Kâinatın Sessiz Duaları ve Cevap Veren Kudret
Kâinatın Sessiz Duaları ve Cevap Veren Kudret
“İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve lisan-ı ıztırarî ile bütün muztarlar tarafından edilen duaların makbuliyetidir.
İşte bu nihayetsiz duaların bilmüşahede kabul ve icabeti, her biri vücuba ve vahdete şehadet ve işaret ettikleri gibi mecmuu büyük bir mikyasta bilbedahe bir Hâlık-ı Rahîm ve Kerîm ve Mücîb’e delâlet eder ve baktırır.”
Sözler.722
İnsan bazen dilsiz bir tohumda, bazen kanat çırpan bir kuşta, bazen de çaresizce inleyen bir hasta kalpte duanın en derin halini hisseder. Oysa onlar, bizim bildiğimiz kelimelerle dua etmezler. Fakat yine de gökyüzünden rahmet iner, toprağın kalbi yarılır, yavrular rızık bulur, yaralar şifa görür. Bütün bunlar, varlığın görünmeyen dilinde yükselen duaların cevapsız kalmadığının en açık delilleridir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, üç farklı dua lisanı vardır:
- İstidat Lisanıyla Dua:
Her tohumun içinde, her çekirdekte geleceğe dair bir potansiyel, bir istidat gizlidir. Elma çekirdeği, “Beni bir ağaca çevir” der adeta. Gözle görülmeyen bir duadır bu. Fakat toprağa atıldığında, güneşle, suyla, rüzgârla birlikte bu dua kabul olunur. Zira her istidat, yerini bulursa yeşerir. Bu, ilâhî bir kanundur.
- İhtiyaç Lisanıyla Dua:
Yeni doğmuş bir kuş yavrusu, aczi içinde gözlerini açar. Kanadı yok, gücü yok, dili yok. Ama onun açlığı ve korunma ihtiyacı, sessiz bir feryat gibi âlemi dolaşır. Annesi, o ihtiyaçla uçar, yem bulur, döner ve rızkı getirir. Demek ki fıtrî ihtiyaç, ilâhî dergâha yükselen bir dua mesabesindedir. Yaratılışta gizlenmiş ihtiyaçlar bile, Rahmân’ın işitici kudretiyle karşılık bulur.
- Iztırar Lisanıyla Dua:
Denizde batan bir insanın son çırpınışı, çölde susuzluktan inleyen bir canlının son nefesi, hatta hastane köşelerinde umutla bekleyen bir gönlün içten duası… Bunlar lisan-ı ıztırar ile yapılan dualardır. Bu dua, insanın bütün sebeplerden ümidini kesmesiyle yükselir. Ve Rahmet-i İlahiye, bu çaresiz feryada icabet eder. Çünkü ıztırar hâli, en saf ve en samimi dua hâlidir.
Duanın Makbuliyetinde Saklı Kudret
Tüm bu duaların bilmüşahede kabul edilmesi, yani gözle görülür bir şekilde cevapsız kalmaması, şu kâinatın bir Mücîb-i Dua, yani dualara cevap veren bir Yaratıcıya sahip olduğunu ispat eder. O cevaplar ki sadece bir gücün varlığına değil, aynı zamanda:
Rahmetine: Zira yalnız bir kudret değil, aynı zamanda şefkatli bir eldir cevap veren.
Keremine: Çünkü çoğu zaman layık olmadığımız halde nimetler yağar.
Hikmetine: Zira her cevap tam yerinde ve zamanında gelir.
Bir ağacın dallarına serpilen meyveler, bir annenin süt vermesi, bir hastanın şifaya ulaşması… Tüm bunlar, duaların icabetinin sessiz şahitleridir.
Dualar Kiminle Konuşur?
Tohum toprağa, kuş göğe, hasta Allah’a döner. Fakat dikkat ediniz, hepsi tek bir kapıya yönelir. Farklı lisanlarla, farklı zamanlarda, farklı varlıklar tarafından edilen duaların aynı kudret eliyle kabul edilmesi, bu kâinatın dağınık ve başıboş değil; tek bir merkeze bağlı, tevhid nuruyla aydınlanmış bir saray olduğunu gösterir.
Her dua, Allah’ın varlığına işaret eder. Fakat tüm duaların birlikte kabulü ise, Allah’ın birliğine ve eşi-benzeri olmayan bir kudrete sahip olduğuna delalet eder.
Sonuç: Dua, Varlığın Kalp Atışıdır
Kâinat, suskun değildir. Her şey, her an, bir şekilde dua etmektedir. Ve o dualar, cevapsız değildir. Ya bizzat verilir, ya da daha hayırlısıyla karşılık bulur. Bazen bir bekleyiş, bazen bir sabır sınavı olur ama her dua, bir Hâlık’ın huzuruna çıkar. Cevap ya gelir ya gelir…
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman’ın üç dua lisanı (istidat, ihtiyaç, ıztırar) üzerinden varlıkların Allah’a yönelişi ve bu yönelişlerin kabul edilişi işlenmiştir. Tohumun yeşermesi, yavrunun beslenmesi ve çaresizin kurtulması gibi olaylar, dua gerçeğinin hem varlıkla hem de ilâhî kudretle bağını kurar. Neticede bütün duaların makbuliyeti, Allah’ın varlık ve birliğine açık bir delildir. Dua, sadece insanın değil; kâinatın da Allah’la konuşma biçimidir. Ve bu konuşmaya karşılık veren sonsuz bir rahmet sahibidir: el-Mücîb.