Yaşanan İslam: Sessiz Bir Davet, Gölgesiz Bir Nur
Yaşanan İslam: Sessiz Bir Davet, Gölgesiz Bir Nur
“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiye’nin ve hakâik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.”
Sözle Değil Hâl ile Konuşan Hakikat
Tarihin en büyük inkılapları, ne kılıçla ne de nutukla yapılmıştır. Gerçek inkılap, ahlâkın kalplere sirayet etmesiyle başlar. Kur’an, hakikati insanlara ulaştırırken önce bir model insan, bir yaşayan Kur’an olan Efendimiz’i (s.a.v.) gösterir. O’nun hayatı, tebliğin en etkili yolu olan temsilin bizzat kendisidir.
“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiye’nin ve hakâik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek…”
diyen Bediüzzaman Said Nursî, çağlar ötesinden bir hakikati seslendirir:
İslam, anlatılmadan önce yaşanmalıdır.
Kaybedilen Güç: Hâl ile Tebliğ
Bugün Müslümanların büyük kısmı İslam’ı anlatmakla meşgul ama çok azı İslam’ı yaşamakla meşgul. Hâlbuki:
Müslüman dürüst olsaydı, dünya Müslüman’a güvenirdi.
Müslüman adaletli olsaydı, mazlumlar Müslüman’a sığınırdı.
Müslüman merhametli olsaydı, yetimler ümmete sığınırdı.
Müslüman vakarlı olsaydı, zalimler ümmetten çekinirdi.
Bir zamanlar İslam orduları değil; İslam ahlâkı, Müslüman tüccarın emaneti, ilim adamının vakarı diyarlara hükmetmişti. Endonezya, Malezya gibi ülkeler bir tek mızrak atılmadan, Müslüman tüccarların ahlâkî temsiliyle İslam’a girmiştir.
Demek ki İslam’ı temsil edebilmek, İslam’ı anlatmaktan daha büyük bir kuvvettir.
Batı’nın Gölgesinde Işık Arayanlar
Bugün Batı, ekonomik ve teknolojik bir güçtür ama manevî olarak tükenmektedir. Aile çökmüş, fert yalnızlaşmış, ahlâk çürüme noktasına gelmiştir. İnsanlık, yeni bir “anlam” arayışındadır.
Eğer biz, İslam’ın hakikatini nefsimizde, evimizde, toplumumuzda görünür kılabilsek, yalnız fertler değil, toplumlar, hatta devletler İslam’a yönelir.
Ama ne yazık ki bugün İslam, Müslümanlar yüzünden tanınamaz hale gelmiştir. Oysa Allah’ın dini nura benzer; gölge onu örtemez, ama gölge, nuru temsil ettiğini iddia edenlerin kendi karanlıklarıdır.
Temsilin Gücü: En Büyük Tebliğ
Bediüzzaman’ın işaret ettiği sır şudur:
Yaşanan bir İslam, milyonlarca kitaptan daha etkilidir.
Bir anne-babanın çocuklarına bıraktığı en büyük miras, güzel bir ahlâktır.
Bir tüccarın müşterisine bıraktığı en büyük iz, doğruluktur.
Bir idarecinin halkına verdiği en büyük güven, adalettir.
Bir âlimin cemiyete sunduğu en büyük ders, yaşayışıyla verdiği derstir.
Sadece konuşan değil, yaşayan Müslüman; sadece bilen değil, hâl ile gösteren mü’min olmak zorundayız.
Sonuç: Dünya Hakkı Görmek İstiyor
Bu zamanda insanlar söze değil, eyleme bakıyor.
Hitabet değil, hizmet etkiliyor.
Slogan değil, ahlâkî duruş kalplere nüfuz ediyor.
Eğer biz, İslam’ı nefislerimizde terbiye eder, ahlâkî kemalâtını fiilimize geçirir, imanın güzelliğini surette değil, sîrette gösterebilirsek;
Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi:
Bireyler değil, milletler,
Gruplar değil, devletler
cemaatler halinde İslam’a dehalet eder.
Çünkü hakikat, eğer güzelce yaşanırsa,
sessiz bir davet olur… Ve o daveti hiçbir kalp reddedemez.
Özet:
Bediüzzaman, İslam’ın tebliğinde temsilin gücüne dikkat çeker: İslam’ı ahlâk ve fiillerimizle yaşarsak, fertler değil, toplumlar İslam’a girer.
Tarih, yaşanmış İslam’ın tebliğden daha etkili olduğunu gösterir. Endonezya gibi ülkeler, silahla değil, ahlâkla Müslüman olmuştur.
Bugün dünya, anlam ve ahlâk krizindedir. Müslümanlar İslam’ı gerçekten temsil etse, insanlık yeniden İslam’a yönelir.
En büyük tebliğ, hâl ile olandır. Yaşanan İslam, yazılan kitaptan, yapılan konuşmadan daha kalıcı bir iz bırakır.