Manevî İlaçlar ve Kur’an’ın Eczanesinden Gelen Şifa
Manevî İlaçlar ve Kur’an’ın Eczanesinden Gelen Şifa
“Ulûm-u imaniye, hususan doğrudan doğruya ihtiyaca binaen ve yaralarına devaen Kur’an-ı Hakîm’in esrarından manevî ilaçlar alınsa ve tecrübe edilse; elbette o ulûm-u imaniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddi ihlas ile istimal edenlere yeter, kâfi gelir.”
Mektubat
İnsan yalnız et ve kemikten ibaret değildir. Onun asıl varlığı, ruhu ve kalbidir. Maddî hastalıkların olduğu gibi, kalbî ve ruhî yaralar da vardır. Korku, ümitsizlik, boşluk, kibir, riya, inançsızlık ve gaflet gibi marazlar, insanın iç âlemini tahrip eder. Bu yaralara maddî tedavi yetmez. Bu gibi dertlerin şifası ancak manevî ilaçlarla mümkündür. İşte bu manevî reçetelerin en hakikisi ve en tesirlisi, Kur’ân-ı Hakîm’in esrarından süzülen ulûm-u imaniye, yani imanî ilimlerdir.
Kur’an, bir nurdur; karanlıkları dağıtır. Bir şifadır; kalp ve ruhun yaralarını iyileştirir. Bir rahmettir; sarsılan gönüllere teselli verir. Onun en büyük mucizesi de, her çağda her ihtiyaca cevap vermesidir. Özellikle, zamanın bozduğu kalbî dengeleri yeniden kurmakta, maddîleşen düşünceyi maneviyata yöneltmekte eşsiz bir rehberdir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin ifade ettiği gibi, eğer imanî ilimler doğrudan ihtiyaç hissedilerek ve yaralara derman niyetiyle Kur’an’ın eczanesinden alınırsa, tesiri kesinleşmiş bir ilaç gibi fayda verir. Ancak bu istifadede iki temel şart vardır:
- İhtiyacı Hissederek Almak:
Bir hasta, hastalığını kabul edip çare aramadıkça iyileşemez. Aynen bunun gibi, insan da manevî eksikliğini, kalbindeki boşluğu, inanç zaafını fark etmedikçe Kur’an’dan gelen ilaçlara yönelmez. İhtiyacını bilen, eksikliğini gören kişi, Kur’an’a sığınır; ona “benim derdime çare sensin” dercesine yaklaşır. Bu yaklaşım ise hakikî bir yöneliştir, tesirli bir duadır.
- İhlas ile Kullanmak:
Kur’an’dan istifade ancak ihlâsla mümkündür. Samimiyetle okunan bir âyet, riya ile ezberlenen bin âyetten daha fazla tesir eder. Kalbin anahtarı ihlâstır. Eğer Kur’an, bir gösteriş aracı, bir gelenek parçası ya da kuru bir bilgi yığını olarak ele alınırsa, asıl şifasından mahrum kalınır. Ama bir kul, Yaradan’ına yönelip kalbinin diliyle “Ya Rabbi, derdime derman sensin” diyerek Kur’an’a başvurursa, o zaman Kur’an, onun ruhuna adeta bir merhem gibi iner.
Kur’an’ın İlaç Olarak Tesiri:
Kur’an’daki imanî hakikatler, insanın fıtratına doğrudan hitap eder. Mesela:
Tevhid: Dağ gibi endişeleri eritip kalbe huzur verir.
Haşir: Ölüm korkusunu ebedî hayat ümidiyle değiştirir.
Kader: Belalara karşı sabır ve tevekkül kazandırır.
Nübüvvet: Hayatı anlamlandırır ve peygamberlerle örneklik sunar.
Adalet ve ibadet: Hayatı düzene koyar, ruhu arındırır.
Bu ulûm-u imaniye, sadece öğrenmek için değil, yaşamak ve tedavi olmak için lazımdır. Bir âyet, bir hakikat, bir dua; içten ve ihlâsla tefekkür edilirse, karanlık kalpleri nurlandırabilir.
Sonuç ve Mesaj:
Kur’an, bir eczanedir. İçinde her derde derman, her yaraya merhem vardır. Fakat bu ilaçların tesiri, ihtiyaç hissetmeye ve samimiyetle uygulamaya bağlıdır. Ulûm-u imaniye; kuru bilgi değil, hayat veren, şifa sunan bir manevî iksirdir. O halde derdini bilen, gönül hastalıklarının farkında olan her kul, Kur’an’ın reçetelerine başvurmalı; ihlâs ile bu manevi ilaçları kullanmalıdır. Zira bu şifa, hakikîdir ve kâfidir.
Özet:
Bu makalede, Kur’an-ı Kerîm’in sunduğu ulûm-u imaniyenin kalp ve ruh yaralarına şifa olduğu vurgulanmıştır. Bu manevî ilaçlardan istifade edebilmenin iki temel şartı olduğu belirtilmiştir: İhtiyacını fark etmek ve ihlâs ile yönelmek. Kur’an’dan alınan bu hakikatler, imanî bir tefekkürle ele alındığında kişiye sarsılmaz bir huzur, derin bir anlam ve ebedî bir istikamet kazandırır.