müslim, Fedâil, 54)
Bir başka hâtırasını da şöyle anlatır:
“Bir gün, Resûlullâh’ın hizmetini gördükten sonra: «Peygamberimiz kaylûle uykusundadır.» diyerek çocukların yanına gittim. Ben onların oyununu seyrederken Resûlullâh geldi. Oyun oynayan çocuklara selâm verdi. Ardından beni çağırdı ve bir yere gönderdi. Ben de gittim. Hz. Peygamber, ben dönünceye kadar bir gölgede oturdu. Annemin yanına dönmekte gecikmiştim. Yanına vardığımda annem:
«−Niye geciktin?» diye sordu. Ben:
«−Allâh Resûlü beni bir iş için göndermişti.» dedim. Annem:
«−O iş neydi?» diye sordu. Bunun üzerine ben:
«−Resûlullâh’ın sırrıdır?» dedim. Annem:
«−Öyleyse Resûlullâh’ın sırrını muhâfaza et!» dedi. Bu hadîsi rivâyet eden Sâbit der ki:
“−Enes bana: «Eğer o sırrı birisine söyleyecek olsaydım sana söylerdim ey Sâbit!» dedi.”
Bizlerde Enes gibi yaptık.
Buraya niçin geldiğimizi, daha doğrusu neden gönderildiğimizi unuttuk.
Akşam oldu, gün bitti, günler geçti.
Bir çok defalar uyandırılmamıza rağmen, uyumaya devam ettik.
Kendimize geldiğimizde, uyandırıldığımızda ise, vakit çoktan geçmişti.
Geriye ise sadece koca bir KEŞKE kaldı.
Bizlerde bu dünya imtihanına Ruhlar aleminden, ana karnından, çocukluk devresinden sonra akıllı ve sorumluluk devresine geçtiğimizde görevimizi unuttuk.
Arif Nihat Asya’nın dediği gibi; Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın ?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!”
Bizler oyunda ve oynaşta olduk. Bir de baktık saçlar ağarmış ve dökülmüş. Beller bükülmüş.. Âhirete yakınlaşmış. Aman Yaman derken, kendimizi toparlayalım, kendimize gelelim diye çabalarken ecel geldi, süre doldu.
Mukadder ve gizli olduğu için bilemedik ve ölümü kendimize yakıştırmadık. Keşke-lerle sürecek olan bir kabir hayatına ve Keşke Keşke-lerle bir inleme içerisine girmiş olduk.
Bize de kısa süreliğine gidin gelin. Varın dönün denildi. Biz de burada ebedi kalacakmış gibi aldandık. Aldanmakla kalmadık aynı zamanda aldattık.
Gün batmıştı. Erkenden çıkmıştık. Sorumluluğumuzu yerine getirmek için gelmiştik. Sınava girmek, en azından iyi bir not almak için gelmiş ve donanımlarla donatılmış duygular sahibi idik ancak biz o duygularımızı ve o sermayemizi bitirmiş ve gün batarken bir Keşke ile iflas içerisinde geri dönüş yoluna girmiştik.
Bu dünyada yapılan en büyük yatırım, duygulara yapılan yatırımdır.
Zira bizler bu aleme; Ekmeye ve Ekilmeye geldik.
Amel cihetiyle ekmeye, duygular cihetiyle de ekilmeye geldik.
”Ölüm gelir bulur bizi/ İçimizden birimizi.
Acıtarak içimizi/ Ölüm gelir bulur bizi”
Bizlere; Git de gel, Dön gel, Dön de gel.
Durma gel.
İster istemez gel.
Ne olursan ol, yine gel.
Durma gel. Dön de gel, denildi.
Bizler geldik ancak dönmeyi bilmedik, bilemedik.
*************
Kuss bin Sâide, İyâd kabîlesinin reisi olup Îsâ -aleyhisselâm-’ın dîninde, muvahhid ve şâir bir insandı. Onun, Ukâz Panayırı’nda, aralarında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de bulunduğu bir cemaate yaptığı ve bi’set-i Nebî’den bahseden şu meşhur hitâbesi pek ibretli ve hikmetlidir:
“Ey insanlar!
Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız!
Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, anaların babaların yerini tutar. Sonra hepsi mahvolur gider. Vukuâtın ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini tâkib eder.
Dikkat edin, söylediklerime kulak verin! Gökten haber var; yerde ibret alacak şeyler var! Yeryüzü serilmiş bir döşek, gökyüzü yüksek bir tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acabâ vardıkları yerden memnûn oldukları için mi orada kalıyorlar; yoksa alıkonulup da uykuya mı dalıyorlar…
Yemin ederim, Allâh’ın indinde bir dîn var ki, şimdi bulunduğunuz dînden daha sevgilidir.
Ve Allâh’ın gelecek bir Peygamber’i var ki, gelmesi pek yakındır. O’nun gölgesi başınızın üzerine düştü. Ne mutlu o kimseye ki, O’na îmân edip de, O dahî ona hidâyet eyleye! Vay o bedbahta ki, O’na isyân ve muhâlefet eyleye!
Yazıklar olsun ömürlerini gaflet içinde geçiren ümmetlere!”
MEHMET ÖZÇELİK
06-05-2020