Yangının Ortasında Bir Adam: İmanın Yandığı Yerde Sükûnet Olmaz

Yangının Ortasında Bir Adam: İmanın Yandığı Yerde Sükûnet Olmaz

“Evet, Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarına sevk eden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:

   Bana: “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler…”
Tarihçe-i Hayat

Bediüzzaman Said Nursî, bir sufi değildi ama gönlünde Hazreti Ebu Bekir’in şefkatini, Hazreti Ömer’in celâdetini birleştiren bir hizmet eri idi. Onun cihadı, silahla değil; kalemle, fikirle, imanla oldu. Fakat bu öyle bir cihaddı ki, ümmetin ıstırabı ve insanlığın feryadı.

> “Müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor. İmanım tutuşmuş, yanıyor.”

Bu cümle sadece bir teşbih değil, bir ruh halidir. Üstad’ın davası, “imanı kurtarma” davasıydı. O, içinde bulunduğu çağı bir iman yangını çağı olarak görüyordu. Modernizmin, materyalizmin, pozitivizmin dalgaları arasında boğulan bir nesli kurtarma azmiyle gece gündüz çırpınıyordu. Onun gözünde iman, bir hayat meselesi idi. Bu yüzden, küçük meseleler onun nazarında silinirdi.

Kösteklenmek mi? Yolun Tabiî Bir Parçası

“Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Oysa Üstad sataşmamış, sadece yürümüştü. Yoluna konan taşlara çarpması, yürüyüşünden değil, taşların maksatlı oluşundandı. Onun zihninde hakikati haykırmaktan daha mühim bir şey yoktu. Ne makam, ne şöhret, ne alkış, ne de muhalefet onun hızını kesemezdi.

Çünkü onun nazarında bir çocuğun imansız ölmesi, bir orduyu kaybetmekten daha ağırdı. Bir gencin dinsizliğe kayması, bin hanenin yıkılması demekti. Bu yüzden hakikati haykırırken kim ne der, ne düşünür, nasıl karşılık verir, onun için tali derecedeydi.

Şefkatin Cihada Dönüştüğü Yer: Gönül Yangını

Bu büyük mücadele, yalnızca bir bilgi, ilim ya da zekâ meselesi değildi. Bu mücadeleyi besleyen damar, şefkatti. Üstad’ın ifadesiyle: “Evladım yanıyor…” Bu sözde sadece bir mecaz yok, bir hakikat var. Onun ruhu, ümmetin her ferdini evladı gibi görüyordu. Bir çocuk, bir genç, bir yaşlı fark etmezdi. Yanlışa düşen her insan, onun kalbinde yangın çıkarıyordu.

İşte bu şefkat, onu dinlenmeye, kenara çekilmeye, “zaman değil” demeye asla bırakmadı. Çünkü zaman, imanı kurtarma zamanıydı. Zaman, mücadelenin tam ortasıydı.

Dar Düşünceler, Geniş Yangınları Göremez

Üstad’ın en çarpıcı sitemlerinden biri şudur: “Dar düşünceler, dar görüşler…” Yani küçük düşünenler, büyük yangınları göremezler. Onlar için mesele; kişisel çıkarlardır, konforudur, iktidardır, alkıştır, makamdır. Oysa bir müminin asıl meselesi, imanın selameti, kalbin kurtuluşu ve ümmetin dirilişidir. Küçük insanlar büyük davaları anlayamaz; büyük insanlar ise küçük hesaplara takılmaz.

Özet:

Bu makale, Bediüzzaman Hazretleri’nin “iman yangını” teşbihi üzerinden, onun şefkatle yoğrulmuş iman mücadelesini, küçük engelleri aşan büyük bir davayı ve dar görüşlerin büyük hakikatleri nasıl perdelediğini konu edinmektedir. Üstad’ın “evladım yanıyor” diyerek tarif ettiği iman yangını, onu yılmadan hizmete sevk etmiştir. O, kösteklere değil, kurtarılması gereken ruhlara odaklanmıştır. Çünkü imanı yanan bir toplumda hiçbir dünyevî başarı anlam taşımaz.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 16th, 2025