Geliş ve Gidiş Arası: İnsanın Yolculuğu

Geliş ve Gidiş Arası: İnsanın Yolculuğu

Gelirken ne getirdik ki,
Giderken onu götürelim?
İnsanlıktan ve insanlığa mensub olmakdan gayrı!
Çıplak geldik, çıplak da gidiyoruz.
Giydiğimiz iman ve ibadet elbisesiyle beraber.
Gelirken getirdiğimiz sermayeyi, giderken, ne ettiğimiz sorusuyla ve sorgusuyla karşı karşıya kalarak.
Gelirken ebenin elindeydik, giderken ğassalın eline düştük.
Önce doğdu dediler, sonra öldü.
Rahmetten geldik, rahmete gittik.
Dar dünyadan dâr-ı dünyaya, dar kabirden dâr-ı ukbâya göç ettik.
Ata yurdundan yine ata yurduna.
Bir kere belâ ( Evet) dedik, bir ömür bela havuzunda yüzdük.
Sonuç; ya cennet belâ’sı (evetle istenilen mükâfat) veya cehennem belası (tutulmayan sözün cezası).

***********

İnsan, iki kapı arasındaki yolcudur. Birinden girer, diğerinden çıkar. Ne geliş bizim elimizdedir, ne de gidiş. Sadece ikisi arasına serpiştirilmiş “emânet zaman” bize verilmiştir. Ve o zamanın her anı, bizi ebedî menzile götüren bir adım, ya da oradan uzaklaştıran bir sapmadır.

Ne Getirdik?

Gözümüzü açtığımızda elimizde ne bir mal, ne bir makam, ne de bir kimlik vardı. Dilimiz yoktu, elimiz tutmazdı, aklımız işlemezdi. Çıplaktık; sadece beden değil, mana yönüyle de çıplak. Tek sermayemiz, “insan olma potansiyelimiz”di. Bu potansiyel, “emanet”le anlam kazandı: ruh…

“Evet” dedik; ruhlar âleminde bir söz verdik. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna bir kelimeyle cevap verdik: Belâ (Evet). O kelimeyle başladık yolculuğa. O kelimenin doğruluğuyla tamamlayacağız ya da inkârıyla düşeceğiz.

Ne Götürüyoruz?

Elden çıkan her şey, dünya toprağında kalıyor. Gömlekler, unvanlar, servetler… Hatta isim bile. Ancak bir elbise bizimle geliyor: İman ve ibadet elbisesi. O elbise, kefenden daha kıymetli. Çünkü kefen çürür, iman çürümez. Namaz, oruç, sadaka… Onlar bizimle gelirken, bizi tartan bir terazinin kefesini doldurur.

Gelişte bir ebe vardı, gidişte ise bir gassal. Geliş müjdelendi, gidiş matemle anıldı. Ama hangisi daha kıymetliydi? Aslında gidiş, asıl menzilin kapısıydı. Geliş bir başlangıç, gidiş bir neticeydi. Ve her netice, yapılan işin değerini gösterir.

İnsanlık ve Sorumluluk

Bu yolculukta insana yüklenen en büyük yük: sorumluluk. Kâinatta akıl taşıyan tek varlık biziz. Düşünebilen, irade gösteren, seçebilen ve vicdan azabı çekebilen… Bu özellikler, insanlığı sadece biyolojik bir kimlik olmaktan çıkarır. İnsanı, “emaneti yüklenen” halife yapar. Ve bu halifelik; secdeyle başlayan, hesapla sona eren bir imtihandır.

Nereye Gidiyoruz?

Dünya dar. Kabir daha dar. Ama mü’min için ukbâ geniştir. Çünkü iman eden bilir ki; kabir bir sondan çok, bir başlangıçtır. Ata yurdundan gelen ruh, yine ata yurduna döner: “İnna lillah ve inna ileyhi râciûn” sırrınca. Bu dönüş, boşuna değildir. Her dönüş, bir muhasebeye çıkar. “Ne getirdin?” denmeyecek belki; “Ne ettin?” denilecek. Ne getirdiğimiz değil, emanete ne kattığımız önemli olacak.

Netice ve Seçim

İnsan, iki uçta yol alır: ya cennet belâsı, ya cehennem belâsı. İlki, sabrın ve sadakatin ödülüdür. Diğeri, verilen sözün çiğnenmesinin bedeli. Bir “belâ” kelimesiyle başlayan hayat, bir “belâ” ile sonlanır. Fakat bu son, bir başlangıçtır.

Özet:

Bu makale, insanın dünyaya gelişi ve dünyadan gidişi arasındaki anlam yüklü yolculuğu ele alır. İnsanın dünyaya çıplak geldiği ve çıplak gideceği gerçeğiyle birlikte, bu yolculukta taşınan en kıymetli sermayenin iman ve ibadet olduğu anlatılır. Ruhlar âleminde verilen “belâ” (evet) sözüyle başlayan bu seyahatin sonunda, insanın emaneti nasıl taşıdığı ve insanlığa ne kattığı sorgulanacaktır. Makale, insana yüklenen sorumluluğu, geçici dünya hayatının ardından gelen ebedî menzili ve iki sonuçtan birine varan neticeyi düşündürücü bir dille işler.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 5th, 2025