TEZKİR Mİ, TALİM Mİ?

TEZKİR Mİ, TALİM Mİ?

“Talim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemata ihtiyaç var 

   Zaruriyat-ı dinî, müsellemat-ı şer’î; kulûblerde hasıldır, ihtar ile huzuru, tezkir ile şuuru.

   Matlub da hasıl olur. İbare-i Arabî (*) daha ulvi ediyor tezkiri hem ihtarı.

   Onun için cumada hutbe-i Arabiye; zaruriyatı ihtar, müsellematı tezkir, maalkifaye olur onun tarz-ı tezkiri.

   Nazariyatı talim onda maksud değildir. Hem İslâm’ın vahdanî simasında şu Arabî ibare bir nakş-ı vahdettir, kabul etmez teksiri.”
Sözler. Lemaat

Unutulanı hatırlatmak, bilinmeyeni öğretmekten daha ehemmiyetlidir.

Modern çağ, bilgiyi kutsallaştırmış; sayılar, teoriler, grafikler ve akademik kavramlar içinde insana dair olanı unutturmuştur. Oysa insanın kalbine dokunan şey çoğu zaman yeni bilgiler değil, zaten bildiği ama unuttuğu hakikatlerin hatırlatılmasıdır. İşte bu noktada Bediüzzaman Hazretleri, bizlere çok derin bir irfan dersi verir:

> “Talim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemata ihtiyaç var.”

Yani: Karmaşık teorilerle zihinleri doldurmaktansa, kalplerde yer etmiş ama uykuya dalmış hakikatleri hatırlatmaya daha fazla ihtiyaç vardır. Çünkü çoğu zaman mesele bilmemek değil, unutmaktır.

Müsellemat: Kalpte Zaten Mevcut Olan Hakikatler

İnsanın fıtratında, vicdanında, kalbinde birtakım temel gerçekler zaten mevcuttur. Bunlara zaruriyat-ı diniye ve müsellemat-ı şer’îye denir. Allah’ın varlığı, ahiret inancı, adalet, merhamet, hak ve hakikat gibi kavramlar, aslında her vicdanda bir çekirdek olarak mevcuttur. Ne var ki zamanla, gafletle, hevâ ve hevesle bu çekirdekler unutulur, üstü örtülür.

İşte tezkir (hatırlatma) ve ihtar (uyarma), bu çekirdekleri yeniden yeşertir, kalbi diriltir, şuuru uyandırır. Dolayısıyla İslâmî tebliğde temel hedef çoğu zaman öğretmek değil, uyanışa vesile olmaktır.

Hutbe-i Arabiye ve Tezkirin Ulviyeti

Bediüzzaman, Cuma hutbesinin Arapça okunmasını bu açıdan değerlendirir. Hutbe, bir eğitim kürsüsü değil; bir tezkir makamıdır. Zaten kalpte mevcut olan hakikatleri, Arapça’nın ulvî edasıyla yeniden canlandırmak, ruhu ilahî hakikatlere hazırlamaktır.

Bu Arapça ifadeler, İslâm’ın vahdetini temsil eden ortak bir dil, nakş-ı vahdettir. Her millete, her kıtaya aynı kelimelerle hitap eden bu ifadeler, İslâm ümmetini birleştiren manevi bir bağ hükmündedir. Onun içindir ki hutbe, nasihat değil; ihtar ve tezkirdir.

Bugünün İnsanı Ne İstiyor?

Günümüz insanı bilgiye boğulmuş ama hakikatten uzaklaşmıştır. Çok şey biliyor gibi görünür; ama esasen çok şeyi unutmuştur. Allah’ı, ahireti, hesabı, merhameti, kulluğu unutmuştur. O yüzden bir konferanstan çok, bir hatırlatmaya; bir eğlenceden çok, bir iç sarsıntıya muhtaçtır.

Kitlelerin yüzlerce “seminer” yerine bir “Fatiha”ya, yüzlerce “sunum” yerine bir “secde”ye daha çok ihtiyacı vardır. Çünkü bu çağın krizi, bilgi eksikliği değil, şuur zafiyetidir. İşte bu sebeple, vaazlarda, hutbelerde, sohbetlerde “bilgi” vermekten çok, uyanışa vesile olacak bir tezkir yapmak en büyük hizmettir.

Sonuç: Bilgi Yetmez, Şuur Gerek

İslâm tebliğinde asıl maksat, çok konuşmak değil, doğru hatırlatmaktır. Kalbi titreten bir cümle, sayfalarca izahdan daha etkilidir. Tezkir, hakikatin ruhla buluşmasıdır. Unutulmuş olanı hatırlatmak, insanı kendine döndürmektir.

Bu yüzden bugün ilmî faaliyetlerin yanında irşada, nasihata, hikmete, hatırlatmaya daha çok yer vermek gerekir. Çünkü insanı harekete geçiren şey çoğu zaman bilgi değil, kalpte yeniden alevlenen bir şuurdur.

ÖZET:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın “Talim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemata ihtiyaç var” ifadesi çerçevesinde, İslâmî tebliğin bilgi vermekten çok kalplerde mevcut hakikatleri hatırlatmaya yönelik olması gerektiği vurgulanmıştır. Hutbe-i Arabiye’nin hikmeti, ümmetin vahdetine katkısı ve tezkirin kalbi diriltici gücü ele alınmıştır. Sonuç olarak, günümüz insanının hakikati öğrenmekten çok, unuttuğu değerleri hatırlamaya ihtiyacı olduğu ifade edilmiştir.

 

Loading

No ResponsesHaziran 10th, 2025