Ebediyet Arzusu: İnsan Ruhunun Sonsuzluğa Uzanan Eli

Ebediyet Arzusu: İnsan Ruhunun Sonsuzluğa Uzanan Eli

İnsanoğlu, yaratılışındaki sırlar bakımından eşsiz bir varlıktır. Taşta olmayan duygu, ağaçta bulunmayan düşünce, hayvanda sezilmeyen endişe ve umut, insanın cevherinde derc edilmiştir. Çünkü insan, yalnızca maddî bir kalıptan ibaret değil; içinde gayr-ı mahdut (sınırsız) kabiliyetler, istidatlar, emeller ve düşünceler barındıran bir âlemdir.

Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât adlı eserinde bu hakikati şöyle özetler:

> “”Neam, beşerin cevherinde gayr-ı mahsur istidadatında mündemic olan gayr-ı mahdud olan kabiliyattan neş’et eden müyulattan hasıl olan lâyetenahî âmâlinden tevellüd eden gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvuratı, mavera-yı haşr-i cismanîde olan saadet-i ebediyeye elini uzatmış ve medd-i nazar ederek o tarafa müteveccih olmuştur. “
Muhâkemat. 135

Bu cümle, insanın fıtratına yerleştirilmiş olan sonsuzluk arzusunun ve ebediyet ihtiyacının ilahî menşeini ve akıbetini gösterir. Şöyle ki:

İstidat ve Kabiliyetin Hedefi: Ebediyet

İnsan, sınırlı bir ömür içinde, sınırsız arzu ve hayallere sahiptir. Bu, sıradan bir çelişki değil, bilakis insanın yaratılış gayesine işaret eden bir işarettir. Zira sınırlı bir dünyada, sonsuzluk isteyen bir ruhun varlığı, onun asıl yurdunun burası olmadığını haykırır.

Evet, insan sadece yeme-içme, barınma ve çoğalma gibi biyolojik hedefler için yaratılmamıştır. Onun içinde sonsuzluk iştiyakı vardır. Bu iştiyak, onun bütün kabiliyetlerini harekete geçirir, hayallerini genişletir, düşüncesini göklere taşır.

Âmal ve Efkâr: Ruhun Yolculuğu

Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi, insanın arzuları (âmal), düşünceleri (efkâr), tasavvurları ve meyilleri sınırsızdır. Bu sınırsızlık ise, insanın mahiyetinde ebediyet için yaratılmış bir çekirdek taşıdığını ispatlar.

Nasıl ki bir tohum toprağa düştüğünde, içinde koca bir ağacın programını taşırsa; insanın istidatları da ebedî bir hayatın potansiyelini içinde taşır. İşte bu yüzden, insan ruhu dünyaya sığmaz, kalbi geçici lezzetlerle tatmin olmaz, aklı fânî olanla huzur bulmaz.

Gözün Ufku, Ruhun İstikameti

İnsan her ne kadar dünya ile meşgul olsa da, ruhunun nazarı başka bir yere yönelmiştir. Geçici dünyada kalıcı mutluluğu arar. Fânî hayatta bâkî teselliler ister. İşte insanın ruhu, sürekli olarak mâverâ-yı haşr-i cismanî, yani ölümden sonraki ebedî saadet diyarına elini uzatır.

O ebediyet diyarı ki, orada arzular sınırsız, nimetler sonsuz, vuslatlar daimîdir.

Unutulan Asıl Gaye

Ne var ki, insanın bu asli yönelişi, nefsî arzular, dünyevî meşguliyetler ve gaflet perdeleriyle örtülmektedir. Böylece insan kendine yabancılaşmakta, ebediyeti arzulayan istidatlarını gündelik hırslarla köreltmektedir. Halbuki bu dünya, o sonsuz saadetin ancak bir misafirhanesi, bir imtihan alanıdır.

İnsanın asıl vazifesi; fıtratındaki istidatları, ebediyet hedefiyle bütünleştirmek ve bu dünyayı bir ahiret tarlası gibi işlemektir.

Son Söz: Ruhun Yönü Ebediyete Doğrudur

Bediüzzaman’ın bu ifadesi, sadece edebî değil; aynı zamanda psikolojik, felsefî ve dinî derinliği olan bir haykırıştır. “Ey insan! Senin ruhun bu dünyadan büyüktür. Emellerin, arzuların ve düşüncelerin sonsuzsa, bu sana ebedî bir âlemin varlığını gösteriyor. O halde fıtratına yabancı kalma! Nereye gittiğini unutma!” demektedir.

Bu bakış açısı, insanı hem iç yolculuğuna hem de sonsuz saadete yönlendiren bir rehberdir.

Makale Özeti:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın Muhâkemât eserinde geçen bir pasajdan yola çıkarak insanın sınırsız kabiliyetleri, arzu ve düşüncelerinin aslında onun ebedî saadet için yaratıldığını gösterdiği izah edilmiştir. İnsanın fıtrî istidatlarının bu dünyada tatmin edilemeyeceği, asıl huzur ve doyumun ancak ahirette mümkün olduğu vurgulanmış, insanın yaratılış gayesinin ebediyete uzanmak olduğu hatırlatılmıştır.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 10th, 2025