Mi’rac: Huzura Davet ve Kâinatın Şahidliği

Mi’rac: Huzura Davet ve Kâinatın Şahidliği

“Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için Mescid-i Haram’dan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksa’ya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-münteha’ya tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.”
Sözler.618

İnsanın yaratılış gayesi, Rabbi’ni tanımak, O’na kulluk etmek ve bu kulluğu en yüce dereceye taşımaktır. Fakat bu yüksek yolculuğun zirvesi, bütün insanlık adına yalnız bir Zât’a, en ekmel, en temiz, en yüksek ruh olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a nasip olmuştur. Bu öyle bir davettir ki, sadece bir Peygamber’in değil, bütün bir varlığın temsil edildiği, cüz’î bir varlığın küllî hakikatlerle buluştuğu bir Mi’ractır.

Davete Layık Bir Kul

“Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet etti…” cümlesiyle başlayan bu kudsî ifadede, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz izzeti karşısında kulun en büyük mertebesi ‘abd’lik, yani kulluktur. O en yüce davet, bir hükümdarın sarayına değil, Kâinatın Hâlıkı’nın huzuruna yapılan bir davettir. Ve bu davet, sahibine yalnızca bir şeref değil, aynı zamanda bir vazife, bir temsil, bir risalet yükü de yüklemektedir.

Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya: Vahdetten Vahdete

Mi’rac’ın ilk adımı, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yapılan gece yolculuğudur. Bu, sadece bir mekân değişikliği değil, temsilî bir köprüdür. Mescid-i Haram tevhidin merkezi, Mescid-i Aksa ise nübüvvetin merkezidir. Birincisi Hz. İbrahim’in tevhid bayrağını taşıdığı mekân, ikincisi ise peygamberlik silsilesinin çoklukla parladığı diyardır.

Bu geçiş, vahdette (birlikte) toplanan dinlerin kökünü gösterir. Hz. Muhammed (asm), burada tüm peygamberlerle görüşmüş, onların hakikatlerini miras almış ve “vâris-i mutlak” olduğunu, yani bütün peygamberlerin getirdiği hakikatlerin mühür taşıyıcısı olduğunu göstermiştir. Bu, İslam’ın, geçmiş tüm hak dinlerin kemâle ermiş ve tahakkuk etmiş hâli olduğunu da temsil eder.

Sidretü’l-Müntehâ ve Kab-ı Kavseyn: Sonsuz Yakınlık

Daha sonra Resûl-i Ekrem, melekût ve mülk âlemlerinde gezdirilir. Bu seyahat, semalara yapılan bir gezi değil; kâinat kitabının satır satır, isim isim okunmasıdır. Yıldızlarda azameti, meleklerde ubudiyeti, sidrede hikmeti, Kab-ı Kavseyn’de ise mutlak kurbiyeti (yakınlığı) tefekkür ettirir.

Kab-ı Kavseyn —iki yay kadar yakınlık— ifadesiyle temsil edilen makam, artık hiçbir mahlûkun yaklaşamayacağı bir huzur anıdır. Ve orada sadece kul vardır. Ne peygamberlik görevi, ne risalet vazifesi; sadece kulluk ve sevgili ile sevgilinin sonsuz vuslatı…

Mi’rac: Temsilî Bir Anahtar

Bu hadise sadece bir mucize değil, aynı zamanda bütün insanlık için bir temsil ve hedef çizgisidir. Her kul, namazla o mi’raca niyet eder. Her secde, Kab-ı Kavseyn’e sembolik bir yolculuktur. Her samimi dua, melekût semasında yankılanan bir niyazdır.

Bediüzzaman’ın dediği gibi bu “cüz’î seyahat”, aslında mahşerî bir küllîlik taşır. Çünkü bir kişinin huzura çıkışı, arkasında bütün insanlığın potansiyelini taşır. Ve bu seyahat, her kalbin istidadınca bir anahtardır.

Özet:

Mi’rac, bir kulun Rabbi’nin huzuruna davet edilmesi ve bununla birlikte bir risalet göreviyle tavzif edilmesidir.

Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya olan yolculuk, tevhidin ve nübüvvetin birliğini temsil eder.

Resûl-i Ekrem, Mi’rac’ta bütün peygamberlerin temsilcisi olarak vâris-i mutlak olduğunu gösterir.

Kab-ı Kavseyn makamında sadece kulluk ve ilahi yakınlık vardır.

Her mü’min, ibadetle bu mi’raca manevî olarak davet edilir ve bu yolculuk her gönle açık bir kapıdır.

 

 

Loading

No ResponsesHaziran 1st, 2025