Ene’nin İstilası: İnsanın İçindeki Ejderha
Ene’nin İstilası: İnsanın İçindeki Ejderha
“Evet ene; ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken mahiyeti bilinmezse tesettür toprağı altında neşv ü nema bulur, gittikçe kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letaifiyle âdeta ene olur.
Sonra nev’in enaniyeti de bir asabiyet-i neviye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip o ene, enaniyet-i neviyeye istinad ederek şeytan gibi Sâni’-i Zülcelal’in evamirine karşı mübareze eder.
Sonra kıyas-ı bi’n-nefs suretiyle herkesi, hattâ her şeyi kendine kıyas edip Cenab-ı Hakk’ın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder. Gayet azîm bir şirke düşer.
اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظٖيمٌ
mealini gösterir. “
Sözler. 30. Söz
> “Evet ene; ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken mahiyeti bilinmezse tesettür toprağı altında neşv ü nema bulur, gittikçe kalınlaşır… Sonra kıyas-ı bi’n-nefs suretiyle… Gayet azîm bir şirke düşer.”
— Sözler, 30. Söz
İnsan, hakikatin aynası, kâinatın miftahı, sırlar âleminin anahtarı olarak yaratılmıştır. Fakat bu yüksek vazife ona “ene” adı verilen ince bir çizgi, zarif bir elif, sadece bir farazî hat üzerinden verilmiştir. Ene; kendisi hakiki bir varlık değil, İlâhî hakikatleri anlamak için kıyas unsuru olarak yaratılmış hayalî bir ölçüdür.
Ancak mesele burada bitmez. Zira insan, bu “farazî” olanı “hakiki” zannederse, işte o zaman bir hakikat aynası iken zulmet üreticisine dönüşebilir. Ene, haddini aştığında ince bir çizgi olmaktan çıkar, bir manevî ejderhaya dönüşür. Ve insanın bütün latifelerini, duygularını ve benliğini yutar.
Farazî Olanın Hakiki Sayılması: En Büyük Aldanış
Ene, aslında bir ölçüdür; ilmin, kudretin ve diğer İlâhî sıfatların idrak edilebilmesi için insana verilen bir misaldir. Ancak insan, bu ölçüyü “asıl” kabul ettiğinde ve kendini her şeyin merkezi sanmaya başladığında benlik merkezli bir algı inşa eder. Bu algı, önce bireysel düzeyde, sonra da toplumsal ve hatta tarihî düzeyde asabiye-i neviyeye (ırkî ve millî enaniyete) dönüşür.
Artık sadece bireysel ene değil, toplumsal ene konuşmaya başlar. Ve bu kolektif benlik, Cenab-ı Hakk’a ait olan mülkü ve tasarrufu esbaba, yani görünürdeki sebeplere taksim eder. Allah’ın mülkünde başka müstakil güçler vehmedilir. Bu vehim, Kur’ân’ın tarif ettiği üzere büyük bir zulüm olan şirke kapı açar:
> “Şüphesiz ki şirk, en büyük zulümdür.”
(Lokman Suresi, 13)
Ene’nin Deşifre Edilmesi: Marifetin Şartı
Bu nedenle Bediüzzaman Hazretleri, ene’nin mahiyetinin bilinmesini, kâinatın tılsımının çözülmesinde anahtar kabul eder. Zira ene anlaşılmazsa, insan kendi gölgesine tapar; görünmeyeni görmez olur. Halbuki ene, sadece bir kıyas vasıtası olarak anlaşılırsa, Allah’a giden yolu gösteren bir işaret levhası olur.
İnsanın “ben” demesi; “Ben varım, çünkü bir Yaratanım var” sonucuna götürmeli. Aksi halde “Ben varım, her şey bana bağlı” gibi bir zan, onu kibir ve tuğyana sürükler.
Zulümden Marifete: İki Yolu Ayıran İnce Hat
Ene, insan için bir imtihan vesilesidir. Ya marifetullaha köprü olur ya da benlik dağında bir put halini alır. Onun kalınlaşması; kibre, taassuba, zulme ve şirk karanlığına giden yoldur. İnce ve zarif mahiyeti korunursa, hikmet ve hidayet feneri olur.
İşte bu yüzden, insanın kendi içindeki bu ejderha ile yüzleşmesi gerekir. Ene’nin gerçek mahiyetini bilmek, kendini bilmekle başlar. Kendini bilen, Rabbini de bilir.
Özet
Bu makalede, insanın mahiyetine konulan “ene”nin başlangıçta ince ve farazî bir çizgi olduğu; fakat hakikati bilinmezse büyüyerek insanın tüm benliğini istila ettiği anlatılmıştır. Ene’nin yanlış anlaşılması, bireysel ve kolektif boyutta büyük bir şirk tehlikesine kapı açar. Doğru anlaşılması ise Allah’ın isim ve sıfatlarına giden bir marifet yoludur. İnsan, enesini tanıdıkça Rabbini tanır; enesini putlaştırırsa zulmün karanlığına düşer.