Zincirden Kurtulmak: Galibiyetin Bedeli ve Fıtrata Aykırı Yollar
Zincirden Kurtulmak: Galibiyetin Bedeli ve Fıtrata Aykırı Yollar
“Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor. Zîra, beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez. Galip olsa idik, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedîdane kapılacak idik. Halbuki, o cereyan hem zalimane, hem tabiat-ı alem-i İslama münafi, hem ehl-i îmanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik, alem-i İslamı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecek idik.”
Rüyada bir hitabe.
Tarih boyunca insanlık; görünürde hürriyet adına nice zincirler kuşanmış, nice istibdatları alkışlamıştır. Mazlumlar zalime, mağlup milletler galiplere hayranlık duyarak onları taklit etmeye meylederken, aslında kendi kimliğinden ve fıtratından uzaklaşmışlardır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin “Rüyada Bir Hitabe” adlı eserinde ifade ettiği şu cümle; bir milletin galip gelmemesinin bile bazen rahmet ve hikmet cihetiyle tercih edilebilir olduğunu gösterir:
> “Galip olsa idik, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedîdane kapılacak idik…”
Yani eğer zahiren zafer kazansaydık, mağlubun yolunu taklit ederek aslında daha büyük bir mağlubiyete sürüklenecektik.
Zafer Değil, Hakkı Üstün Tutmak
Zafer tek başına bir kıymet değildir. Asıl kıymetli olan, zaferin nasıl bir yol ve niyetle kazanıldığıdır. Bediüzzaman’ın bu ifadeleri, galip gelmenin değil; doğru ve fıtrata uygun olanı seçmenin daha büyük bir hikmet taşıdığını bize anlatır. Çünkü her galibiyet, beraberinde bir hayranlık, bir taklit, bir yöneliş getirir.
Eğer zaferin sonunda İslam’ın ruhuna zıt bir idare biçimi alınacaksa, bu zafer aslında bir istiklâl değil, istibdat getirir. Bugün İslam dünyasında yaşanan pek çok çöküş, Batı’dan gelen galip sistemlerin körü körüne taklidiyle başlamıştır.
İstibdat, Fıtrata Aykırıdır
Bediüzzaman, İslam âleminin zalim ve merkeziyetçi sistemlere eğilim göstermesini şu üç açıdan reddeder:
- Tabiat-ı âlem-i İslâm’a muhaliftir – Çünkü İslam ümmeti; meşverete, adalete ve şefkate dayalıdır.
- Ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine zıttır – Çünkü istibdat; sadece bir zümrenin faydasına çalışır.
- Ömrü kısa ve parçalanmaya namzettir – Çünkü halkın iradesini yok sayan sistemler, uzun vadede ayakta kalamaz.
Dolayısıyla görünürde galibiyet gibi gözüken bir tercih, uzun vadede milletin fıtratını bozar, maneviyatını söndürür.
Beşer Esir Değil, Hür Olmak İster
Bugünün insanı, modern sistemlerin dayattığı görünmez zincirler altında yaşıyor. Fakat bu zincirler altınla süslendiği için, çoğu zaman hürriyet sanılıyor. Tıpkı Said Nursî’nin işaret ettiği gibi:
> “Beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez.”
Yani insanlık artık sadece maddi bir maaşla, tek tip bir düşünceyle, kalıplaşmış bir hayatla mutmain olmuyor. Kendi inancına, kültürüne, tarihine ve iradesine sahip çıkmak istiyor. Ama bunu yaparken taklit hastalığına kapılmak, onu öz benliğinden uzaklaştırıyor.
Zaferden Ziyade İstikamet Lazım
Mesele bir savaşı kazanmak değil; istikameti kaybetmemektir. Eğer kazanılan bir savaş, bizi ilahi adaletten, şefkatten ve meşveretten uzaklaştırıyorsa, o galibiyetin bedeli çok ağır olur. Zira İslam, şekilcilikten çok hakikati esas alır.
Bediüzzaman’ın bu veciz ifadesi bize şunu hatırlatır:
> Bazen bir mağlubiyet, manen bir galibiyettir. Ve bazen bir zafer, zahiren parlak olsa da ruhen çöküştür.
Makale Özeti:
Bediüzzaman Said Nursî’nin “Rüyada Bir Hitabe” adlı eserindeki ifadeler, görünürde bir galibiyetin aslında manevi bir mağlubiyete dönüşebileceğini anlatır. Çünkü galip gelen milletler, çoğu zaman düşmanlarının istibdat ve zulüm sistemlerini taklit ederler. Bu taklit, İslam’ın fıtratına, halkın menfaatine ve uzun vadeli barışa aykırıdır. Gerçek kurtuluş, şeklen galip olmaktan değil; istikamet üzere kalmaktan geçer. Zafer değil, hikmetli tercih ve fıtrata uygun bir sistem insanlığı ihya eder.