Ruhun Ebedî Yolculuğu: Emr Âleminden Gelen Misafir
Ruhun Ebedî Yolculuğu: Emr Âleminden Gelen Misafir
“Demek, nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanin, daima veya ağleben bâki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat’îdir, lâyıktır. Çünkü zîvücuddur, hakikat-i hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavîdir, daha ulvidir. Çünkü zîşuurdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymettardır. Çünkü zîhayattır.”
Sözler. 29. Söz
Her insan, bir gün ölümle yüzleşeceğini bilir. Fakat bu bilgiden daha derin bir merak, ruhun akıbetine dairdir: Ruh ölür mü? Yok olur mu? Ebediyen yaşar mı? Bediüzzaman Said Nursî, bu soruları cevaplandırırken, ruhun mahiyetini âlem-i emir, yani Allah’ın emriyle yaratılan nuranî bir varlık olarak tanımlar. Onu şuursuz kanunlardan, cansız eşyalardan ve maddî yapılardan üstün ve ebediyete en layık misafir olarak takdim eder.
- Âlem-i Emir: Varlığın Derin Katmanı
Cenab-ı Hakk’ın iki büyük tasarruf sahası vardır: Biri âlem-i halk (yaratma), diğeri âlem-i emir (ol emriyle meydana gelen). Cisimler, maddeler, dağlar ve yıldızlar halk âlemindendir. Ancak ruh, melek, vahiy, kader gibi latif varlıklar emr âlemindendir. Bu sebeple:
Ruh, yaratılış bakımından ani ve ilahî bir emirle vücut bulur.
Maddenin yasalarına tâbi değildir; bozulmaz, çürümez, çözülmez.
Nasıl ki “ol” emriyle kâinat şekillendi; aynı emirle ruh yaratıldı. Ve o emir, geçici değil; ebedî bir serüvenin başlangıcıdır.
- Kanunlar Bâkidir, Peki Ruh?
Bediüzzaman, dikkat çeker: “Şuursuz kavanin (kanunlar), bâki kalıyor.” Mesela:
Yerçekimi,
Büyüme kanunu,
Fiziksel dengeler…
Bunlar şuursuz olmalarına rağmen, kâinatta kalıcıdır. Eğer şuursuz bir kanun bile bekaya mazhar oluyorsa; şuur, hayat ve irade sahibi olan ruh, neden bekaya layık olmasın?
Ruh, kanunlardan daha kuvvetlidir çünkü şuur sahibidir.
Daha ulvidir çünkü hayat taşır.
Daha hakikîdir çünkü ferdî bir vücudu, bir kimliği vardır.
- Ruhun Varlıkta Üstünlüğü: Zîvücut, Zîşuur, Zîhayat
Ruh, üç büyük meziyetiyle bekaya en layık varlıktır:
Zîvücut: Ruh, kendine mahsus bir varlık sahibidir. Bir şahsiyeti, bir benliği, bir kimliği vardır.
Zîşuur: Ruh, bilir, anlar, düşünür. Şuur, hem Allah’ın isimlerini yansıtır hem de ilahî hakikatleri idrak eder.
Zîhayat: Ruh canlıdır. Hayat ise varlığın en kıymetli cevheridir. Hayat varsa anlam vardır. Hayat varsa devam vardır.
Bu özellikler, ruhu kanunlardan, cisimlerden, yıldızlardan bile daha değerli kılar.
- Ölüm Bir Yok Oluş Değil, Mekân Değişikliğidir
Maddî varlıklar çürür, dağılır, erir. Ama ruh, ne toprakta çözünür, ne yıldızlarda kaybolur. Çünkü o, bedene bağlı değil; onun misafiridir. Öldüğümüzde beden toprağa döner; ama ruh:
Ya ebedî saadet yurduna uçar,
Ya da pişmanlıkla dolu bir bekleyişe girer.
Bunun en büyük delili, vahiy, nübüvvet ve ahiret haberleridir. Ama akıl da ruhun fani olamayacağını, bu mahiyetin yoklukla izah edilemeyeceğini kabul eder.
- Hikmetli Bir Temsil:
Bir padişahın sarayında binlerce çalışan vardır. Kimisi sadece emirlere uyar, robot gibidir. Kimisi ise danışmandır, akıllıdır, sözü geçer. Zaman gelir, saray yıkılır. Fakat padişah, robotları atar, danışmanını alır, başka sarayda görevlendirir. İşte beden saray, ruh ise danışmandır. Beden yıkılır, ama ruh ebediyetle buluşur.
Sonuç ve Değerlendirme:
İnsan, yalnız etten kemikten ibaret değildir. Onu kıymetli yapan, ruhudur. Ruh ise ebediyetin misafiridir. Emr âleminden gelen bu nuranî cevher, ne zamanla eskir, ne de toprakla yok olur. Çünkü iradenin, ilmin ve hayatın taşıyıcısıdır. Eğer şuursuz ve cansız kanunlar bile varlıkta kalıcılıkla anılıyorsa; ruh, bu kalıcılığın zirvesinde yer alır. İnsan, ruhuyla insandır. Ve ruhuyla ebediyetin kapısına yürür.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin “ruh bekaya daha lâyıktır” ifadesinden hareketle, ruhun emr âleminden gelen, şuurlu, hayat sahibi ve kalıcı bir varlık olduğu ifade edildi. Şuursuz kanunların bile bekaya mazhar olduğu bir düzende, zîvücut ve zîşuur olan ruhun ebedîliği daha kat’îdir. Ruh, bedenin misafiri değil; varlığın özüdür. Ölüm, onun için bir yok oluş değil, ebedî âleme geçiştir.