Mazinin Şerefli Mirası, İstikbalin Ulvî Mesuliyeti
Mazinin Şerefli Mirası, İstikbalin Ulvî Mesuliyeti
“Tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünkü bizim ve bütün İslâm tâifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücâhidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.
Onun için tenbellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra Arab tâifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esârette kalan hâkimiyet-i İslâmiye’yi eski zaman gibi Küre-i Arz’ın nısfında, belki ekserisinde, tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiye’den kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşâallah nesl-i âti görecek. ”
Hutbe-i Şamiye
İslam’ın Mücahitleri ve Geleceğin Müjdesi: Arap ve Türk Milletine Tarihî Çağrı
Hutbe-i Şamiye’den Asrımıza Yankılanan Bir Ümit, Bir Mesuliyet
Bediüzzaman Said Nursî’nin Hutbe-i Şamiye’deki şu ifadeleri, sadece bir hatırlatma değil; aynı zamanda bir uyanış çağrısı, bir müjde ve bir dava beyanıdır:
> “Çünkü bizim ve bütün İslâm tâifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücâhidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.”
Bu cümle, İslam tarihinde Arapların ve Türklerin oynadığı iki temel rolü yeniden göz önüne seriyor: Araplar, İslam’ın muallimleri; Türkler, onun muhafızları ve yayıcıları olmuşlardır. Bu iş birliği, sadece bir zamanın değil; ümmetin asırlar boyu süren yükselişinin mayasıdır. Ve şimdi o maya, yeni bir hamle beklemektedir.
- İslam’ın Üstadları: Arapların Tarihî Öncülüğü
Kur’an’ın dili Arapçadır, Peygamber Arap’tır. Sahabe, ilk fakihler, müfessirler, muhaddisler ve müçtehitlerin büyük çoğunluğu Arap’tır. İslam düşüncesi, Arap diyarında yeşermiştir. Bu bir üstünlük değil, bir mesuliyet mirasıdır. Çünkü şeref, mesuliyeti de beraberinde getirir.
Bediüzzaman bu tarihi noktaya temas ederek diyor ki:
> “Onun için tenbellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir.”
Bu uyarı, Arap dünyasının ilim, birlik, cesaret ve adalet sahasındaki gerilemesine yöneltilmiş uyarıcı bir sarsıntıdır.
- Türklerin Yardımı: Kılıçla Korunan Hakikat
Araplar ilimle İslam’a hizmet ederken, Türkler tarih boyunca onu kılıçla, devletle, adaletle korumuşlardır. Selçukluların medeniyet hamlesi, Osmanlı’nın üç kıtaya yayılan hâkimiyeti, İslam’ın siyaset ve askerî alandaki muhafazasıdır. Bu da aynı şekilde bir övünç değil, bir emanettir.
Bu iki milletin tarihî ittifakı, ümmetin yeniden ayağa kalkışının da anahtarıdır. Said Nursî’nin ümmete olan bakışı, ırkçı değil; vahdet eksenli bir kardeşlik idealine dayanır. Ona göre, bu milletler ümmete öncülük etmezse, geride kalanlar da istikametini kaybeder.
- Gelecek Nesle Hitap: Bir Rüya Değil, Bir Mümkünlük
Bediüzzaman, sadece geçmişi hatırlatmakla kalmaz; geleceğe dair de bir müjde verir:
> “Kırk-elli sene sonra Arab tâifeleri… hâkimiyet-i İslâmiye’yi eski zaman gibi Küre-i Arz’ın nısfında, belki ekserisinde, tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiye’den kuvvetle bekliyoruz.”
Bu ifade bir hayal değil, imanî bir öngörüdür. Bediüzzaman, kıyametin kopmaması şartıyla, İslam dünyasında yeniden bir dirilişin yaşanabileceğini haber veriyor. Bu diriliş; ilimle, fikirle, adaletle ve birlik ruhuyla gerçekleşecektir.
Bugün bu kıvılcımın izleri İslam coğrafyasında yeniden parlıyor. Gençler arasında uyanış var. Mazlum coğrafyaların duası semaya yükseliyor. Fakat bu kıvılcımı bir meşaleye dönüştürecek olanlar, yine tarihî misyon taşıyan bu iki büyük millettir.
- Amerika Gibi Olmak: Kuvvette Değil, Ahlâkta
Bediüzzaman’ın ifadesiyle Arapların “Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi” olmaları, Batı’nın gücünü kopyalamak değil; kendi ahlâk, adalet ve vahdet ilkeleriyle bir araya gelerek ortak bir siyasi irade ve sivil diriliş gerçekleştirmeleridir. Bu, ümmetin yeniden hâkimiyetini inşa etmesi demektir.
Bu hâkimiyet emperyal bir tahakküm değil; Kur’anî adaletin, merhametin ve hidayetin yeryüzüne yayılmasıdır. Bu ise sadece devletle değil; inançla, şuurla ve seferber olmuş kalplerle mümkündür.
Sonuç: Tarih Yeniden Yazılıyor
Bediüzzaman’ın bu çağrısı hâlâ geçerli: Araplar ilmin, Türkler adaletin ve kuvvetin temsilcisi olmalı ve İslam âleminin yeniden yükselişi için el ele vermelidir. Bu sadece geçmişe borç değil; geleceğe vefa ve Allah’a karşı sorumluluktur.
Zira:
Bir ümmetin geçmişi şerefle doluysa, geleceği de umutla dolu olabilir.
İttihad olmazsa, her bir taife kendi içinde boğulur.
Gayret edilmezse, mazlumlar daha çok ezilir.
Diriliş; tenbellikle değil, uyanış ve adanmışlıkla mümkündür.
Özet
Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye’de Araplara ve Türklere tarihî rollerini hatırlatır: Araplar İslam’ın mücahitleri ve üstadları, Türkler ise onun koruyucu ve yardımcısıdır. Bu iki büyük milletin gafleti, ümmete zarar; gayreti ise ümmete diriliş getirir. Bediüzzaman, İslam dünyasının ileride yeniden hâkimiyet-i İslamiye’yi kurabileceğini müjdeler ve bu ümidi Allah’ın rahmetine bağlar.
Tarihin mirası, geleceğin mesuliyetidir. Şerefli bir geçmiş, ancak gayretli bir istikballe şereflenir.