CANSIZLAR VE HALLERİ
CANSIZLAR VE HALLERİ
Varlıklar genel olarak cansız ve canlılar veya cansızlar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar olarak tasnif edilir.
Anlayışsız insanlara hakaret edilirken; taş kafalı veya odun kafalı diye hakaret edilir.
Oysa taşlar dahil hiçbir varlık manasız, sessiz, önemsiz, anlamaz ve anlaşılmaz değillerdir. Gelin onlara âyet ve hadislerde geçen birkaç misalleriyle bir göz atalım.
Âyetlerde;
“Şüphesiz biz emaneti, göklere yere ve dağlara teklif ettik…”[1] ayeti, Burada her ne kadar emredenin nüfuziyeti, hakimiyeti, yaptırım gücü ve anlatma kudreti söz konusu olsa da, muhatap olan gök ve yerin de insanın mükellefiyeti yüklenmesi gibi onlara da teklif edilmiş ancak onlar böyle ağır bir riski ve tehlikeyi kabul etmeyeceklerini söylemişlerdir.
Hem kendilerine hitap edilmiş ve de hem de kendileri buna bilerek red cevabını vermişlerdir.
-“Göğe ve yere; “İsteyerek veya istemeyerek gelin” demişti; ikisi de; “İsteyerek geldik” diye cevap vermişlerdi.”
Sonra onları, iki günde yedi gök halinde tamamlamış ve her gökte ona ait emri vahyetmişti.[2]
İster istekli olun isteyin, isterseniz isteksiz olup istemez olun, her iki halde de emrimi yerine getirin emrine karşı yer ve gök; isteyerek emri yerine getireceklerini dile getirmişlerdir.
Burada kendi lisanlarıyla hitaptan, kendilerinin kendi lisanlarıyla bir konuşması, anlaması söz konusudur.
–“Gök çatlayınca Rabbini dinlemiş, görevini yaptığı onaylanmış olarak.
Yer (düzeltilip) uzatılınca, İçindekileri atıp boşalınca, Rabbini dinlemiş, görevini yaptığı onaylanmış olarak. (İşte o gün Ahiret hayatı başlar)”[3]
Yer ve göğün kendilerine verilen emri dinleyerek, yerine getirdikleri söz konusudur.
-Nuh Tufanında; “Ey yer, suyunu yut! Ey gök suyunu tut!” denildi. Su çekildi, iş bitti; gemi Cudi’ye oturdu.”[4]
Allahın emriyle vazifesine başlayan gök ve yer, yine Allahın emri ile görevlerini bırakıyorlar.
-Nemrut, İbrahim aleyhisselamı ateşe atınca Allah “Ey Ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol.” demiş o da öyle olmuştu.[5]
İşi yakmak olan ateş, Allahın emriyle o işini bırakıyor. Tam zıddı bir hal alıyor.
Bunlar sadece bir mucize eseri ve basitçe olaylar olarak geçiştirilecek işler değildir.
O varlıkları daha iyi anlamaya, bizlerin de onlara bir çok şeyleri aktarabileceğimize de işaret edilmektedir.
-“Rahmân çocuk edindi” dediler. Gerçekten ortaya, çok çirkin bir şey attınız. Bundan dolayı nerdeyse gökler çatlayacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecek gibi oldu. Çünkü Rahman’ın çocuğunun olduğunu iddia etmişlerdi...”[6]
Allaha yapılan iftiraya gökler O’nu tanımakla kalmayıp, savunmaya geçmektedirler.
-“Onlara ne gök ağladı ne de yer. Onlara aman da verilmedi.”[7]
Kâfirin küfrünü ve onun tüm kâinata karşı bir tecavüz olduğunu bilen gök, Kâfirin ölmesinden dolayı üzülmemekte, mefhum-u muhalifiyle müminin ölmesinden dolayı üzülüp ağlamaktadır.
“… Taş vardır, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır, çatlar da ondan sular çıkar. Taş vardır, Allah korkusundan aşağıya yuvarlanır.”[8]
“Biz bu Kur’ân-ı bir dağın üzerine indirseydik Allah korkusundan başını eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu örnekleri insanlara veriyoruz; belki düşünürler.”[9]
Gerek Allah-ın Hz. Musa-ya Tur-i Sina-da tecellisinden gerekse de korkusundan dolayı tuz buz olması gayet düşündürücüdür.
“Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular toplandı. Düzenli bir halde idiler. Karınca deresine kadar geldiler. Bir karınca şöyle dedi: “Karıncalar, yuvalarınıza girin! Süleyman ve askerleri sakın sizi ezmesin! Onlar farkına varmazlar.
Süleyman tebessüm edip gülümsedi.
…….Süleyman kuşlar ordusunu teftiş etti. Sonra şöyle dedi: “Ne oldu, neden Hüdhüd’ü göremiyorum. Yoksa kayıplara mı karıştı? Ne olursa olsun ona ağır bir ceza vereceğim, ya da onu keseceğim. Bana apaçık bir kanıt getirirse başka!”
Fazla beklemedi (Hüdhüd çıka geldi). Dedi ki; “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sana Seba’dan doğru bir haber getirdim. Orada hükümdarlık yapan bir kadın gördüm. Her şeyi var, bir de koskoca tahtı. Baktım ki, hem o, hem toplumu, Allah’ı bırakmış güneşe secde ediyorlar. Şeytan, yaptıkları kötülükleri onlara güzel göstermiş, onları yoldan çıkarmış; doğruyu göremiyorlar. Allah’a secde etseler ya! Yerlerin ve göklerin bütün gizlilerini açığa çıkaran, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen odur. Allah… Ondan başka ilah yoktur. O büyük arşın sahibidir.”
Süleyman dedi ki: “Bakacağız, doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının teki misin? Şu mektubumu götür, onlara at. Sonra kenara çekil. Bak bakalım ne diyecekler.”[10]
Karınca Süleyman Peygamberi tanıyor, ordusunun atlarının altında kalarak hayatlarının son bulacaklarını biliyorlar, bunu birbirlerine haber verip, Süleyman Peygamber de bunu duyarak tebessüm ediyor.
Dahası ise, Bunu Allah kendi ezeli ve ebedi kelâmıyla kitabında dile getiriyor.
Hüdhüdle de durum tam bir çekişmeli şekilde aralarında geçiyor.
-“Yedi gök, yer ve bunlarda olan herkes onu tesbih ederler. Hamdi sebebiyle onu tesbih etmeyen varlık yoktur. Ama siz onların tesbihlerini kavrayamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.[11]
Tam bir hakikattır ki, canlı cansız tüm varlıklar kendi lisanlarıyla Allahı tesbih edip anmakta, Allah-ı bilip tanımakta, emrini itirazsız yerine getirmektedirler.
-“Yeryüzü sarsıldıkça sarsılınca, Yeryüzü ağırlıklarını dışarı atınca, İnsan, “ne oluyor?” deyince, İşte o gün yer, bütün haberlerini anlatacak, Senin Rabbinin ona fısıldadıklarını bildirecektir.”[12]
İster deprem isterse kıyamet hallerinde dahi hiçbir şey tesadüfi değil, yerin kendisine verilen emri aynısıyla yerine getirmesidir.
-“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde bozulma olur. Bu, yaptıklarının bir kısmını tatmaları içindir. Belki vazgeçerler.”[13]
Değil dünya tüm kâinat insanla alakadardır.
Hadiste de belirtildiği gibi; Denizin dibindeki balıklar dahi, insanın zulmünden şikayet etmekte, insanların kendi rahatlarını kaçırdıkları şikayetinde bulunmaktadırlar.
-“Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kitabta hiç bir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra onlar Rablerinin huzuruna toplanacaktır.”[14]
“Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık ta kendileri onlara mâlik olmaktadırlar. Onları kendilerine boyun eğdirdik. İşte binekleri onlardandır ve onlardan yiyorlar. Kendileri için onlarda daha birçok faydalar ve içecekler var. Hâlâ şükretmiyorlar mı?”[15]
Varlıkları bizler kendi emrimiz altına almış değiliz. Bizden büyük varlıların bizlere olan hizmetleri, bir emrin neticesidir.
-“Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.”[16]
Allahın bal arısına ilhamı ve fısıldamasıyla beraber, onların bunu anlayıp gereğini yerine getirmekte olduklarını yediğimiz ballarla da görmekteyiz.
*********************
Hadislerde;
Dağın ve taşların Peygamberimize peygamberliğinden öncesinde de Peygamberin peygamberliğini söyleyip selam vermeleri, bulutların gölgelik yapması, taşların tesbih etmesi, Hicret esnasında Sebir dağının kendi üzerinde Peygamberimizin şehit edilmesinden korkup, üzerinden inmesini istemesi, kuru direğin Peygamberimizin ayrılığından dolayı enin edip ağlaması, kısaca onlarca cansız ve düşüncesiz denilen varlıkların şuurlu olmasa da bilinçli hareketleri ve konuşmaları, duyup yerine getirmeleri gayet düşündürücüdür.
Zaten cennette her şey emri anlar ve yerine getirirler. İşte misaller;
-Peygamberimizin onlarca bereketle yaptığı yemek, su vs, dualarla bereketin oluşması, “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın envâ-ı mu’cizâtından birisi de, ağaçların insanlar gibi emrini dinlemeleri ve yerinden kalkıp yanına geldikleridir ki, şu mu’cize-i şeceriye, mübarek parmaklarından suyun akması gibi, mânen mütevatirdir. 5 Müteaddit suretleri var ve çok tariklerle gelmiştir.”[17]
Acaba, o Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ağaçlar, misallerde göründüğü gibi, onu tanıyıp, risaletini tasdik edip, ona selâm ederek ziyaret edip emirlerini dinleyerek itaat ettiği halde, kendilerine insan diyen bir kısım câmid, akılsız mahlûklar onu tanımazsa, iman etmezse, kuru ağaçtan çok ednâ, odun parçası gibi ehemmiyetsiz, kıymetsiz olarak ateşe lâyık olmaz mı?”. kuru direğin büyük bir cemaat içinde, muvakkaten firak-ı Ahmedîden (a.s.m.) ağlaması,[18]
Cemâdatta taş ve dağ taifesinin mu’cize-i Nebeviyeyi gösterdikleri…
Nitekim, Hâdim-i Nebevî Hazret-i İbni Mes’ud der ki: Biz Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında taam yerken, taamın tesbihlerini işitiyorduk.
Hazret-i Enes (hâdim-i Nebevî) demiş ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında idik. Avucuna küçük taşları aldı; mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Ebu Bekri’s-Sıddık’ın eline koydu; yine tesbih ettiler.[19]
Ebu Zerr-i Gıfârî, tarikinde der ki: Sonra Hazret-i Ömer’in eline koydu; yine tesbih ettiler. Sonra aldı, yere koydu, sustular. Sonra yine aldı, Hazret-i Osman’ın eline koydu; yine tesbihe başladılar. Sonra, Hazret-i Enes ve Ebu Zer diyorlar ki: “Ellerimize koydu, sustular.”
Dağ, taş, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma esselamu aleyke ya rasulallah diyorlardı.
Hazret-i Ali’nin tarikinde diyor ki: Bidâyet-i nübüvvette, nevâhî-i Mekke’de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile beraber gezdiğimizde, ağaç ve taşa rast geldiğimiz vakit esselamu aleyke ya rasulallah diyorlardı.Hazret-i Câbir, tarikinde der ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, taş ve ağaca rast geldiği vakit, ona secde ediyordular. Yani, inkıyad edip esselamu aleyke ya rasulallah diyordular.[20]
Bu gibi misaller Bediüzzamanın 19.Mektup adlı eserinde çokça zikredilmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
31-12-2016
[1] Ahzab 72.
[2] Fussilet 41/9–12.
[3] İnşikak 84/1–5.
[4] Hud 11/44.
[5] Enbiya 21/69-71.
[6] Meryem 19/88–91.
[7] Duhan 44/29.
[8] Bakara 2/74.
[9] Haşr 59/21.
[10] Neml 27/17–32.
[11] İsra 17/44,bak. Nur 24/41,Rad.15.
[12] Zilzâl 99/1–5.
[13] Rum 30/41.
[14] En’âm / 38.
[15] Yâsîn / 71 -73.
[16] Nahl / 68.
[17] On Dokuzuncu Mektup.183) /Dokuzuncu İşaret.
[18] Age.189.
[19] Age.194.
[20] Age.195.