Şeffaflıkta Kaybolan, Kesafette Tecelli Eden Hakikat

Şeffaflıkta Kaybolan, Kesafette Tecelli Eden Hakikat

Bir hakikat vardır ki gözlerden gizlenmiş ama gönüllere açık bırakılmıştır: Şeffaflık, bazen görünmeyenin perdesidir; kesafet ise görünmeyeni görünür kılan bir aynadır. Hava ve su gibi latif varlıklar, Güneş’in yedi rengini yansıtmazken, toprak gibi kesif bir cevher Rahmân’ın arşı olur; çiçeklerde, yapraklarda, meyvelerde Rabbânî isimlerin nakışlarını rengârenk gösterir. Çünkü toprak, ilâhî tecellîye en mütevazı olan yerdir. Ve insan, yaratılış itibariyle topraktan gelen bu kesifliğin hikmetli temsilcisidir.

Toprağın Hikmeti, İnsanın Sırrı

Toprak, ayak altında ezilir ama her şeyi o büyütür. İnsan da belki kusurlarıyla, zaaflarıyla bir “toprak” gibidir; fakat Rahman’ın isimlerine mazhar olabilecek yegâne varlık da yine insandır. Melekler nurludur, ama toprağın kalbinde yeşeren bir menekşe gibi, insanın kalbinde Rahman’ın sevgisi boy verir.

Su, hava ve ışık yalnızca taşıyıcıdır; ama toprak, dönüştürücüdür. İlâhî rahmet, toprakta şekillenir. Aynı şekilde ruhânî hakikatler, insanda anlam kazanır. Çünkü toprak gibi olan insan; aşkı, sabrı, şükrü, hamdı, secdeyi taşır. Kalbiyle Allah’ın arşı olur; zira arş, sadece gökte değil, secdede boynunu büken kalpte de kurulur.

Kaderin Yaprağı, Hayatın Kitabı

Kur’an, En’am suresinde apaçık bir hakikati haykırır: “O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez.” O hâlde bizler ve işlerimiz, kaderin ince ve titiz terazisinden hariç kalabilir miyiz? Bir yaprak bile zamanını şaşırmadan düşerken, hayatımıza değen her olayın boşlukta savrulan bir tesadüf olduğunu sanmak ne büyük bir yanılgıdır!

Hayatın her ânı, “apaçık bir kitapta” yazılmıştır. Şûrâ Sûresi’nde “göklerin ve yerin anahtarları O’nundur” buyurulur. Ve o kitap, yalnızca sayfalarla değil; kalplerle, kaderle, dualarla okunur. Çünkü O, karanlık denizlerin dibinde bile bir taneyi bilir.

Yakınlığın Sonsuzluğu: Bizden Daha Yakın Olan

Rabbimiz bize, şah damarımızdan daha yakındır. Biz bazen kendimize bile yabancı oluruz; nefsimizi tanımayız, içimizdeki yangını adlandıramayız. Ama O, her hâlimizi bilir. Kalbimize düşen bir sevinç O’ndandır, boğazımıza düğümlenen hüzün de O’nun ilmindedir. Kulun Rabbine en yakın olduğu yer secdedir; çünkü secde, toprağa en çok yaklaştığımız yerdir ve toprak, Rahman’ın yansıma mekânıdır.

İnsanın acziyetinde, Allah’ın kudreti parıldar. Hatırlamadığımız o dokuz ay on günlük rahmetle dolu serüven; ne annenin sancısı ne de bizim hatıramızla anlatılabilir. Ama o karanlık mekânda bile bizi merhametle yoğuran, şekil veren, hayat nefesi üfleyen bir Kudret vardı. Mevlânâ’nın dediği gibi:
“Sen bir damla idin, Rahmet denizine düştün.”
Ve de dönüştürür.

İmâm-ı Rabbânî Mektûbât’ında buyurur ki:
“İnsan, ne zaman kendi hiçliğini idrak ederse, o zaman Rabbini en yakından hisseder.”

Bilen, Gören ve Unutmayan

Beni benden daha iyi bilen bir Rabbim var. Ne kadar unutsam da O unutmaz. Ne kadar yanlış yapsam da, affı ve mağfiretiyle beni sarar. Gördüğümü zannettiğim nice şeyin ardında, O’nun görmesi ve bilmesiyle yazılan kader vardır.

Her gözyaşımın şahitliğini yapan bir Kudret var. Her secdede içimde doğan huzurun sahibidir O. Kalabalıklarda kaybolduğumda bile bana yön veren bir Rehber. Bizi bizden daha iyi gören ve duyan bir Hâlıkımız var.

SONUÇ VE ÖZET:

Toprak gibi kesif olan varlıklar, şeffaflardan daha fazla tecellîye mazhar olur. Bu yüzden insan, melekten daha aşağı bir maddeyle yaratılmış olsa da, Allah’ın isimlerine daha zengin bir ayna olur. Her bir yaprak kaderle düşerken, bizlerin hayatında da hiçbir şey tesadüf değildir. Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. O, bizi bizden iyi bilir, görür, duyar ve unutmaz. Unuttuğumuz geçmişimizi bile rahmetle yazmıştır. Ve kul, ne zaman toprak gibi alçalsa, o zaman Arş’a en yakın hâline gelir. İşte secde bu yüzden en yüksek makamdır. Çünkü secde, insanın toprakla Rahmân’a kavuştuğu andır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 10th, 2025