Saklı Sayfalar: Tarihin Susturulan Hafızası

Saklı Sayfalar: Tarihin Susturulan Hafızası

Tarih; yalnızca geçmişin bir kaydı değil, aynı zamanda bugünün aynası, yarının ise haritasıdır. Ancak bu harita yanlış çizilmişse, bu ayna çarpıtılmışsa, bir millet kendine neyle bakar, nereye yürür? Ne yazık ki yüz yıllık tarihimiz hâlâ yerli yerine oturtulamamış, milletin vicdanıyla barışık bir şekilde anlatılamamış, hatta çoğu zaman anlatılmaktan bile korkulmuştur.

Bugün okullarda okutulan tarih kitapları ve medyada anlatılan resmi tarih, büyük oranda İngiliz arşivlerine ve oryantalist bakışlara yaslanmakta, yerli ve milli bir tarihten çok, Batı’nın bize uygun gördüğü bir geçmiş tasvirini taşımaktadır. Oysa bir milletin hafızası, kendi kaynaklarından beslenmeli; kendi hakikatine, kendi sancılarına ve sevinçlerine şahitlik etmelidir.

Tarihçiler ve Vebal

Tarihin bu hâlde kalmasında tarihçilerin büyük bir vebali vardır. Sözde ilim adamı olan bazı tarihçiler, toplumun tarihî hakikatleri öğrenmesine öncülük etmek yerine; ya susmayı ya da gülüp geçmeyi tercih etmişlerdir. Bu tutum, ilmin izzetine değil, korkunun gölgesine sığınmaktır. Bilhassa devlet eliyle “dokunulmaz” hâle getirilen konular, soru sormayı bile tehlikeli sayan bir zihniyetin ürünüdür.

Atatürk’ü Koruma Kanunu kapsamında korunmakta olan birçok belge ve ifade, tarihî bir şahsiyetin değil, adeta bir tabunun çevresine örülmüş duvar gibidir. Oysa hakikatin savunulması, kişilerin değil, kavramların ve ilkelerin yüceltilmesidir. Bir şahsın her yönüyle değerlendirilmesi, sevilmesine engel değildir; aksine gerçek sevgi, gerçekle yüzleşmeyi gerektirir.

Neden Saklanır?

Bir şey neden saklanır?

Ancak ya utanç duyulacak ya da yıkıcı sonuçları olacağı düşünülen hakikatler gizlenir. O halde sorulmalıdır: Atatürk’ün din hakkında söylediği sözler neden hiç gündeme getirilmez? Resmî kaynaklara girmez? Neden bu sözler açık açık tartışılmaz?

Örneğin tarihçi Murat Bardakçı’nın kamuoyuna aktardığı bir Atatürk ifadesinde, “Benim bir dinim yok. Bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını arzu ediyorum” denilmektedir. Bu ifade, sadece kişisel bir kanaat değildir; aynı zamanda bir milletin maneviyatına yönelmiş bir zihniyetin ipuçlarını da taşımaktadır.

Bununla da kalmaz. Türk Tarih Kurumu’na gönderdiği mektubunda, İslam’ın ilk vahiy ayetlerinden olan “İkra’ Bismi Rabbike”yi bir “saçmalık (safsata)” olarak nitelendiren bir anlayış, din ile millet arasındaki köprüyü yıkmakla kalmaz; tarih boyunca İslam’la yoğrulmuş Türk milletinin köklerini de inkâr eder.

Tarihin Tek Yüzü Olmaz

Gerçek tarih, kahramanlarla hainleri, ihlasla ihaneti, imanla inkârı birlikte anlatan bir aynadır. Sadece “iyi” tarafları anlatmakla yetinmek, hakikati gizlemek olur. Ve her gizlenen hakikat, yarın bir gün daha büyük bir patlamayla gün yüzüne çıkmak zorunda kalır.

Tarihteki karanlık noktaların aydınlatılması, sadece geçmişin hakkını vermek için değil, geleceğin inşası için de elzemdir. Milletin sırtındaki yükler, ancak hakikatle yüzleşilerek hafifler. Hakikat ise ancak açık yüreklilik, cesaret ve samimiyetle konuşulursa ortaya çıkar.

Suskunluk Bir Yük Olur

Bugün sorduğunuzda bazı tarihçiler tebessümle susar. Bazıları cevapsız kalır. Bazıları ise “Henüz zamanı değil” der. Oysa hakikatin zamanı beklemeye tahammülü yoktur. Çünkü her gecikme, yeni nesillerin daha da uzaklaşmasına, daha çok unutmasına ve daha çok aldatılmasına neden olur.

Mesele Atatürk’ü de diğer tarihi şahsiyetler gibi değerlendirme hakkını kazanmaktır. Varsa İyilikleriyle ve hatalarıyla… Gerçek adalet budur. Gerçek ilim de bunu gerektirir.

Makale Özeti

Bu makalede, Türkiye’nin son yüz yıllık tarihinin hâlâ şeffaf bir biçimde ortaya konulmadığı, birçok konunun ya yasak ya da tabu haline getirildiği ele alınmaktadır. Özellikle Atatürk’e dair bazı ifadeler ve belgeler üzerinden yapılan eleştiriler, resmi tarih anlayışının eleştirel bir sorgulamaya kapalı olduğuna işaret etmektedir. Tarihçilerin suskunluğu, halkın gerçeğe ulaşmasını engellemekte ve yeni nesillerin kendi tarihine yabancılaşmasına sebep olmaktadır. Makale, hakikatle yüzleşmenin kaçınılmaz ve erdemli bir sorumluluk olduğunu ifade eder.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 10th, 2025