Mazisini Unutan Milletler Mazara Mahkûm Olur

Mazisini Unutan Milletler Mazara Mahkûm Olur

Murat Bardakçı: “Geçmişine bizim kadar küfreden başka millet yoktur. Nefret ediyorlar ya. Ulan senin büyükannen deden Osmanlı’ydı. Soysuz musun sen veya gökten zembille mi indin 1923’ten sonra?”

Ne hazin bir gerçek! Bir millet düşünün ki; kendi dedesine “çağdışı”, kendi ninesine “cahil”, kendi tarihine “geri kalmışlık” yaftası yapıştırıyor. Adeta kendi geçmişiyle savaş halinde, mazisiyle kavgalı bir millet portresi…

Bu nasıl bir yabancılaşmadır? Bu nasıl bir tarih inkârıdır? Bu nasıl bir soysuzlaştırma operasyonudur?

Milletimiz, tarihini kendisi yazmak yerine, başkalarının yazdığı tarih kitaplarından kendine düşmanlık devşirdi. Çocuklarımız ecdadını tanımadan büyüdü. Okullarda, televizyonlarda, romanlarda Osmanlı; “saraya kapanmış, halktan kopuk, bilimden uzak bir saltanat düzeni” olarak anlatıldı. Bin yıllık medeniyet, birkaç padişahın zaafına indirilerek karalandı. Bir asır önce “Ecdadım” denilen zatlara bugün “zulüm simgesi” deniyor.

Oysa biz, Selçuklu’nun adaletini, Osmanlı’nın adabını, Endülüs’ün ilmini, Abbasî’nin hikmetini taşıyan bir medeniyetin varisiyiz. Lakin köklerinden koparılmış, dilinden, tarihinden, kültüründen uzaklaştırılmış bir milletin, bugün geçmişine düşmanlık etmesi şaşırtıcı değildir.

Kökünden Kopan Kurur

Ağaç kökünden kopunca nasıl kurursa, millet de tarihinden kopunca çürür. Çünkü tarih sadece geçmiş değildir; şuurdur, hafızadır, kimliktir, istikamettir. Hafızasını yitiren bir insan nasıl ne yaptığını bilmeden savrulursa, tarihini bilmeyen bir millet de sürüklenir, yönlendirilir, kullanılır.

Bir milletin hafızası, onun pusulasıdır. Tarih, sadece bir bilgi yığını değil; ibret aynası, ders levhası ve istikamet çizgisidir. Bizim tarihimiz de yalnızca savaşlar, padişahlar ve fetihlerden ibaret değildir. Bizim tarihimiz, medrese kürsülerinde yankılanan ilim, tekkelerde pişen nefis, sarayda gösterilen edep, meydanda sergilenen cesarettir.

Neden Tarihimizi Biz Yazmadık?

Çünkü bu topraklarda tarih, 1923’te değil, bin yıl önce başladı. Ama bu hakikat, ideolojik endişelerle görmezden gelindi. Tarih bir inşa değil, yıkım aracı olarak kullanıldı. Cumhuriyet, bir medeniyetin devamı ve zirvesi olacakken; onun inkârı ve reddiyesi hâline getirildi. Oysa gerçek bir cumhuriyet, milletin bütün tarihine sahip çıkar. Zira halkın iradesi, halkın hafızasıyla mümkündür.

Ama biz, “yeni bir insan” inşa edeceğiz diyerek, evvelki insanı yok ettik. Dedesini anlayamayan, mezar taşını okuyamayan, tarihine düşman bir nesil yetiştirdik. Bu nesil ne yazık ki kendi dedesine bakıp utanırken, başkasının kültürüne hayran oldu.

Tarihini Tanımayan, Tekrar Yaşar

İbret alınmayan tarih, tekerrür eder. Biz de tarihimizden utanarak değil; onu anlayarak, yorumlayarak, bugüne taşıyarak yeni bir medeniyet inşa edebiliriz. Çünkü tarih ne bir övünç tablosudur, ne de sadece suç listesi. Tarih, hem güzelliğiyle ilham verir, hem hatasıyla uyarır.

Mazisini bilmeyen, mazluma merhametini unutmuştur. Ecdadını tanımayan, kim olduğunu da bilemez. Zira geçmişini tanımayan, başkasının geleceği olur.

Özet:

Bu makale, milletimizin tarihinden koparılmasının, kendi ecdadına düşman hale getirilmesinin trajik neticelerini ele alır. Murat Bardakçı’nın ifadesiyle başlayan yazı, tarihini bilmeyen milletlerin nasıl kimliksizleştiğini, yönsüz kaldığını ve istikbalsizliğe mahkûm olduğunu ifade eder. Milletin hafızasının yok edilmesinin, kültürel bir intihar olduğunu ortaya koyar. Sonuç olarak, geçmişine sahip çıkan milletlerin geleceğe güvenle yürüyebileceği belirtilir: Çünkü tarih, milletin hem hafızasıdır hem istikameti.

 

Loading

No ResponsesHaziran 10th, 2025