Mecnunlukla Suçlananlar: Kemal-i İmanın Sessiz Alâmeti
Mecnunlukla Suçlananlar: Kemal-i İmanın Sessiz Alâmeti
Bir Hadîsin Derin Tefekkürü Üzerine
“Hadîs-i sahihte vardır ki: “Bir adam kemal-i imanı kazandığına, avam-ı nâsın akıllarının tavrı haricindeki yüksek hallerini mecnunluk, divanelik saymaları, onun kemal-i imanına ve tam itikadına delâlet eder.” diye ferman ediyor.”
Şualar
Toplumun gözünde “akıllı” olmak, çoğu zaman dünya işlerine iyi adapte olmakla ölçülür. Oysa İslâmî bakışta, aklın kemali, Hakk’a ve hakikate yönelmededir. Said Nursî’nin Şualar’da aktardığı bu sahih hadiste ifade edilen mana, zihinleri sarsıcı ve ruhları derinleştirici bir hakikati gözler önüne seriyor: Gerçek iman sahipleri, çoğu zaman halk nazarında delilikle itham edilirler. Çünkü onların hali, avamın akıl kalıplarına sığmaz; ufukları, basit dünya hesaplarının çok ötesindedir.
İman, Sıradan Aklın Üstünde Bir Şuûr Durumudur
Söz konusu hadiste geçen “kemal-i iman”, sadece inanmak değil; imanın ruhu kuşatması, kalbi işgal etmesi, aklı teslim almasıdır. Böyle bir kimse, artık dünyayı ve içindekileri Allah’ın tecellileri olarak görür; hadiseleri kader terazisinde tartar; zâhirî musibetlerde bile rahmet okur. Bu haliyle toplumun “normal” kabul ettiği akıl yürütme biçiminden ayrılır.
İşte burada çarpıcı nokta devreye giriyor: İmanî kemale eren kimsenin bu farklı halleri, cahil nazarlarda “delilik” gibi görünür. Çünkü halk, maddeye dayalı bir akıl ile hükmederken, o kişi mânâya yaslanan bir kalple yaşar. Gözün gördüğüne değil, kalbin bildiğine dayanır. Kalabalıklar ticaret, siyaset ve menfaatin peşinde koşarken, o Allah rızasını ve ahireti düşünür. Elbette bu hali “akılsızlık” gibi görülür!
Delilik İthamı: Aslında Bir İman Madalyasıdır
Tarihin her döneminde hakikat erleri, peygamberler başta olmak üzere, “mecnun”, “divane”, “sapkın” ya da “aykırı” damgaları yemişlerdir. Kur’ân’da Hz. Peygamber (sav) için bile “inneke le mecnûn” (Sen mecnun birisin) diyen müşriklerin iftiraları zikredilir. Çünkü O da zamanının anlayışını aşan bir mesaj getirmiştir. Yani avamın “delilik” sandığı şey, aslında kemal-i aklın ve iman şuûrunun ta kendisidir.
Bu durum, iman sahipleri için hem bir teselli hem de bir kıstastır. Eğer iman ehli, dünya ehli tarafından “aykırı”, “uçuk”, “mantıksız” bulunuyorsa, bu onların yolunun doğruluğuna delildir. Çünkü Hak yol, her zaman halkın çoğunluğu tarafından garip karşılanmıştır.
Bugünün Mecnunları: Kimdir Onlar?
Bugün de bu tablo değişmemiştir. Ahireti dünyaya tercih eden, gösteriş yerine ihlası seçen, servet ve şöhret yerine tevazuu yaşayan insanlar hâlâ garipsenmekte; “bu zamanda böyle olunmaz” diye dışlanmaktadırlar. Onlar da, avamın bakışına göre “divane” sayılırlar. Oysa Allah katında makbul olan da onlardır.
Bu çağın “mecnunları”, belki üniversitede kariyer peşinde koşmak yerine Kur’ân ilimlerine yönelen gençtir. Belki herkes sosyal medyada parlamak için uğraşırken, gece sessizce dua eden ihtiyardır. Belki herkesin ego peşinde koştuğu bir çağda, nefsini yerin dibine sokan bir hak dostudur. Ve evet, onlar çoğu zaman toplumun bakışında “dengesiz”, “hayalci”, “gerçek dışı” görülür. Fakat işte bu görünüş, onların hakiki imana yaklaştığının işaretidir.
İman Bir Denge Değil, Bir Fedakârlık Hâlidir
Avam nazarında makbul olan “denge” çoğu zaman hakikatten tavizdir. Oysa hakiki iman, bazen “dengesizlik” görünümüne bürünür. Çünkü Allah için fedakârlık yapar. Çünkü dünya nimetlerinden geçebilir. Çünkü hak uğruna yalnız kalmayı göze alır. İşte bu fedakârlık hali, tam imanın işaretidir. Bediüzzaman’ın da yaptığı tam budur: Kendisine “meczup” diyenlere aldırmadan, halkı değil Hakk’ı razı etme derdine düşmek.
Sonuç ve Özet:
Bu hadis ve onun Bediüzzaman tarafından yapılan tefekkürü, bizlere iman kemalinin çoğu zaman halkın anlayışını aşan, hatta “delilik” gibi algılanan bir ruh hâli olduğunu öğretiyor. Gerçek müminler, halkın değil Hakk’ın nazarını esas alır. Halkın yadırgadığı davranışlar, Allah katında makbul olabilir. Bugün de iman ehli, popüler aklın dışında durduğu ölçüde, kemal-i iman yolunda ilerliyor demektir. Öyleyse, “mecnun” diye anılmaktan korkmayalım; imanımızı yaşamakta kararlı olalım.
Özet:
Kemal-i imana ulaşan bir mümin, halkın alışık olmadığı bir derinlikle yaşar ve bu yüzden çoğu zaman delilikle itham edilir. Fakat bu durum, aslında onun imanının kemâline ve Allah katındaki değerine işarettir. Gerçek mümin, halkın değil Hakk’ın rızasını gözetir. Bu yüzden halkça garip bulunması, onun hakikate yakınlığının bir nişanesidir.