DİNE EKİLEN AYRIK OTLARI
DİNE EKİLEN AYRIK OTLARI
*Hayatımızdan ayrık otlarını çıkarmalı,atmalı ve sökmeliyiz.Başka türlü kurtuluşumuz mümkün değildir.Zira şerrin def’i,hayrın celbinden evlâdır.
Menfiliklerin tahribatı ve açtıkları yaralar,hayırların tamirinden daha büyük yaralar açmaktadır.
Bu yazı ve araştırma aynı zamanda Din kültürü öğretmenlerinin, ilâhiyatçıların, hocaların durumu hakkında bir öz eleştiridir.
Önceleri olsun diyorduk,olsun da çamurdan olsun!oldular.Şimdi kaliteli olsun ama ne kadar kalite var?Ne kadar yeterlilik var?
Belki de bütün var olanlarla beraber,ne kadar istikamet var?Yaşayış var?Hayata yansıma ve yansıtma bulunmaktadır?
Bu milletin başı koparılmış,çok yapmacık başların türemesine de kapı açılmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşunda ilk devre dışı bırakılanlar ve korkulup tehdit edilenler din alimleri olmuştur.
Dini temsil edenler ve dini kaynaklar imha edilmiş,yasaklar konulmuştur.
Din sağlıklı kaynaklardan ve yeterli olarak öğrenilmemiştir.
Bununla da yetinilmemiş din sürekli öcü olarak gösterilmiş ve alay konusu yapılmıştır.
Din imha edilmeye çalışılmıştır.
*Müftüler resmi işlerle uğraşır,vaizler kalblerine ne doğduysa onu söyler,imamlar da görüntüye göre hareket eder,mevcutla yetinir.
Vukuat-müftüler,Tuluat-vaizler,Zuhurat-imamların tarzıdır.
Oysa bunlar kendilerini sürekli yetiştirmeye yönelik ne kadar ferdi ve kurumsal bir çaba harcamaktadır?
Oysa başta İmamlar ve Din dersi öğretmenleri Devlet tarafından göreve başlamasıyla birlikte;başta Kutsal mekanları (Kudüs gibi) ve Mekke-Medineyi ziyaret etmeleri sağlanmalıdır.
Sürekli tedrisat içerisinde gelişmiş bir medrese tahsili içerisinde ve cemaatını yetiştiren bir kurum olmalıdır.
*İfrat hareket edenler hiçbir zaman vasat hareket edemezler.
Eski mücahitler mütait oldular,sözünde anlatıldığı gibi,dini temsil edenler ne kadar dinle haşir neşir oldular?
Mesela,çoktan beridir tanıdığım mücahit bir hoca,ifrat hareketiyle hep öne çıktı.Dünyanın makam ve mevkiini elde etti.Sonrada süs eşyası olan heykel satmaya başladı.
Bir öğretmen arkadaş kendisine bunun caiz ve uygun olup olmadığını sorduğunda ise,onu bağnazlıkla itham ederek,tersleme yolunu seçti.
Çok iyi bilmekteyim ki,daha önceden birisini bu durumda görseydi,mutlaka onu tekfir eder,affedilemeyeceğini söylerdi.
Kader kendisinin ifrat hareketinden dolayı aksi maksatla tokat yiyerek,ifrattan tefrite düşmüş oldu.
Aynı hal ya ifrat veya tefrit olarak devam etmektedir.
Mesele vasatın ve istikametin elde edilmesidir.
Biz hocalar İslâmiyeti ne kadar temsil etmekteyiz?
İlk halimiz ile sonraki hallerimiz arasında ne kadar bir değişim olmaktadır.
Özellikle gündemde olan hocaların tutarsızlıklarını araştırmak üzere işe başladığımda,o kişilerin önceden eserlerini inceleyerek tenkitde bulunmayı düşünürken, maal-memnuniye bu alanda epey bir girişim ve araştırmalar yapılmış olduğunu gördüm.
Bu alanda yapılan tenkidleri mukayese edip,hülasalandırmaya çalıştım.
M.Avni (Avnullah) ÖZMANSUR’un kendi sitesinde kitaplaştırdığı – Kur’an’daki Asıl İslâm Bu-kitaplarıyla bu kimseleri şöyle sıralıyordu;
Prof. Yaşar Nuri Öztürk,Prof. Hüseyin Atay,Prof. Süleyman Ateş,Edip Yüksel,Prof. Zekeriya Beyaz,Prof. Hüseyin Hatemi,Kezban Hatemi,Prof. Hayrettin Karaman,İskender Evrenesoğlu,Prof. Bayraktar Bayraklı, Abdülaziz Bayındır, Ahmet Hulusi, vb.’lere Cevap-başlığında ele almıştı.
* BAYRAKTAR BAYRAKLI:
Daha önceki konuşma ve genel olarak yazdıklarını okuduğumda gördüğüm o ki,çok cesurane bir şekilde indi ve yoruma yönelik bir İslâmı anlatmaktaydı.
Onun tefsiri konusunda yapılan bir araştırmada;
Talha Hakan ALP,- Bayraktar Bayraklı’nın “Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri” Adlı Eseri Üzerine-yaptığı incelemede,şu tesbitleri yapıyordu;
”Bayraklı’nın tefsirinin bir nüshasını temin ederek eseri incelemeye başladık. Bir grup arkadaş bir yandan tefsiri inceliyor, bir yandan da göze çarpan sorunlu hususları not alıyorduk. İnceledikçe Bayraktar beyin lüzumsuz ve mesnetsiz yorumlarından bezginlik geldi. Sonuçta, bir kelime üzerine fındık kabuğunu doldurmayan ve çoğu tutarsız yığınla laf u güzafla boşa vakit harcamak yerine, modern dönem tefsir yazarları için adeta karın ağrısı haline gelmiş bazı konuları esas alarak tefsiri değerlendirmeyi daha doğru bulduk. Bunun üzerine yazarın, münhasıran nesh, recm, mucize ve nüzul-i İsa gibi konuların irtibatlı olduğu ayetler hakkındaki görüş ve yorumlarına yoğunlaşmaya karar verdik.”
“Bayraktar beyin tefsirini incelediğimizde onun tefsirinin kavramsal anlamıyla bir “tefsir” olmadığını, belki Bayraktar beyin “ayetler hakkındaki şahsî yorumları” olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.”
“Yorum adı altında kuru spekülasyonlarla ayetlerin çarpıtılması vakıasına pek sık rastlanır.”
“Sözgelimi yazar, Hz. İsa’nın göğe kaldırılmasıyla ilgili ayetleri açıklarken nüzûl-i İsa konusunda vârid olan onlarca sahih hadisin bir çırpıda uydurma olduğunu söyleyebilmiştir. (c. 4, s. 135-139)”
“Hakikat şu ki, Bayraklı, hadis ve âsâr birikimden şükran duygularıyla faydalanıp makul izahlarda bulunmak yerine “orijinal düşünceler” uğruna ayetleri çarpıtmıştır.”
Kulağı tersinden göstermeye çalışan,etrafta dolaşarak manayı örten ve bozan bir tanımına örnek olarak yapılan tesbitte;
” Sözgelimi içinde “talak” lafzı geçen bir ayeti tefsir ederken bu kelimenin Kur’an’da boşamak, öne atılmak, yola koyulmak, gitmek veya kekeleşmek manalarında kullanıldığını söyleyen Bayraklı, bakın bütün bu manaları boşama ayetine nasıl uygulamaktadır: “Bütün bu manaları “talak/boşama” konusuna bağlayarak şöyle izah edebiliriz: Eşlerden biri, özellikle erkek ‘öne atılarak’ nikah bağını çözmeye çalışmakta ve bu uğurda yapılacakları yapmak için ‘yola çıkmakta’ ve böylece ‘aile bağını’ hukuka ‘dolamaktadır’. ‘Dilin dolaşması’ gibi karı-koca arasındaki iletişimin de dolaşması, yani kopması söz konusu olduğu için boşama yoluna gidilmektedir. Dili kekemeleşen Hz. Musa’nın göğsünün daralması gibi, karı-koca arasında da iletişimin bozulması, göğüslerinin daralmasına sebep olmakta ve buna bir çıkış yolu bulmaya çalışmaktadırlar. Onun için yapılacak bu işe talak adı verilmiştir. (c.3, s.141)”tanımıyla anlatılmaya çalışılan talak,adeta tamamen anlamsızlaşmış,hiçbir hukuki mana ifade etmemektedir.
*Bayraklının kaynak eksikliği ile ilgili tesbitte:” Bayraktar beyin tefsirinin önemli bir eksikliği kaynak fakiri olmasıdır. Tefsirin ne klasik ne de modern zengin bir bibliyografyası olmadığını her okuyucu fark eder. Klasik kaynaklar içinde müellif ağırlıklı olarak Beyzavî, Nesefî, Hâzin ve Fahrurrazî’den yararlanmıştır. Yazarın Fahrurrâzî’den istifadesi ağırlıklı olarak Mutezile’nin ayetlere getirdiği aykırı yorumları tespit edip bunları, kendisine ait orijinal birer yorum gibi sunmak içindir.”
Aslında kendisi de kendisini tarif etmektedir:” “Söylenmişi tekrarlamamak ve bu zamana kadar yapılanları taklit etmemek suretiyle orijinal yorumlar yapma gayretinde olduk. Çünkü orijinal şeyler üretmek, Kur’an tefsirinde bizim sevdamız ve tutkumuzdur.” (c. 1, s. 63)” sonucuna varıyor.
Savunulan şeylerde öne çıkan Kur’an-ı zamana göre izahtan öte,yoruma yönelik açıklamaktır.Farklılıkta bir fark aranmaktadır.
Bayraklı şu görüşleri savunuyor:
“Başı açık namazın olmayacağını söyleyen kitap yok. Yasaklayabilecek otorite de yok. Kadın camiye gider, namazı başı açık kılar. Engelleyemeyiz”.
“Namaz cemaatle birlikte nadiren kılınır. Çünkü namaz ferdi bir ibadettir ve herkes ibadetini evinde yapar. Bunda bir problem yok. Bir tek cuma namazı toplu bir namazdır.”
Yanlış çıkışlar genellikle farklı görünmenin,kendi isbata çalışmanın veya dinin ve kuranın görüşünden ziyade kendi görüşü olarak öne çıkmasından kaynaklanmıştır.
Orijinal düşünceler uğruna hükümler tahrif edilmektedir.
“Mezhepler ‘din’ haline getirildi. Kuran-ı Kerim’i egemen kılarsak, mezhepler dökülecek. Kuran’dan bilgiyi alırsak, hataları ortaya çıkacak
“Kur’an’da Yüce ALLAH namazın kazasından bahsetmemektedir. Orucun kazasından bahsetmektedir. Orucun kazasından bahsetmesine rağmen namazın kazası konusunu gündeme getirmektedir. Oruç tutarken, rahatsızlanan veya sefere çıkan, orucunu kazaya bırakabilir. Ama Nisa 101’de sefere çıkanın namazını kılacağını söylemektedir. Ayrıca Nisa 102’de savaş halindeyken de namazın kılınacağını buyurmaktadır. Diğer taraftan Maide 6’da su bulamadığımız takdirde teyemmüm alıp namazımızı kılmamız emredilmektedir. Eğer namazın kazası olsaydı seferilikte, savaşta ve susuzluk hallerinde kazaya bırakmamız uygun görülürdü. Şartlar ne olursa olsun, namaz kılınmalıdır.
Hz. Peygamber kaza namazı kılmamıştır. Kırk yaşında peygamber oldu, 9 yıl sonra namaz farz kılındı. Kılmadığı namazları kaza etmiş midir? Tabiki böyle bir namaz kılmamıştır. O zaman Yüce ALLAH’ın demediğini, peygamberin uygulamadığını nasıl söylüyorlar? Onların böyle fetva vermeleri ibadet eğitimi bakımından çok sakıncalı olmuş, olmaya devam etmektedir. Genç ve orta yaşlılar şöyle düşünüp söylüyorlar: Nasıl olsa namazın kazası oluyor. Elli yaşımızdan sonra kazalarımızı kılarız, şimdi kılmayabiliriz. İşte kaza fikri insanları namaz kılmamaya sevk etmektedir”
Tamamen yorum ve kendi mantığına göre kıyaslama tavrıdır.
“Adetli(hayızlı) kadın namaz kılar.!!!”Onun sözü.
*MUSTAFA İSLÂMOĞLU:İslâmoğlu hakkında hep istifade etmeye çalıştım.Kelimeleri tahlili dikkat çekiciydi.
Tefsir dersinde derse yakışmayacak kaba sözcükler kullanması dersin feyzini götürmekteydi.Argo kelimeler hemen sırıtıyordu.
1980-lerin başında kendisini duymuş.Kayseri’nin mümtaz şahsiyetlerinden Ali Mutlu abimizin o zamanki bazı yanlış çıkışlarını telafi etmek için kendisiyle bazen görüştüğünü söylemişti.
Aslında onun hakkında vaiz olan babasının söylediğini söylemekle baştan kesmek istemediğimden sonda vermeyi düşünüyorum.
Daha önceleri Abdülaziz BAYINDIR,In Tutarsızlıkları ile ilgili bir araştırma yaparken,hakkında araştırma yapmış olan M.Avni (Avnullah) ÖZMANSUR beyi arayarak,bir takdim yazmasını istedim.Bana ilk söylediği söz ise;Ondan daha tehlikeli durumda olan İslâmoğlunun –Hayat kitabı Kur’an-adlı eseri,aslında para vermeni istemem ama bir al tahlil et demişti.
Onun hakkında araştırma yaparken çok tutarsızlıklarının ortaya döküldüğünü gördüm.Ve onlara da cevaplar verilmişti.Ehli sünnet çizgisinde olmadığı yönde sürekli tenkid edilmekteydi.
Bana da sürekli soruluyordu.Mustafa İslâmoğlu nasıl birisidir?
Tefsirlerini görüntülü olarak gerek Hilal tv-de ve gerekse de internetten indirmek suretiyle dinlediğim halde,olumlu cevap veremiyordum.
Burada onun hakkında yapılan tenkidler ise;
*”SORU:Sorum Hz. İsa ile ilgili olacak. O¬nun tekrar geleceğine inanan yakın dost-larıma nasıl anlatayım da veya nasıl cevap ve¬reyim de, biraz da olsa bilgi sahibi olsunlar. Bu ko¬nuda bana birkaç ayet gösteriyorlar, bunlara biraz da olsa cevap verebiliyorum ama Buhari, Müslim gibi zatların hadislerini gös¬ter¬dik¬le¬rin¬de bu hadisler uydurma diye-miyo¬rum ve yorum yapamıyorum. Çünkü hadislerin ger¬çekliğini bilemiyorum. Bana bu konuda yar¬dımcı olabi¬lir misiniz? Ben gelmeyeceğine ina¬nanlardan olduğumu ifade ettiğimde bana iti¬katımdan bahsediyorlar. Sizden değerli cevap¬larınızı bekliyorum. Allah sizden ve Mü¬min¬lerden razı olsun. (02/03/2007)
CEVAP: Aynen ben de öyle yapıyorum. Bu doğru olan. Buhari ve Müslim’deki hadisleri izahın binbir yolu var.
İsa’nın gerçek inancı o¬nu takip edenlere dönecek de diyebiliriz. Fakat bu hadisler haber-i vahid. Zan içerir. Yanlış ve ya¬lana ihtimali vardır. Bu tür haberler akideye konu olmazlar. Bu yeterlidir.
*İslamoğlu kader konusunda “iman bilinci” adlı kitabının 17. sayfasında bakın ne diyor:
“Allah’a, Ahiret gününe, Meleklere, Kita¬ba, Peygamberlere inanmak. Bu beş madde bir fazlasıyla Cibril hadisi diye meşhur olan ha¬diste de yer alır. Sonraki ilmihallere, imanın şartı olarak geçen tartışmalı fazlalık kadere i¬man maddesidir.”
İslamoğlu’nun kendisine sorulan bir soruya web sitesinde verdiği cevâbı aynen aktarıyoruz.
1. “Cennet cehennem yok olacaktır” gö¬rü¬şü benim görüşüm değildir. Bir Kur’an talebesi olarak Kur’an’daki “huld” ve “ebed” kelime¬le¬rini tahlil ettim. Cennet ve Cehennemin ebedili¬ğinin nasıl anlaşıldığını sahabenin olayı nasıl yorumladığını söyledim. Hz. Ebubekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Abdullah b. Mes’ud başta olmak üzere birçok güzide sahabinin bu konudaki gü¬nümüz yaygın kanaatinin aksine olan görüşleri¬ni serdettim. Cehennemin sonsuz olmadığını söylediklerini naklettim. Buna da İbnu’l-Kay-yım el-Cevziyyenin yazdığı Hadi’l-Ervah İla Bi¬ladi’l-Efrah adlı eserini kaynak gösterdim. Bu eser Arapça olarak piyasada var. Her yerde satılıyor. Bakmak isteyen açıp bakar. İbnu’l-Kayyım’ın ilmi yetkinliğinin derecesini siz bil¬mezseniz bilen birine sorabilirsiniz.
Siz yanlış adrese kızıyorsunuz. Hz. Ebube¬kir’e, Hz. Ömer’e, Hz. Abdullah b. Mes’ud’a kız¬manız, onlara hesap sormanız lazım. Onlara hesap sormanız gerekirken bana hesap sorma¬nız adil değildir. Hak değildir. Zulümdür. Allah razı olmaz.
2. Bakara suresinde Cennet ve nar’ın ilk geçtiği yerde bu konudaki farklı görüşleri bir müfessirin ilim namusu gereği zikrettim. Bir önceki kasette/CD’de başkalarının görüşünü naklettim. Bir sonraki derste kendi görüşümü naklettim. O da şuydu: cennet ve cehennemin zamanı gaybi bir konudur. Bu konuda konuş¬mak ğaybı taşlamaktır. Bunu Allah bilir. Bize düşen cehennemden sakınmak cenneti hak et¬mektir.
*EVLÂTLIĞIN MAHREMİYETİ MESELESİ
İslamoğlu Nisâ Sûresinin 23. âyet-i kerî¬mesinde geçen:
﴿ وَرَبَائِبُكُمُ اللَّاتِي فِي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَائِكُمُ اللَّاتِي دَخَلْتُمْ بِهِنَّ ﴾
“Kendileriyle zifafa girdiğiniz eşleriniz¬den olup himâyenizde bulunan üvey kızları-nız(ın nikâhı haram kılınmıştır)..” kavl-i şerîfi¬nin 10 nolu dipnotunda aynen şöyle diyor:
“Kişinin önceki kocasından olma kızının yasak kapsamına girmesi için ‘aynı evde bir a¬rada’ yetişmiş olma şartı öngörülmektedir.
Bu şartın dışında kalanların yasak kapsa¬mına girmediği görüşünü İbn-i Hazm, Ali ve Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)ya nisbet eder.” (Gerekçeli meal-tefsir 1/152)
*Mîrasla İlgili Bir Çarpıtma:
Allâh-u Te‘âlâ’nın mîrasla ilgili:
﴿يُوصِيكُمُ اللّٰهُ فِي أَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ ﴾
“Allah size, çocuklarınız konusunda (şunu) tavsiye eder; erkek iki kadının payına denk alır..” (Nisâ Sûresi:11) kavl-i şerîfini îzah sa¬dedinde İslamoğlu’nun “Gerekçeli meal-tef¬sir”- inde 5 nolu dipnot olarak düştüğü ifâdeleri aynen aktarıyoruz.
“Bu oranın haddi ednâ (en aşağı sınır) mı, haddi â’lâ (en yüksek sınır) mı veya haddi mut¬lak (asla değiştirilemez oran) mı olduğu; 1) mi¬ras oranlarının düzenlenmesinde ilahi mak¬sadın ne olduğuyla; 2) vahyin teşri yönüyle, 3) hük¬mün illete mebni olup olmadığıyla alakalı¬dır.
Miras oranlarında ilahî maksat ilk ayetin de delâlet ettiği gibi adalet ve hukukun tecellisi için kulluk ve insanlık sorumluluğunu yerine getirmedir.
Mirası ellerinde tutan kadınlar değil er¬keklerdir ve ayette onlar sorumlu davranmaya davet edilmektedir. “Kadına az ya da çok mi¬rastan pay verin” diyen 7. Âyet, bu hükmün teşri yönünün azdan çoğa doğru olduğunu gös¬terir. (7.âyetin notuna bkz.) 32.âyetteki iktisâp bizce hükmün illeti olarak okunmalıdır.
O gün¬kü gelir kalemlerinin başında savaş ganimetle¬ri, diyet ve kan bedeli gelir. Bunlar erkekler yo¬lu ile kazanılır. İkiye bir nisabını mü’minlerin annesi Ümmü Seleme de illete mebni bir hüküm olarak okur ve bunu şöyle ifa¬de eder: “Erkek¬ler savaş yapıyorlar fakat kadı¬nlar savaşamı¬yor; sonuçta bize de mirasın an¬cak yarısı düşüyor.”
Bunu bu ayetin inişinden sonra gelen şaş¬kınlıktan da anlıyoruz. Taberî’nin nakline göre biri Resulullah’a gelir ve der ki; “Ya Resulel¬lah, kıza yarım mı verelim? Kız ata bile bine¬mez, savaşamaz.”
Bütün bu veriler ışığında bu oranın haddi mutlak olmadığı, en yüksek sınır değil, en aşağı sınırı oluşturan illete mebni bir oran olduğu sonucuna varılır.
Gerek miras oranlarının illet, hikmet ve maksadını anlamaya yönelik bu yorumumuz ge¬rekse buna benzer meseleye yeni bir açılım ge¬tiren daha başka yorumlarımız, sadece muradı ilahiyi anlama çabamızın bir ürünü olarak an¬laşılmalıdır. İslâm’ı çağa uydurma veya uyar¬lama gibi bir derdimiz yoktur. Böyle bir yakla¬şım sağlıklı da değildir.” (Gerekçeli meal- tef¬sir:1/147)
*Kadının Şahidliği:
İslamoğlu’nun “gerekçeli meal-tefsir”inde Bakara Sûresinin 282. âyet-i kerîmesinde geçen:
﴿ وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ أَنْ تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرَى ﴾
“..Erkeklerinizden iki kişinin şahitli¬ğine başvurun. Eğer iki erkek bulunmazsa, bu durumda doğruluğundan emin olduğu¬nuz kimselerden bir erkekle iki kadını şâhit tu¬tun ki ikisinden biri şaşırır, unutur, yanılır¬sa diğeri ona hatırlatabilsin..” kavl-i şerîfi¬nin 3 nolu dipnotundaki ifâdelerini aynen aktarıyo¬ruz:
“Bu ibare öyle sanıldığı gibi iki kadını bir erkeğe denk saymak değildir. Âyet haksızlığı önleyip adâleti sağlama konusundaki titizlikle alakalıdır.
Bu, kadının ticaret ve ticari anla¬ş¬ma¬lar konusundaki bilgisizliğinden kay¬nak¬la¬na¬bi-le¬cek muhtemel hataları önleyici bir tedbirdir. Zaten tadille ‘unutma, yanılma, şaşırma, hak¬tan sapma’ anlamlarının tümüne birden gelir. Sözgelimi iki kadından biri unutmuşsa, doğal olarak şahit ikiden teke düşecek, sonuçta şahit¬lik yapan iki kadın değil, tek kadın olacaktır. Kuran bire iki oranını şahitlikte nisap olarak belirlemez. Zira Nisa 15 ve Nur 4-8 de zina da¬vasında cinsiyete bakılmaksızın 4 şahit istenir.
Hatta adil yargılamayı sağlamak için bazı durumlarda erkeğin değil, sadece kadının şa¬hitliği kabul edilir. Bunların hiçbirinde de cin¬siyet belirtilmez. Burada da maksat şahitlik ya¬pacak kimsenin cinsiyeti değil, hatta şahitlik bi¬le değil, vadeli borçlanmalarda mağduriyeti önlemektir. Borç vermeyi aşırı teşvik eden vah¬yin verilen borçların tahsili konusunu ihmal et¬mesi düşünülemez.”
Çıplak Ayağa Mesh:
İslamoğlu’nun, abdesti konu edinen Mâi¬de Sûresi:6. âyette yer alan ayakları yıkamakla ilgili ifâdeye düştüğü dipnot şöyle: “Kıraat i¬mamlarından Nâfi, İbn Âmir, Hafs, Kisâî ve Yakub’un okuyuşuna göre ayet ayakların yı¬kanmasını, geri kalanının okuyuşlarına göre a¬yaklara mesh edilmesini emreder. (…) Ehl-i Sünnet okuluna mensup âlimlerin çoğunluğu birincisini, Ehl-i Beyt okulu mensupları ve Ta¬berî gibi bazı sünnî imamlar ikincisini tercih e¬derler.” (Hayat Kitabı Kur’an, s:192)
*Mustafa İslamoğlu’nun Babasının Ali Eren’e Yazdığı Mektup“Muhterem Ali Eren Beyefendi!..
Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler…
Allah, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla…
Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.
“Not: “Muhterem Hocam (Ali Eren)!… Mustafa’nın dâl ve mudılliği, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz… Milyonları ifsat ve idlal etmesin… Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun…”
“Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü” Ali Eren / Yeni Mesaj,21.10.2000
Not: dâl = sapık, mudıl = saptırıcı idlal etmek = saptırmak, yoldan çıkarmak.
Babası oğlunu böyle tarif etmişken artık biz ne diyelim…
Hatalar bir hata olarak basitçe değerlendirilecek cinsten değildir.
*SÜLEYMAN ATEŞ:
Hakkında daha önce yazmıştık.
“İnsanın maymundan türediği doğru değildir. Fakat insanlarla maymunlar müşterek bir kökten türemiş olabilirler. Hatta insanı meydana getirme yolunda evrimleşirken bir türe tabi grup dumura uğrayıp maymun olabilir. Bu bakımdan insanın maymundan değil maymunun insandan türediği de düşünülebilir.
Tanrı sınırlarını tecavüz eden bir toplum için Allah:-Onlara aşağılık maymunlar olunuz dedik.” buyurmuştur. Bu ayet böyle bir duruma uğramaya işaret sayılabildiği gibi, bazı insanların ahlaken bozulup ruhi bir çöküntüye uğradığı da düşünülebilir.
Burada başka bir hayvanın değil de maymunun zikredilmesi ayrıca düşündürücüdür.
İnsanın şu veya hu hayvandan tekamül etmiş olması,onun değerini düşürmez. Çünkü Allah, kainatı tekamül kanununa göre yaratmıştır. Ve bu-tekamülün amacı, insanın meydana gelmesidir.
Demek ki bütün kainat, insanı meydana getirmek için bir tekamül uğraşına girmiştir. Belki de insan, bugünkü hayvanların hiçbirinden değil de doğrudan doğruya çamurdan yaratılan ilkel bir varlıktan evrimleşerek ortaya çıkmıştır. Muhakkak olan nokta, insanın bir evrim geçirdiğidir.”
Nasıl bir mantıksa!Kendi kendisini tekzib etmektedir.Hem maymundan türemediğini söylemekte ve hem de ona bağlamaktadır!
Adi bir şeyden âli bir şey çıkmadığı gibi,âli bir şeyden de adi şey çıkmaz.
* HAYRETTİN KARAMAN:
Hayrettin Karaman’da tenkid edilenler arasında yerini almıştır.Daha önce bir yanlışından dolayı birkaç yazı yazmıştım.
Arabistandan esen vehhabilik,İrandan gelen Şialık maalesef memleketimizi nezleye tutturmaktadır.
Tenkid edilen görüşleri arasında:
“Dinleri teke indirgemek olmamalı.
“Bütün insanların Müslüman olmaları’ dinin, Kur’ân’ın hedefi değildir.” (Polemik Değil Diyalog, s. 41);
“Müslümanların çoğu ‘Peygamberin, bütün din sâliklerini İslâm’a çağırdığına’ inanırlar” (Polemik Değil Diyalog, s. 35);
“Peygamberimiz ‘Yahudiler mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor, ‘Hıristiyaanlar mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor.” (Polemik Değil Diyalog, s. 35);
“Diyaloğun hedefi, tek bir dine varmak, dinleri teke indirgemek olmamalı” (Polemik Değil Diyalog, s. 36);
“Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i Kitab’la ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah’a iman, âhirete iman ve amel-i salihdir. Kur’ân birçok âyette bunu söylüyor; yani ‘Peygambere iman edin’ demiyor.” (Polemik Değil Diyalog, s. 37);
*MUHAMMED KUTUB : “Seyyid Kutub’un kardeşi ve ne yazık ki aynı yolda..”İnhiraf çizgisi” adlı makalesinde özetle : Nihayet İslam Osmanlıların kaydından kurtulup, bağımsızlığını kazanarak, ileri atılmaya başladı.Özellikle bu atılış hicazda vehhabilik, Sudan’a Mehdi’nin yönettiği mehdilik hareketlerinde görülmektedir.(!) Bu iki hareket İslam’ın asıl gücünü ve ilerleme istidadını yeniden kazandıracak nitelikteydi.(!)İslam’daki bu mutlu gelişmeyi gören..(!)”
Birde Ali Şeriatiye İslam alimi ifadesini yakıştırmak ve yapıştırmak,alimliği anlamamaktır.Muteber bir şahsiyet değildir.
Dört büyük halife için yaptığı yakıştırma,seviyesinin denaetine işaret etmektedir.
Düşüncesini abartılı tenkid üzerine otutturmuş,mesnedsiz atmaktadır.”
Türkiye’deki reformistleri kendine bağlamış,daha doğrusu onlar sayesinde gündeme gelmiştir.
Türkiye’deki öğrenilen din,resmi dindir.Dinin emrettiği tarzdaki bir din değildir.
Ancak cemaatların samimi çalışmaları durumu muhafaza altına almaya çalışmakta,bu mânada bir katkıda bulunmaktadır.Bu gelişim gönüllere biraz olsun su serpmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
06-02-2011