Ahmak Sadakat: Dost Görünümlü Zarar
Ahmak Sadakat: Dost Görünümlü Zarar
“Şeriatın herbir hükmünde ?âriin bir sikke-i itibarı vardır. O sikkeyi okumak lâzımdır. Sikkenin kıymetinden başka, o hüküm herşeyden müstağnîdir. Hem de lâfız-perdâzâne ve mübalâğa-cûyâne ve ifrat-perverânelerin tezyin ve tasarruflarından bin derece müstağnîdir. Dikkat olunsun ki, böyle mücazifler, nasihat ettikleri vakitte nazar-ı hakikatte ne derece çirkin oluyorlar! Ezcümle: Bunlardan birisi bir mecma-ı azîmde müskirattan tenfir yolunda zecr-i şer’î ile kanaat etmeden öyle birşey demiş ki, yazmasından ben hicap ettim; yazdıktan sonra çizdim. Ey herif! Bu sözlerinde şeriata adavet ediyorsun. Faraza sadîk olsan, sadîk-ı ahmak olursun. Adüvvü’d-dînden daha muzırsın.” Muhâkemat. 29.
Tarihte nice büyük davalar, düşman saldırılarıyla değil; dostların gafletiyle yara almıştır. Nice hakikatler, cehaletle sarılmış samimiyet kisvesiyle bozulmuştur. Ve nice şeriat hükümleri, savunma kisvesiyle tahrife uğramıştır.
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemat adlı eserinde bu hakikati sert ama isabetli bir ifadeyle şöyle dile getirir:
> “Ey herif! Bu sözlerinde şeriata adavet ediyorsun. Faraza sadîk olsan, sadîk-ı ahmak olursun. Adüvvü’d-dînden daha muzırsın.”
Bu cümlede geçen “sadîk-ı ahmak” yani ahmakça sadık olan kişi, aslında niyetiyle dost, ama usulüyle zararlıdır. Çünkü o, şeriatı savunduğunu sanarken, aslında halkın şeriata karşı kalbinde nefret uyandırır.
Niyet Yetmez, Hikmet Gerekir
Bir hakikati savunmak için sadece samimi olmak yeterli değildir. Çünkü samimiyet, eğer ilimsiz, hikmetsiz, ölçüsüz ve kaba bir şekilde sunulursa; o hakikate zarar verir.
Örneğin, içki gibi bir haramdan insanları uzaklaştırmak isteyen bir kişi, eğer şeriatın ölçülü ve hikmetli üslubunu terk edip, şok edici, hakaretamiz, hatta tiksindirici ifadeler kullanırsa; halkı şeriattan değil, onun dilinden nefret ettirir. Böylece şeriata değil, kendi cehaletine hizmet etmiş olur.
Din Düşmanından Daha Zararlı
Bediüzzaman, böyle ifratkâr sözde dostları, doğrudan din düşmanlarından daha zararlı görür. Çünkü din düşmanının zararı haricidir, gözle görülür ve dikkat çekicidir. Ama ahmak dost, içeriden çalışır. Kalpleri soğutur, insanları dinden uzaklaştırır ve bunu da “dini savunmak” adına yapar. Bu da sinsi ve derin bir tahribata yol açar.
> “Adüvvü’d-dînden daha muzırsın” yani “Din düşmanından daha zararlısın” sözü, bu gizli tehdidi çok açık biçimde ifşa eder.
Lafız Güzelliği Değil, Mana Hikmeti Önemlidir
Bediüzzaman bu açıdan şu uyarıyı da yapar:
> “Şeriatın her bir hükmünde, Şâriin bir sikke-i itibarı vardır. O sikkeyi okumak lâzımdır.”
Yani şeriatın hükmünde Allah’ın izzet, rahmet ve hikmet mührü vardır. Bizim görevimiz, o mühürden ders almak ve o hükmü tahrif etmeden, hikmetle, sükûnetle, merhametle açıklamaktır. Fakat bazıları, laf kalabalığıyla, abartılı ifadelerle, kendi sertliklerini dine yamayarak bu mührü kapatır. Bu da halkın dine olan ilgisini kırar.
Zehri Bal Gibi Sunmak: Dost Görünümlü Tehlike
Günümüzde bazı sözde din savunucuları, öfke ile konuşur, aşağılar, hakaret eder. Halbuki şeriat; rahmet, adalet ve hikmet üzerine kuruludur. Senin sesin değil, şeriatın ruhu konuşmalı.
Bediüzzaman’ın uyarısı, çağlar üstü bir uyarıdır:
> “Lafız-perdazâne ve mübalağa-cûyâne ve ifrat-perverânelerin tezyin ve tasarruflarından bin derece müstağnîdir.”
Yani din; süslü laflara, abartılı ifadelerle sunulmaya değil, basit ama derin bir hikmetle anlatılmaya muhtaçtır. Çünkü hakikat zaten güzeldir. Onu savunanın görevi, bu güzelliği bozmak değil, yansıtmaktır.
Makale Özeti:
Bediüzzaman Said Nursî, “sadîk-ı ahmak” kavramıyla samimi fakat hikmetsiz dostların dine verdiği zararın, düşmanlardan bile daha tehlikeli olduğunu ifade eder. Çünkü bu kişiler, şeriatı savunduklarını sanırken, sert, kaba ve abartılı ifadelerle halkın dine olan sevgisini söndürürler. Din, laf cambazlığı değil, hikmetli temsil ister. Şeriatın ruhunu anlamadan yapılan sözde savunmalar, dine fayda değil, zarar getirir. Bu sebeple dostluk, sadece niyetle değil; hikmet, adalet ve temsil ile anlam kazanır.