HAYATIN NERESİNDEYİZ? HAYATTAMIYIZ?
HAYATIN NERESİNDEYİZ? HAYATTAMIYIZ?
RUHUMUZ
İster müslim ister gayri-müslim, ister ferden ferda ister toplu, ister cemaat, dernek vesaire olsun, insanlar kendi dünyalarına baksınlar, ne ile mesguller?
Dünyaları dünyayla mı, ukbaylamı, Rabbiylemi, yoksa gündelik, ceviz kabuğunu doldurmayan, basit şeylerle mi meşgul edilmektedir.
Birde buna bir ömrü düşünün!
Ne kadarı işe yaramaktadır.
************
“Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi. “[1]
Ne büyük bir hakikattirki, insan yoktan var oluyor ve o vardan nice varlar var oluyor ve o varlar kendi varlığından ve de varlıkların ve varlık sahibinin varlığından haberdar oluyor.
-“ Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.”[2]
-Ve nefaḣtu fîhi min rûhî – Ruhumdan ona üfledim.
Ve nefahtu… Ben Üfledim-hayat verdim-Canlandırdım.Var edip varlığımdan ve varlığından haberdar ettim. Varlıklarla iletişimini sağladım. Varlıkları onun varlığından haberdar ettim.
Bir üfürükle insan oldu.
O üfürüğün ya sahibi?
O üfürük hiç yok olur mu?
Ebediyetten geri kalır mı?
-Min ruhi. Ruhumdan.
Minallah.. Taraf-ı ilahiden.. İlahi canibten…
-Heme ost değil, Heme ezost.
Herşey O değil ancak herşey O’ndandır.
O’nun ruhu hayatın kaynağı.
Herşeyin esası.
O’nunla beraber devam edecek olan, O’nun ruhuna nisbi ve sübuti olarak sahip olan insan.
Kendi ruhumuzla vahidi kıyasi, ölçü birimi olarak anlamaya çalışacağımız ezeli ve ebedi ruh sahibini anlamaya çalışan bir insan ruhu.
Ruhum sana hayran, sana kurbandır efendim.
Bir ruh değil, bütün ruhlar sana fedadır efendim.
Hayatını devam ettiren ve ettireceğine ruhlar aleminde söz veren ulvi ruhlar ile, bu emaneti yüklenip ancak taşımaktan aciz kalıp pörsüyerek sönen süfli ruhlar.
Geldiği yere dönen ve dönebilenlerle, dönemeyip yolda kalan, dökülüp sönen ruhlar.
-” Misafir ve Devesi:
Bir kimse devesine binerek bir zata misafir gitse, gittiği yerde kendisi karşılanıp eve dâvet edilir, devesi ise ahıra alınır. Deve eve giremez. Fakat ahırda -sahibinden dolayı- büyük bir ihtimam ve bakım görür.
Deveye yapılan bu bakım ve ihtimam da bir cihette misafire yapılmış demektir ve onun ayrıca teşekkürünü mucip olur.
Bizler de bu dünyaya misafir olarak gelmiş bulunuyoruz. Diğer hayvanat ise bizim devemiz mesabesindedir.
Cenâb-ı Hak, bütün hayvanları bir cihette bizim için bakıp besliyor ve terbiye ediyor. Bu bakım ve terbiyeden dolayı da ayrıca hamd ve şükürde bulunmamız lâzım gelmektedir.” (M. Kırkıncı)
-“ Hayatın Kıymeti ve Gayesi:
Hayatının son dakikalarını yaşadığını bilen bir kimseye, bütün servetini verdiği takdirde ömrünün bir ay daha uzayabileceği söylense, elbette ki hiç tereddüt etmeden bütün servetini verecektir. Demek ki, bir ömür boyu kazanılan servet, bir ay ömre mukabil gelemiyor.
O hâlde, hayatımızın kıymetini bu misâle göre ölçüp, ona göre değerlendireceğiz.
Bir günü dünyalara değen ve göz, kulak, dil, akıl gibi küçük bir cihazı dahi kâinatla değişilmeyen insan hayatı, elbette ki ebedî saadetin kazanılması için verilmiştir. Dünyevî işlerimiz ise, beşeriyet itibariyle ferdî veya içtimaî hayatımızın devamı için yapmamız gereken birtakım faaliyetlerdir. Bu faaliyetler, hayatın gayesi olamaz.
“İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesidir.” hakikatının işaretiyle, insanı elma ağacının başındaki bir elmaya teşbih ettiğimizde, şu hakikat kendini güneş gibi gösterir: Bu meyve sadece kendini beslemek için yaratılmamıştır ve bu meyvenin ağaç ötesi bir gayesi olacaktır.
Aynı şekilde, kâinat ağacının başında duran insanın da kâinat ötesi bir gayesi olacaktır. Böyle bir insanın yaratılışının gayesi, İman-ı billâh, Mârifetullah, Muhabbetullah ve Cenâb-ı Hakk’a kulluk etmek gibi ulvî maksatlardan başka ne ile izah edilebilir?” (M. Kırkıncı)
MEHMET ÖZÇELİK
25-04-2019
[1] Nahl. 78.
[2] Hicr.28,29.