Suskun Taşların Fısıltısı: 1993’ün Kanlı Yüzü ve Faili Meçhuller
Suskun Taşların Fısıltısı: 1993’ün Kanlı Yüzü ve Faili Meçhuller
Türkiye yakın tarihinde derin izler bırakan faili meçhul cinayetler, şüpheli ölümler ve devlet içi karanlık yapıların faaliyetlerine dair birçok soru işaretini içinde barındırıyor.
Tarih, bazen kanla, bazen gözyaşıyla yazılır. Ama en çok da suskunlukla örtülür. Türkiye, 1993 yılında böylesi bir suskunluk girdabına çekildi. Birer birer giden aydınlar, komutanlar, liderler… Ve ardından gelen sus pus bir devlet, “tesadüf” denilerek geçiştirilen ölümler, gömülen hakikatler…
Ama taşlar konuşmasa da susmaz. Ve bu milletin vicdanı da o taşları dinlemeyi bilir.
Bir Dizi Ölüm, Bir Büyük Sır
1993 yılı, ardı ardına gelen karanlık ölümlerle başladı. Uğur Mumcu’nun 24 Ocak’ta bombayla öldürülmesiyle açılan kapı, 5 Şubat’ta Adnan Kahveci’nin şüpheli trafik kazası, 17 Şubat’ta Eşref Bitlis’in düşen uçağı ve 17 Nisan’da Turgut Özal’ın ani ölümüyle derinleşti.
Bu ölümler sadece takvim yapraklarına düşmedi; aynı zamanda Türkiye’nin kaderini de yeniden şekillendirdi. Ardından gelen 24 Mayıs 1993 tarihindeki PKK’nın 33 silahsız askeri şehit ettiği pususu, devletin zaafa uğratıldığını ve bir elin planlı şekilde düğmelere bastığını haykırıyordu.
Uğur Mumcu Ne Bulmuştu?
Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, ölümünden önce İsrail-MOSSAD, PKK ve İran bağlantılarını araştırıyordu. “Tarikat-Siyaset-Ticaret” üçgeninde dönen karanlık ilişkileri kaleme almış, İsrail’in Ortadoğu’daki nüfuzunu artırmak adına PKK ile bazı örtülü ilişkiler kurduğunu iddia etmişti.
Aynı şekilde, Turgut Özal’ın Kürt meselesinde barışa yönelik çözüm için attığı adımlar, bazı çevreleri rahatsız etmişti. Eşref Bitlis ise, Özal’ın bilgisi dahilinde PKK ile mücadelede farklı bir strateji geliştiriyor ve dış müdahalelere karşı devlet içi direnci artırıyordu.
Adnan Kahveci ise, devlet içindeki yolsuzlukları ve kirli ağları ortaya çıkarmak üzereydi.
Tüm bu isimlerin ortak özelliği, derin yapılarla çatışmalarıydı. Ve ilginçtir ki, hepsi 1993’te, birkaç ay arayla ve “faili meçhul” kisvesiyle hayattan silindiler.
Devletin İçinde Devlet mi Vardı?
Bu ölümler, Türkiye’de derin devlet ya da “kontrgerilla” kavramını tekrar gündeme getirdi. Resmî devletin dışında ama onun gücünü kullanan illegal yapılanmalar, siyaseti dizayn etti, istikamet belirledi, çözüm arayanları susturdu.
Peki kimdi bunlar? İçeride kimdi, dışarıdan kim yönlendiriyordu?
İsrail’in, ABD’nin, NATO’nun Ortadoğu politikaları, Türkiye’de iç dinamikleri hedef alıyordu. Kimi zaman PKK ile, kimi zaman tarikat perdesi altındaki yapılarıyla yani hem sağdanhem soldan, kimi zaman medya manipülasyonlarıyla… Ama en önemlisi, kendi devlet adamlarını hedef alarak…
Suskunluğun Suç Ortaklığı
Bugün hâlâ Uğur Mumcu cinayeti aydınlatılamadı. Eşref Bitlis’in uçağının neden düştüğü belirsiz. Adnan Kahveci’nin kazası “trafik hatası” olarak kapatıldı. Turgut Özal’ın mezarı yıllar sonra açıldı ama net bir sonuç yok.
Çünkü bu faili meçhuller ile PKK’nın önü açılıyor, ona zemin hazırlanıyordu.
Adalet geciktikçe zulüm kök salar. Sessizlik çoğaldıkça korku hâkim olur. Ama bir millet hafızasını yitirmedikçe, ne zulüm kalıcı olur ne de zalim hüküm sürer.
Vicdan Susmaz, Tarih Unutmaz
Bu topraklar, şehitlerin fısıltısıyla yoğrulmuştur.
Her faili meçhul cinayet, bir milletin hafızasına kazınmış çığlıktır.
Tarihin perdesi aralandığında, karanlıkta kalanların yüzü ortaya çıkacaktır. Ve o gün, hak yerini bulacak, zulüm çökecektir.
Özet:
Bu makalede, 1993 yılında ardı ardına gerçekleşen Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis ve Turgut Özal gibi önemli isimlerin şüpheli ölümleri cihetiyle, Türkiye’nin yakın tarihindeki faili meçhul cinayetler ve derin yapılar ele alındı. Bu ölümlerin tesadüf olamayacak kadar açık ve politik etki gücü yüksek olduğu ifade edildi. Ayrıca, bu şahsiyetlerin hepsinin devlet içindeki kirli ağlara ve dış müdahalelere karşı mücadele ettikleri ortak noktasıyla, bir üst akıl tarafından tasfiye edilmiş olabilecekleri ihtimali üzerinde duruldu.