İlmin Zincire Vurulduğu Gün: Engizisyon, Cehalet ve Taklit Çağrısı
İlmin Zincire Vurulduğu Gün: Engizisyon, Cehalet ve Taklit Çağrısı
Bir Zamanlar Batı’da: İlimin Yakıldığı Mahkemeler
Tarih, insanoğlunun hakikati arama serüveninde defalarca tökezlediğini ve çoğu zaman kendi elleriyle kurduğu zulüm düzenlerine taptığını gösterir. Batı dünyasında Orta Çağ boyunca hüküm süren Engizisyon Mahkemeleri, bu karanlık dönemlerin sembolüdür. Dini temsil ettiği iddiasındaki kurumlar, kilise otoritesine aykırı düşen her bilimsel düşünceyi, her fikrî çıkışı, her yeniliği “sapıklık” ilan ederek ateşe verdi.
Bruno, “kâinat sonsuzdur” dediği için yakıldı.
Galile, dünya dönüyor dediği için aforoz edildi.
Copernicus, sistemini hayattayken açıklamaya cesaret edemedi.
Engizisyon, yalnızca insanları değil, hakikati arama cesaretini de yargıladı.
Bu mahkemeler, aslında dine karşı değil; cehaleti din kılığında koruyan kurumlara karşı birikmiş hakikatin öfkesiydi.
İslam Dünyası ve Tersinden Engizisyon
Ne hazindir ki, Batı Engizisyonlarını yüzyıllar önce terk ederken, bizde aynı anlayışın farklı bir yüzüyle bir asırdır karşı karşıyayız. Bu defa ilim, din adına değil; ilim adına dinin dışlanması yoluyla zincire vurulmak istendi.
Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan ve Cumhuriyet’le sistematik hale gelen “din dışılaştırma” politikaları, dinin toplumdan uzaklaştırılmasını “çağdaşlık” olarak sundu. Bu süreçte:
Dini temsil edenler “mürteci”,
Dinî kavramlar “irtica”,
Kur’an ve sünnet merkezli ilim, “bilimsellik dışı” ilan edildi.
Yani bir zamanlar bilim adına yakılanlar, bu kez din susturulmak istendi. Ancak her iki durumda da mağdur olan hakikatti.
Çatışma Dinle İlim Arasında mı?
Bu noktada sorulması gereken temel soru şudur:
Hakiki çatışma din ile ilim arasında mıdır, yoksa dinin adını kullanan cehaletle, ilmin adını kullanan kibir arasındaki bir hesaplaşma mıdır?
Cevap nettir:
Kur’an, ilk ayetinde “Oku!” emrini verir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), “İlim Çin’de bile olsa arayın” der.
İmam Gazali, ilmi hüccetlerle beslerken, İbn Sina, felsefeyi tefekkürle yoğurur.
İslam’ın altın çağında – Farabi’den El-Cezeri’ye, Birunî’den İbn Haldun’a – ilimle din iç içedir, karşıt değil tamamlayıcıdır.
Çatışma, dinin temsil edildiği iddiasıyla cehaleti yüceltenle,
ilim adına ahlakı yıkan ve vicdanı dışlayanlar arasındadır.
Bugün “ilim” diyerek maneviyatı reddedenlerle, “din” diyerek aklı yeteri kadar beslemeyenlerin savaşı yaşanmaktadır.
Cehaletle Din Mücadelesi
Bugün yapılması gereken, din ile ilmi yarıştırmak değil;
dini hurafeden, ilmi kibirden, hakikati her türlü çıkar gölgesinden kurtarmaktır.
Cehalet, bazen dindarlık maskesiyle gelir;
Kibir de bilim adamı cübbesiyle…
Din, cehaletin zıddıdır.
İlim, inkârın değil, tefekkürün kapısıdır.
Sonuç: Hakikat Ne Kilisede, Ne Laboratuvarda, Hakikat Fıtrattadır
Engizisyon mahkemeleri ateşiyle, laboratuvarlar soğukluğuyla;
kilise korkusuyla, üniversite despotizmiyle…
hakikat, asırlardır örselenmiştir.
Ama unutulmamalıdır:
Hakikat ne sadece kitapta, ne yalnız mikroskopta, ne de minberdedir.
Hakikat; akıl, kalp ve vahyin aynı noktada buluştuğu fıtrat terazisindedir.
Batı’nın Engizisyonlarıyla yaktığı, bizim Batıcı zihniyetle susturduğumuz ilmi yeniden diriltmenin vakti gelmiştir.
Din, hakiki ilme dosttur.
İlim, hakiki dine sadıktır.
Çatışan dinle ilim değil, kibirle cehalettir.
Özet:
Batı’daki Engizisyon Mahkemeleri, ilmi ve fikir hürriyetini boğan dinî dogmaların ürünüdür.
İslam dünyasında ise bir asırdır tersine bir Engizisyon yaşanmakta, din bilim adına dışlanmakta, aşağılanmaktadır.
Hakiki çatışma dinle ilim arasında değil; din adına konuşan cehaletle, ilim adına konuşan kibir arasında yaşanmaktadır.
İslam’ın özünde din ve ilim iç içedir, birbirini tamamlar.
Bugün yapılması gereken, dini hurafelerden, ilmi nefretten kurtararak hakikat merkezli bir zihinsel dirilişe yönelmektir.