Kazanmak mı, Kaybetmemek mi?
Kazanmak mı, Kaybetmemek mi?
İş Hayatından Ebediyete Uzanan Bir Denge Arayışı
Hayat bir kazanım ve kayıp mücadelesidir. İnsan da bu mücadelenin merkezindedir. Ticarette, bağlantılarda, ahlakta, dinde ve daha birçok alanda insanlar ya kazanmaya çalışır ya da kaybetmemeye.
Ama çoğu zaman bu iki kavram aynı şey değildir. Hatta bazen kazanmaya çalışırken, farkında olmadan kaybetmeye başlar insan. İşte bu noktada esas soru şudur:
Gerçek başarı, kazanmakta mı, yoksa kaybetmemekte midir?
Esnafın İhmal Ettiği Şey: Kazancın Gölgesinde Kayıp
Bir esnaf, dükkanını açar, işini büyütmeye çalışır, daha fazla kazanç elde etmeyi hedefler. Ancak çoğu zaman müşteri memnuniyetini, güveni, sadakati ikinci plana iter. Çünkü zihninde daima “ne kadar kazanırım” düşüncesi vardır, “kaç kişiyi kaybediyorum” sorusu değil.
Kazanca odaklı bu yaklaşım, kısa vadede getirisi olsa da, uzun vadede itibarın, güvenin, vefakâr müşterilerin kaybına sebep olur. Neticede para kazanılmıştır ama insan kaybedilmiştir.
Oysa para yeniden kazanılır. Ama kaybedilen bir kalp, çoğu zaman geri dönmez.
Aynı Hata: Dünya İçin Endişelenip Ebediyet İçin Umursamamak
Bu yaklaşım, sadece ticaret hayatında değil; ahiret yolculuğunda da geçerlidir. İnsan çoğu zaman cenneti kazanmayı hedefler. Namaz kılar, oruç tutar, ibadet eder. Fakat çok azı cehennemi kazanmamak üzerine düşünür.
Oysa asıl mesele, sırf cenneti istemek değil, cehennemi hak edecek şeylerden titizlikle uzak durmaktır. Çünkü bazı kazanımlar, içinde gurur, riya, gösteriş, hatta benlik barındırırsa, görünüşte sevap, hakikatte hüsran olabilir.
İki Yönlü Tedbir: Pozitif Eylem ve Negatif Korunma
Kur’ân’da “salih amel işleyin” emri kadar, “şirkten uzak durun”, “yalan söylemeyin”, “gıybet etmeyin”, “zulmetmeyin” gibi menfi emirler, yani kaçınma tavsiyeleri de yer alır. Çünkü sadece iyi işler yapmak yetmez; kötü işler yapmamak da gerekir.
İşte bu Takvadır ve vaciptir.
Mesela bir kimse hayatı boyunca yüzlerce hayır işlemiş olabilir. Ama bir kul hakkıyla gittiğinde o hayırların tümü karşıya devredilir. Yani kazanmış gibi görünen biri, aslında kaybetmiştir.
Kazançtan Evvel Mesuliyet:
Cenneti kazanmak isteyen kişi, önce cehennemi kazanabilecek davranışlardan uzak durmalıdır. Bu da bir mesuliyet bilinci ister:
Her sözümde hakikat var mı?
Her kazancımda helal var mı?
Her adımımda bir kul hakkı gizli mi?
Kalbimde bir kibir, bir riyakârlık var mı?
Bu sorular cenneti kazanmaktan çok, cehenneme girmemeye odaklı bir vicdan eğitimi sunar.
Hedefe Odaklı Değil, Hesaba Duyarlı Olmak
İnsan çoğu zaman hedefe odaklanır: “Cennet istiyorum.”
Ama hesaba duyarlı değildir: “Acaba bu amelim gerçekten kabul oldu mu?”
Tıpkı bir esnafın yalnız kazanca odaklanıp, müşteri memnuniyetini ihmal etmesi gibi…
Oysa ahiret hesabı çok daha incedir, çünkü şah damarından yakın olan bir Rabbin huzurunda verilecektir.
Sonuç: Cennet Kazanılmaz, Cehennem Kaybedilerek Hak Edilir
Bu ince farkı Bediüzzaman ne güzel özetler:
> “Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil.”
Bu hayat, sadece kazanmaya odaklı bir yarış değildir. Bazen durmak, beklemek, susmak, sabretmek, uzak durmak da ebedi saadeti kazandırır.
Gerçek basiret, sadece “ne kazanırım?” sorusunu değil, “ne kaybedebilirim?” sorusunu da sormaktır.
Özet:
Bu makale, “kazanmak mı, kaybetmemek mi?” sorusu üzerinden hem ticari hayattaki hem de manevi hayattaki yanlış bakış açılarını ele alır.
Esnafın sadece kazanca odaklanıp müşteri kaybını düşünmemesi gibi, insan da bazen sadece cenneti istemekle yetinip cehenneme götürecek davranışları ihmal edebilir.
Oysa asıl başarı, sadece kazanmaktan ziyade, kaybetmemeyi başarmaktır.
Cenneti hak etmek, cehennemi kazandıracak günahlardan kaçınmakla mümkün olur.