Sükût Eden Rüya: Haccın İhmali ve İslâm Dünyasının Çöküşü
Sükût Eden Rüya: Haccın İhmali ve İslâm Dünyasının Çöküşü
“Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu. Haccın bahusus taarüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”
Sünuhat.Rüyanın zeyli.
Bazı rüyalar konuşur, bazıları ise sükût eder. Konuşan rüya hikmettir; susan rüya ise ibrettir. Bediüzzaman Hazretleri, Sünuhat’ta “Rüya hacda sükût etti.” derken, sadece bir manzaranın değil, bir çağın sustuğunu işaret eder. Çünkü hac, sadece bir ibadet değil; aynı zamanda bir ümmet şuuru, siyasi feraset ve içtimaî inkılâp vesilesidir. Onun ihmal edilmesi, sadece bir sevap kaybı değil; bir medeniyetin çöküşüdür.
Haccın Sükûtu: Bir Uyanışın İhmalidir
Hac, İslam’ın beş temel esasından biridir. Lakin o sadece ferdi bir ibadet değil; ümmetin en büyük kongresi, en yüksek meşveret meclisidir. Orada ırklar, milliyetler, sınıflar, diller erir ve yerini tevhid alır. Kâbe etrafındaki saf, siyaset üstü bir kardeşliğin remzidir. Bu büyük sahne, İslam dünyasının yılda bir kez kendine gelme fırsatıdır. Fakat Bediüzzaman’a göre bu büyük fırsat, asırlardır ihmal edilmiştir.
Bu ihmalin bedeli büyüktür. Çünkü:
> “Haccın… içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”
Yani hac, bir ümmetin farkındalık ve diriliş noktası iken, ümmet gafletle onu sadece bir turistik seyahate, ruhsuz bir merasime indirmiştir. Sonuçta düşmanlar, Müslümanları kendi aleyhlerine kullanma imkânı bulmuştur.
Keffâret Değil, Kessâret: Gazabın Tohumu
Bediüzzaman, burada çok çarpıcı bir kavram kullanır:
> “Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu.”
Yani bu musibet, günahların kefareti değil; günahların çoğalmasına sebep oldu. Çünkü haccın terkinde sadece bir ibadetin değil, bir sistematik çöküşün izleri vardı. Hac yapılırken bile içindeki vahdet, meşveret, ümmet aklı, ortak hedef ve islami siyaset boyutları göz ardı edildi. Sadece taşlar atıldı ama şer güçlere taş atılmadı. Tavaf yapıldı ama hayatın merkezi Allah değil, nefisler oldu. Sa’y edildi ama toplumun sa’yine istikamet verilmedi.
İslam’ın İçtimai ve Siyasi Ruhunun Çöküşü
Hac, ümmeti birleştiren büyük bir potansiyelken, bu potansiyel yüz yıldır atıl durumda kaldı. Her milletten Müslüman bir araya geliyor ama aralarında bir ümmet dili, bir ortak fikir, bir teavün (yardımlaşma), bir planlama yok. Ümmetin anahtarı olan bu ibadet, sadece şahsî bir maneviyat sahasına hapsedildi. İşte bu gaflet, İslam’ın hem içtimai (toplumsal) hem de siyasi damarlarını kuruttu.
Neticede:
Müslümanlar birlik olmayı, müşavereyi, hedef birliğini unuttu.
Hac gibi büyük bir imkan, ümmet için bir uyanış değil, sadece bir tatil molası oldu.
Bu boşlukta, küresel güçler İslam coğrafyasını kendi lehlerine kullandı.
Müslümanlar, Müslümanlara karşı savaştırıldı.
Suskunluk Değil, Sorumluluk
Rüya hacda sustu; çünkü ümmetin sustuğu yerde artık kelimeler yetmez. Fakat bu sükût, ebedi değildir. Bu bir uyarıdır, bir ikazdır. Her Müslüman, bu sessizliğin gür sesini duymalıdır:
Haccı yeniden anlamlandırmak, sadece dini bir görev değil; ümmetin yeniden dirilişi için bir zorunluluktur.
Hac, tekrar:
Ümmetin beyni olmalı.
Ortak kararların, yardımlaşmanın, planlamanın kalbi olmalı.
Birliği inşa eden sütun olmalı.
Özet
Hac, sadece bir ibadet değil; ümmetin siyasi, içtimai ve akidevî birleşim noktasıdır.
Bu yüksek hikmet ihmal edilince, ümmet dağılmış, düşmana hizmet eder hale gelmiştir.
Haccın içindeki tevhid, teavün ve teşrik-i mesai yok sayılınca, musibet değil gazap gelmiştir.
Günahların affı yerine çoğalması (kessâretü’z-zünub) yaşanmış, çünkü fırsat olan hac değerlendirilmemiştir.
Bu çağrının sonu sükût değil, uyanış olmalıdır.