Din, Medeniyet ve Gelecek: İnsanın İstikbali İslam’dadır

Din, Medeniyet ve Gelecek: İnsanın İstikbali İslam’dadır

“Hem de tarih bize bildiriyor ki: Ehl-i İslâm’ın temeddünü, hakikat-ı İslâmiyet’e ittibâları nisbetindedir. Başkaların temeddünü ise, dinleriyle makûsen mütenasibdir. Hem de hakikat bize bildiriyor ki: Mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyemâ uyanmış, insaniyeti tanımış, müstakbele ve ebede namzed olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşv ü nema verecek ve istimdadgâhı olacak noktayı –yani din-i hak olan dâne-i hakikatı– elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki; herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharri uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraatü’l-istihlal vardır. ”
Münâzarât

Tarih, sadece olmuş bitmiş olayların kaydı değildir. Aynı zamanda milletlerin neyle yükselip neyle düştüğünün açık delillerle yazıldığı bir ibret levhasıdır. Bediüzzaman Said Nursî, bu levhaya dikkatle bakar ve şöyle der:

> “Ehl-i İslâm’ın temeddünü, hakikat-ı İslâmiyet’e ittibâları nisbetindedir.”

Yani Müslümanlar, ne zaman İslam’ın ruhuna, esasına, adaletine, ilmine, ahlâkına sarılmışlarsa; o zaman terakki etmişlerdir. Ne zaman ki dinin şekliyle oyalanıp, ruhundan uzaklaşmışlarsa; geri kalmışlardır.

Buna karşılık Batı medeniyetine baktığımızda ise durum tersinedir:

> “Başkalarının temeddünü, dinleriyle makûsen mütenasiptir.”

Batı dünyasında ilerleme, kilisenin hükmünün zayıfladığı dönemlerde başlamıştır. Çünkü o dinler tahrife uğramış, akılla çatışan biçimlere bürünmüş, ilerlemeye engel olmuştur. Ama İslam, fıtrî bir din olduğu için ilerlemeye engel değil, rehberdir. Bilgiyle, akılla, hikmetle savaşmaz; aksine bunları teşvik eder.

Dinsiz Medeniyet: Kökü Olmayan Bir Ağaç Gibidir

Bugün birçok kişi, “medeniyet ilerledikçe din zayıflar” zannıyla, dini hayatın dışında bir mesele gibi görmektedir. Oysa uyanan, insaniyetini tanıyan, istikbale bakan bir insan; sonsuz arzularıyla baş edebilmek için, mutlaka bir dinî dayanağa muhtaçtır. Çünkü:

> “Uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek bir nokta bulmazsa yaşayamaz.”

İnsan, küçük bir mikroptan korkarken, yıldızlar kadar büyük dertlerle nasıl mücadele edecektir? Ebediyet arzusunu, ölüm korkusunu, adalet beklentisini, merhamet ihtiyacını neyle tatmin edecektir? Bilim ona nasıl yaşanacağını gösterir, ama neden yaşadığını, niçin yaratıldığını ve nereye gittiğini söylemez. Bu soruların cevabı sadece dinî hakikatlerde bulunur.

Din, İnsanın Fıtratıdır; İslam, Geleceğin Dinidir

Bediüzzaman’ın en sarsıcı tespiti şudur:

> “Her uyanmış insanda, din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharri (hakikati arama arzusu) uyanmıştır.”

Yani insan, ister doğuda ister batıda, ister zengin ister fakir olsun; hakikat peşindedir. Doğruyu, güzeli, sonsuzu arar. Ve bu arayış, fıtratın sesidir. Bu fıtrî arayış, eninde sonunda insanı İslamiyet’e götürür. Çünkü İslam, insana:

Yaratanını tanıtır,

Hayatın gayesini açıklar,

Aklı küçümsemez, kalbi ihmal etmez,

Hem dünyayı, hem ahireti imar eder.

Bu yüzden Said Nursî şöyle der:

> “Demek istikbalde nev’-i beşerin din-i fıtrîsi İslamiyet olacağına beraatü’l-istihlal vardır.”

Yani insanlık, aradığı huzuru sonunda İslam’da bulacaktır. Ve bu, sadece bir temenni değil; tarihî, aklî ve fıtrî bir gerçektir.

Sonuç ve Özet:

Bu zamanın en büyük hakikatlerinden biri şudur: İslam, insanlığın hem tarihi kökü hem de gelecekteki sığınağıdır. Müslümanlar, ne zaman Kur’an ve Sünnet’in özüne sarılmışlarsa yükselmişlerdir. Modern insan, gelişmiş gibi görünse de ruhen sarsılmış, metafizik yoksunluk içine düşmüştür. Çünkü insan, din olmadan yaşayamaz. Fıtrat, hakikati arar ve bu hakikat en son ve en selim şekliyle İslamiyet’tedir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 2nd, 2025