Yaşatmak mı, Yok Etmek mi? İki Medeniyetin İnsana Bakışı

Yaşatmak mı, Yok Etmek mi? İki Medeniyetin İnsana Bakışı

Fransa Ulusal Meclisi, kısa bir süre önce “ölmeye yardım” olarak sunulan yasa tasarısını kabul etti. Bu yasa; “hastalığa bağlı sürekli fiziksel ya da psikolojik acı çeken” ve “bilinci yerinde olarak bu isteğini ifade eden” kişilerin, devlet eliyle ölümüne izin verilmesini öngörüyor.

Modern Batı’nın bireysel özgürlüğü ve acısız yaşamı kutsayan yaklaşımıyla bu yasa, bir “şefkat” örneği gibi sunulsa da, aslında hayata karşı ümitsizliğin, sabrın ve maneviyatın yitirilmesinin hukuki ifadesidir. Bir zamanlar akıl hastalarına şeytan girmiş denilerek onları hipodromlarda diri diri yakma vahşetinden geçen bu anlayış, bugün aynı kökten gelen bir başka yönteme, “yardımlı intihara” evrilmiştir. Fakat özü değişmemiştir: Acı çekiyorsa, onu ortadan kaldır!

Oysa İslam medeniyeti, acının kendisini düşman değil, terbiye edici bir öğretmen olarak görür. Sabırla, şefkatle ve hikmetle yaklaşır. Akıl hastası ise deli değildir; emanettir. Şifa arayan bir kalptir.

Ecdadın Şefkat Medeniyeti

Bugün Kayseri Selçuklu Şifahanesi, Edirne Darüşşifası, Manisa Bimarhanesi gibi yerlerde hâlâ izlerine rastlanan Osmanlı ve Selçuklu tıbbı; yalnızca ilaçla değil, su sesiyle, ney nağmesiyle, sohbetle, Kur’an tilavetiyle insanı tedavi etmeye çalışırdı. Delilik, bir ötekileşme sebebi değil; daha fazla merhamet edilmesi gereken bir haldi.

Manisa Bimarhanesi’nde akıl hastaları için şu ilkeler geçerliydi:
“Yüksek sesle konuşulmayacak. Hastaya kötü söz söylenmeyecek. Sert davranılmayacak. Her hasta bir insan gibi görülecek.”

Yani ecdadımız, deliyi yakmadı, bağlamadı, ölüme terk etmedi. Aksine, onu yaşatmanın, ona ulaşmanın ve onu anlamanın yollarını aradı. Çünkü insanı Yaradan’dan dolayı seven bir inanca sahipti. Onlar için “bir insanı yaşatmak, bütün insanlığı yaşatmak gibiydi.”

Yaşama Hakkı mı, Ölüm Hakkı mı?

Bugün Batı’nın “özgür irade” adı altında sunduğu ötanazi, aslında insanın hayattan umudunun kesildiği bir boşluğa düşmesidir. İnsanı sadece beden zanneden bir anlayışın, ruhu göz ardı etmesidir.
Acı çekiyorsan, demek ki hayatın değersiz…
Yalnızsan, demek ki yaşaman anlamsız…
İşte bu anlayış, insanı bizzat kendi elleriyle yok etmeye götürmektedir.

Oysa İslam, acıya da anlam yükler. Sabırla geçirilen bir an, belki bin yıllık bir günaha kefarettir. Allah’ın “Şâfi” isminin tecellisine, “Sabûr” isminin terbiye ediciliğine teslim olmak; Müslüman için teselli ve güç kaynağıdır.

İki Medeniyet, İki Yöneliş

Bir medeniyet, zayıfı yok ederken diğer medeniyet onu yaşatır.
Biri acıyı imha etmeye çalışır, diğeri acının içinden hikmeti çıkarır.
Biri dünya merkezlidir, diğeri ahiret merkezli.

Bu yüzden Batı’nın “yardımlı ölüm” yasaları, teknolojik ilerlemenin değil, manevî çöküşün göstergesidir.
İslam’ın “yaşat ki yaşayasın” ilkesi ise, şefkat medeniyetinin özüdür.

Makale Özeti

Fransa’da kabul edilen “ölmeye yardım” yasası, acı çeken kişilerin devlet eliyle hayatlarına son verilmesini mümkün kılıyor. Bu yasa, Batı’nın insan hayatına maddî ve bireyci yaklaşımını yansıtırken, İslam medeniyeti tarih boyunca acıyı hikmetle karşılamış, insanı yaşatma üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı ve Selçuklu’da akıl hastaları su ve müzikle tedavi edilirken, Batı onları yakarak veya ölüme terk ederek “çözüm” üretmeye çalışmıştır. Bu makale, iki medeniyetin insana ve hayata bakışındaki temel farkları ibretli bir bakışla ortaya koymaktadır.

 

 

Loading

No ResponsesMayıs 28th, 2025