İnsanın Sırrı: Talim-i Esma ve Emanet-i Kübra
İnsanın Sırrı: Talim-i Esma ve Emanet-i Kübra
“Hazret-i Âdem’in melâikelere karşı kabiliyet-i hilafet için bir mu’cizesi olan talim-i esmadır ki bir hâdise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki:
Nev-i beşere, câmiiyet-i istidat cihetiyle talim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envaına muhit pek çok fünun ve Hâlık’ın şuunat ve evsafına şâmil kesretli maarifin talimidir ki nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki semavat ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrayı haml davasında bir rüçhaniyet vermiş.” Sözler. 20. Söz.1. Makam.
*******
Âlemde insandan daha zayıf, daha muhtaç bir varlık zor bulunur. Ne tırnağı pençe gibi, ne derisi zırh gibidir. Soğuğa karşı kürkü yok, yırtıcıya karşı sivri dişi yok. Fakat öyle bir sırrı var ki, o sır sayesinde melekleri bile hayret ettirmiştir: Talim-i Esma.
Hazret-i Âdem’e öğretilen isimler; sadece bazı kelimelerin ezberi değil, varlıkların arkasındaki manaları okuyabilme, eşyaya mânâ-yı harfîyle bakabilme kabiliyetidir. Bu da onu, mahlûkat içinde halifelik makamına layık kılmıştır. Çünkü bu ilim, Allah’ın isim ve sıfatlarına mazhar olma, O’nun kâinattaki şuunatını anlamaya açılan bir anahtardır.
İnsanın İlimle İmtihanı
Âdem’in ilimle üstünlüğü, meleklerin secdesiyle tasdik edilmişti. Fakat bu secde, bir üstünlük ilanı değil, bir sorumluluk yüklenmesidir. Çünkü talim-i esma, beraberinde emanet-i kübrayı getirir. Yani Allah’ın bütün isimlerinin, sıfatlarının, fiillerinin birer aynası olma; onları temsil etme vazifesi… Bu öyle ağır bir yüktür ki, Kur’an ifadesiyle “gökler, yer ve dağlar bu emaneti yüklenmekten çekinmiş, insan ise onu yüklenmiştir.” (Ahzâb, 72)
Bu yük, aynı zamanda bir seçimdir. İnsanın iradesiyle yaptığı her tercih, Allah’ın isimlerinden birinin gölgesinde olur. Şefkatle davranırsa, Rahmân isminin; adaletle hükmederse, Hakem isminin; affederse, Gafûr isminin bir tecellîsine mazhar olur. Böylece insan, bir yönüyle ilahi isimleri yaşayan bir tefsir haline gelir.
İlim Sorumluluktur, Marifet Varlığa Borçtur
İnsanın ilme mazhar olması, onu yalnızca bilen değil; bildiğini yaşamakla sorumlu kılar. Talim-i esma, teorik bir bilgi değil, varlıkla kurulan bir hakikat ilişkisidir. Her varlık bir esmanın aynası, her hâl bir ilahî tecellîdir. İnsana düşen; bu hakikati okumak, tanımak ve o tanımanın gereğini yaşamaktır. Çünkü tanımak, sevmekle; sevmek ise hizmetle tamam olur.
İnsan ilme mazhar oldukça, Allah’a yaklaşır; gafletle uzaklaşır. Her yeni bilgi, insana ya bir emanetin anahtarını sunar ya da onu o emanetin altında ezilmeye mahkûm eder.
Sonuç: Secdeden Sorumluluğa
Hazret-i Âdem’e secde eden melekler, bir bilgiyi değil; o bilgiyi yüklenen iradeyi, şuur ve sorumluluğu selamlamıştı. Bu da bize gösteriyor ki; insan, ne melektir ne hayvan. Fakat ona öyle bir istidat verilmiştir ki, doğru kullanılırsa meleği geçer; yanlış kullanılırsa hayvandan da aşağı düşer. Talim-i esma ve emanet-i kübra, bu iki uç arasında insanı dengeleyen, terakki ettiren bir rahmet köprüsüdür.
Özet:
Bu makale, Hazret-i Âdem’e öğretilen “talim-i esma”nın sıradan bir bilgi aktarımı değil, Allah’ın isim ve şuunatına mazhar olma kabiliyeti olduğunu ifade eder. Bu kabiliyet, insana melekleri bile hayran bırakan bir üstünlük kazandırmıştır. Ancak bu ilim, beraberinde emanet-i kübra gibi büyük bir sorumluluk da getirir. İnsanın bu emanetle yüklenmesi, onun tercihleriyle ilahî isimleri temsil etmesini ve bu yolda hem yükselme hem de düşme ihtimali taşımasını ifade eder. Sonuç olarak, insan, ilmiyle sorumlu, iradesiyle imtihan edilen ve halifelikle yükümlü kılınan müstesna bir varlıktır.