Zıdd-ı Maksuda Giden Yol: Gayr-ı Meşru Araçların Âkıbeti
Zıdd-ı Maksuda Giden Yol: Gayr-ı Meşru Araçların Âkıbeti
“Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider
اَلْقَاتِلُ لَا يَرِثُ
bir düstur-u azîmdir: “Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.”
Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet hem taklit ve hem ülfet. Âkıbeti mükâfat: Mahbubun gaddarane adâveti, cinayat…
Fâsık-ı mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat.”
Sözler.lemaat
Hayatta her insan bir şeylerin peşindedir: saadet, özgürlük, güç, ilim, medeniyet, şeref, hatta cennet… Fakat bu meşru maksatlara gayr-ı meşru yollarla ulaşılmak istendiğinde, sonuç genellikle hüsran olur. Çünkü gayr-ı meşru tarîk, yani helal olmayan, meşru olmayan, hak çizgisinin dışındaki yollar, insanı maksadının zıddına götürür.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler ve Lemaat eserinde bu hakikati veciz bir şekilde şöyle ifade eder:
> “Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.”
Bu ifade, yalnızca bireysel ahlâk için değil, toplumsal, siyasi, fikrî ve medenî bütün alanlarda geçerlidir. Tarihin her döneminde bunun sayısız örneği vardır.
Maksat Güzel, Ama Yol Çürük
Bazen insanlar yüksek bir hedef uğruna gayr-ı meşru yollara sapar. Mesela:
Özgürlük adına anarşiyi tercih eder, neticesi kaos olur.
Güçlenmek için zulme başvurur, neticede zelil olur.
Allah’a yakınlaşmak isterken bidat ve hurafelere düşer, neticesinde uzaklaşır.
Toplumun ıslahını isterken, dini metodu terk edip dünyevî ideolojilere yaslanır, sonunda sapar.
Tarih boyunca nice liderler, nice münevverler, gayr-ı meşru metotlarla toplumunu kurtarmak isterken toplumlarını felakete sürüklemiştir. Çünkü “gayr-ı meşru”, sadece haram yemek veya yalancı olmak değildir; maksada ulaşmak için meşru ilke ve hakikatleri feda etmek de bu kapsamdadır.
“El-Kâtilu lâ yeris” – Katil Vâris Olamaz
Bu hadîs-i şerîf (öldüren vâris olamaz), meselenin temelini ortaya koyar: Bir mirasa, meşru olmayan yoldan ulaşmak isteyen, o mirası kaybeder.
Tarihte bunun örneklerini çokça görürüz. Mesela bir kişi bir makama gelmek ister, fakat rüşvetle, hileyle, baskıyla ulaşır; neticede hem rezil olur hem görevinden olur. Çünkü meşru olmayan yol, hak edilen neticeyi vermez. O netice, mükafat değil, ceza olur.
Avrupa Muhabbeti: Taklitten Gelen İnkıraz
Bediüzzaman’ın dikkat çektiği bir diğer tehlike de gayr-ı meşru muhabbetlerdir. Avrupa’nın fennî ve sanayî üstünlüğü karşısında, bazı Müslümanlar körü körüne bir hayranlık ve taklit hastalığına tutulmuşlardır. Oysa bu muhabbetin içinde iman yoksa, hak yoksa, İslâmî ölçüler yoksa, bu hayranlık sonunda zillet doğurur.
> “Mahbubun gaddarane adaveti, cinayet…”
Yani, taklit edilen Avrupa, bir süre sonra insanlığı, mukaddesatı, ahlâkı, inancı tahrip eden bir düşman haline gelir. Hem fikirde, hem ahlâkta, hem siyasette…
Gayr-ı meşru bir muhabbet, taklitle birleşince mahvın kapısını açar. Çünkü kişi, aslını unutur, şekle özenir; ruhu kaybedip kabuğa yapışır. Neticede ise ne o olur, ne kendisi kalır.
Fâsık-ı Mahrum: Hem Lezzetsiz, Hem Kurtuluşsuz
İşte en ibretli netice de budur: Gayr-ı meşru yollarla yaşayan kişi, ne dünyada hakiki bir lezzet bulur, ne de ahirette kurtuluşa erer.
Çünkü her haram, içinde azap taşıyan bir bal gibidir. İlk yudumda tatlı gelir, sonra yakar. Harama bakan göz, haramla konuşan dil, haramla işleyen el, sonunda insanı karanlık bir hesapla baş başa bırakır.
Fâsık olan insan, sadece günah işlemiş olmaz; aynı zamanda Allah’ın rahmetinden mahrumiyetini kendi eliyle hazırlar.
Hikmetli Sonuç: Meşru Yol, Temiz Netice
Netice olarak; maksadın yüceliği yetmez, yolun da hak, doğru ve meşru olması gerekir. Bir şeyi istemek güzel olabilir, fakat ona ulaşmak için başvurulan yol yanlışsa, Allah onu ceza olarak verir.
Gayr-ı meşru yollarla saadet aranmaz. Ne ilimde, ne siyasette, ne ibadette, ne de ahlâkta… Çünkü meşru olmayan yol, maksadın zıddını netice verir.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman’ın “Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider” düsturu çerçevesinde; meşru olmayan yollarla ulaşılmak istenen hedeflerin, genellikle hüsran ve azapla sonuçlandığı ifade edildi. Özellikle gayr-ı meşru muhabbetler, batılı hayranlığı ve taklitçilik gibi hastalıklar irdelendi. Neticede, niyetin güzelliği kadar, yolun da doğruluğu gerektiği işlendi. Aksi hâlde, kişi hem maksadına ulaşamaz hem de mânen ve maddeten cezalandırılır. “El-kâtilu lâ yeris” düsturu gibi, haram yollarla miras bile kazanılamazken, saadet hiç kazanılamaz.