Cehennem Gibi Cennet, Cennet Gibi Cehennem: Kalbin Hali Âlemi Nasıl Yansıtır?
Cehennem Gibi Cennet, Cennet Gibi Cehennem: Kalbin Hali Âlemi Nasıl Yansıtır?
“Hatta Cehennem-i cismanî, ârif olan mü’min için asiye kâfirin Cehennem-i manevîsine nisbeten Cennet gibidir.”
(Mesnevî-i Nuriye, s. 228)
Dünya ve âhiret, zıt kutuplarla örülmüş bir imtihan sahnesidir. Ateşle suyun, zulmetle nurun, Cennetle Cehennem’in hakikati yalnızca maddî boyutla sınırlı değildir. Bazen görünürdeki bir ateş, içinde nur saklarken; dıştan nimet gibi görünen bir hayat, derin bir mânevî azabın örtüsünü taşıyabilir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin bu sözü, sadece mahşer gününe değil, daha bu dünyada başlayan bir iç hakikate dikkat çeker: Gerçek azap ve gerçek huzur, çoğu zaman kalpte başlar. Kalbi ilim ve marifetle nurlanmış bir mü’min için, hatta bedenî bir azap olan cismanî Cehennem bile; inkâr ve gafletle kararan bir ruhun içinde bulunduğu mânevî Cehennemden daha hafif ve hatta Cennet gibi gelebilir. Çünkü o mü’min bilir ki, her ateş onun için değil; her zorlukta bir rahmet gizlidir.
Tarih boyunca nice mü’minler vardır ki, bedenleri ateşlere atılmış, ama ruhları serinlikte kalmıştır. Hazret-i İbrahim (as) ateşe atıldığında, “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selametli ol” emriyle o ateş bir Cennet bahçesine dönüşmüştü. Zira oradaki serinlik, yalnızca dış şartların değil, kalbin Allah’a olan yakininden doğmuştu. İşte ârif mü’minin sırrı buradadır: O, dış dünyada neyle karşılaşırsa karşılaşsın, iç dünyası Cennet kadar huzurludur.
Bunun zıddı da mümkündür. Zenginlik, rahatlık, şöhret gibi dışarıdan nimet gibi görünen hayatlar, kalbi inkârla kararmış bir insan için mânevî bir Cehennem olur. Günahın zevki tükenince, geriye sadece vicdan azabı, yalnızlık ve korku kalır. Bu ruh hâli, bedenî bir azap yaşamasa da içten içe kavrulan bir azaptır. Kalbi imanla dolu olmayan bir insan için, dünya nimetleri bile dar bir zindan halini alır. Çünkü kalp, Rabbini tanımadığı müddetçe hiçbir lezzet ona huzur veremez.
Nitekim, zindanda Kur’an’ı düşünen bir mü’minin iç dünyası nurla dolar; saraylarda Allah’tan gafil yaşayan bir kimsenin iç dünyası ise karanlıklarla kaplanır. Bu yüzden, gerçek Cennet de Cehennem de önce kalpte başlar.
Manevî Cehennem, gafletin, inkârın, boşluğun, amaçsızlığın ve nefsin esaretinde geçen bir ömrün cezasıdır. Bu azap, kimse fark etmese de sahibini için için yakar. Çünkü kalp, kendisine takılan yaratılış gayesine aykırı hareket ettikçe, ruh sıkılır, varlık daralır, hayat çekilmez hâle gelir. İşte bu hâl, asiye kâfirin mânevî Cehennemidir.
Ârif mü’min ise, musibetlerde Allah’ın kudretini, hastalıklarda rahmetini, belalarda hikmetini gören kimsedir. O bilir ki, Allah dostlarının yolu çiçeklerle değil, dikenlerle doludur. Fakat o dikenler, Allah için sabredildiğinde Cennet’e dönüşür. Cismanî Cehennem bile, Allah için çekilen bir imtihan olursa, içindeki ruh Cennet’te yaşar.
Bu hakikat, bize hayatın dış yüzüne aldanmamayı öğretir. Zorlukları sabırla ve tevekkülle karşılayan, iç dünyasını Kur’an ve imanla nurlandıran bir mü’min, dünyanın en zor şartlarında bile huzur bulabilir. Buna karşılık, ne kadar dıştan rahat ve lüks bir hayat yaşasa da kalbi Allah’tan uzak olan kişi, kendi içinde derin bir boşluk ve azap hisseder.
Çünkü ruhun gıdası iman, huzurun kaynağı marifettir. Kim Allah’ı tanırsa, her şey ona dost olur; kim Allah’tan gafil olursa, nimetler bile onun için azaba dönüşür.
Özet:
Bu makalede, Mesnevî-i Nuriye’de geçen “Cehennem-i cismanî, ârif olan mü’min için… Cennet gibidir” ifadesi temel alınarak, iç huzurun imanla, iç azabın ise inkârla doğrudan ilişkili olduğu ifade edilmiştir. Kalbin Allah ile buluştuğu bir durumda bedenî sıkıntılar bile ruhu yormazken, kalbi gafletle kararmış bir kimse için en rahat hayat bile mânevî bir azaba dönüşebilir. Gerçek Cennet de Cehennem de insanın içinde başlar. Öyleyse huzuru dışta değil, kalpte ve imanda aramak gerekir.