Her Zerrenin Şehadeti: İman ve İnsanlık Halleri Üzerine Bir Düşünce

Her Zerrenin Şehadeti: İman ve İnsanlık Halleri Üzerine Bir Düşünce

Evrenin en ücra köşesindeki bir zerreden, galaksilerin muazzam hareketine kadar her varlık, Halık’ının kudretini ve hikmetini fısıldayan bir lisan-ı hal ile konuşur. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ifade ettiği gibi: “Herbir zerre, mebde’-i hareketinde lisan-ı hal ile der: ‘Ben, Allah’ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum.'”
Bu derin hakikat, kâinatın her bir parçasının ilahi bir irade ile hareket ettiğini, tesadüflerin veya kendi başınalığın söz konusu olmadığını bize haykırır. Bu, sadece fiziki âleme dair bir gözlem değil, aynı zamanda insanın varoluşsal serüvenine dair de bir yol haritasıdır.

Bu fani dünya, aldatıcı bir cazibeye sahip olsa da, aslında ebedi bir âlemin levazımatını yetiştiren bir tarladır.
“Şu âlem çendan fânidir, fakat ebedi bir âlemin levazımatını yetiştiriyor. Çendan zâildir, geçicidir; fakat baki meyveler veriyor, baki bir zatın baki esmasının cilvelerini gösteriyor.” Sözler’in bu vecizesi, dünyanın gelip geçici olduğunu, ancak üzerinde yaşanan her anın, atılan her adımın, verilen her kararın sonsuz bir karşılığı olduğunu hatırlatır.

İnsan, bu fani mekânda, baki bir hayatın inşası için imtihan edilmektedir. Bu imtihanın en belirgin tezahürü ise, “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölse ölsün bana ne” ve
“Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim” diyen iki yıkıcı kelimenin yol açtığı sosyal felaketlerdir. Bediüzzaman’ın İşarat-ül İ’caz’da işaret ettiği gibi, toplumdaki ihtilaller, fesatlar ve ahlaki çöküntüler bu bencil ve hedonist yaklaşımlardan neşet eder. Bu, insanlık tarihinin sayfalarında defalarca şahit olduğumuz bir gerçektir. Nice medeniyetler, bencilliğin ve başkalarının ıstırabına kayıtsız kalmanın zehirli meyvelerini tattıktan sonra yıkılmıştır.

İman ve küfür arasındaki fark, sadece soyut bir inanç meselesi değildir; aynı zamanda bir hayat biçimidir.
“Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir. İman yolu ise, suda, havada, ziyada yürümek ve yüzmek gibi pek kolay ve zahmetsizdir.”
Bu benzetme, küfürde dahi bir zahmet ve risk olduğunu, imanın ise bir genişlik, huzur ve kolaylık sunduğunu anlatır. Kâfir, dünyada hasenatının mükafatını görürken, mümin seyyiatının cezasını görür. Bu, dünyanın kafire cennet (yani ahirete nisbeten), mümine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten) denilmesinin hikmetidir. Zira imanın derinliği, ahirete yönelik bir hazırlık ve beklenti ile dolu olduğu için, dünyadaki zorluklar dahi birer arınma ve yükseliş vesilesi haline gelir.

Ne yazık ki, insanlığın çoğunluğu bu ince farkı gözden kaçırır. Dünyevi hayata yirmi üç saatini harcayıp, ebedi hayata bir tek saatini sarf etmeyenlerin durumu, Risale-i Nur’da düşündürücü bir şekilde ele alınır. Bu, nefse zulmetmek ve akla aykırı hareket etmek değil midir?
Oysa, “Ey insan! Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen esfel-i safilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen a’lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.” Bu sözler, insanın potansiyelini ve tercihlerin önemini anlatır.
İnsan, ya şeytanın ve nefsinin esiri olup en aşağı seviyelere düşecek ya da hakikatin ve Kur’an’ın rehberliğinde yükselerek kâinatın en güzel örneği olacaktır.

Müslüman topluluğun ibadetlerindeki birlikteliği de büyük bir sırrı barındırır. Cemaatle kılınan namaz ve sair ibadetlerde her bir fert, kendi ibadetinden kazandığı miktardan çok daha fazla sevabı cemaatten kazanır. Bu, İslam’ın toplumsal boyutunu, yardımlaşmayı ve dayanışmayı teşvik eden ruhunu gösterir. Çünkü iman, bireyselliği aşan, bir topluluğun ortak bilinci ve gücüyle daha da anlam kazanan bir sebeptir.

Son olarak, musibetlerin gelip çattığında sadece zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakacağı uyarısı, sadece bireysel değil, toplumsal sorumluluğu da beraberinde getirir. Toplumdaki fesat ve zulüm, eninde sonunda tüm fertleri etkileyen bir ateş haline gelebilir. Bu nedenle, adalet ve iyilik üzere bir yaşam sürmek, sadece kişisel kurtuluş için değil, aynı zamanda toplumun huzur ve selameti için de elzemdir.

Özet:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan vecizeler ışığında, kâinatın ilahi bir düzene tabi olduğunu ve her zerrenin yaratıcısını ilan ettiğini anlatır.
Fani dünyanın ebedi âlemin bir tarlası olduğu ve insanın burada yaptığı tercihlerin sonsuzluktaki karşılığının önemi üzerinde durulmuştur.
Özellikle bencillik ve hedonizmin toplumsal yıkıma yol açtığı, imanın ise huzur ve kolaylık getirdiği belirtilmiştir.
Makalede, insanın nefis ve şeytanın etkisiyle düşebileceği düşük seviyelerle, hak ve Kur’an’ın rehberliğinde ulaşabileceği yücelikler karşılaştırılmıştır. Cemaatle ibadetin önemi ve musibetlerin yalnızca zalimleri değil, masumları da etkileyebileceği uyarısıyla, bireysel ve toplumsal sorumluluğun altı çizilmiştir.
Tüm bu konular, okuyucuyu hem hikmetli düşüncelere sevk etmekte hem de imanî bir yaşamın gereklilikleri üzerine ibretli neticeler sunmaktadır.

www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesTemmuz 25th, 2025