Türkiye’de Yüz Yıl İçerisinde Faili Meçhuller ve Entrikalar: Derin Sessizliklerin Çığlığı

Türkiye’de Yüz Yıl İçerisinde Faili Meçhuller ve Entrikalar: Derin Sessizliklerin Çığlığı

Türkiye’nin son yüz yılı, görünür tarih kitaplarının satır aralarında kaybolmuş binlerce “faili meçhul”le ve karanlık dehlizlerde çevrilmiş “entrikalar”la örülüdür. Her dönem kendi rengini verirken, değişmeyen şey; hakikatin üstünü örten sis, masumların ardında bırakılan sessiz çığlıklar ve “derin” ellerin izidir.

Bu coğrafyada cinayetler işlenmiş, suikastlar yapılmış, dosyalar kapatılmış ama milletin vicdanı hiçbirini kapatamamıştır. Bazı isimler unutulmuş olsa da arkada bıraktıkları sızı, hâlâ toplumun hafızasında yaşamaktadır.

Karanlıkta Kalan İsimler, Karanlıkta Bırakılan Hakikatler

Ali Şükrü Bey’in 1923’teki suikastıyla başlayan bu uzun liste, Uğur Mumcu, Hrant Dink, Eşref Bitlis, Turgut Özal, Muhsin Yazıcıoğlu, Gaffar Okkan, Necip Hablemitoğlu gibi birçok isme kadar uzanır. Bu isimlerin her biri, sadece bir birey değil; bir fikrin, bir duruşun, bir vicdanın sembolüdür.

Kimileri “devlet sırrı” adıyla örtüldü, kimileri “gizli belge”lerle unutturuldu. Ancak toplumun zihninde hep aynı soru yankılandı: “Kim yaptı?” Bu sorunun cevabı kadar önemli olan şey, neden yapıldığıdır.

Çünkü bu cinayetlerin çoğu, fikirleri susturmak, yönleri değiştirmek, korku salmak, istikameti bozmak içindi. Kimi zaman bir suikastla bir dava ortadan kaldırılmak istendi. Kimi zaman bir gazeteciye kurşun sıkılarak hakikatin sesi susturulmak istendi.

Entrikalar: Derin Planların Sessiz Aktörleri

Faili meçhuller sadece silahlı saldırılarla değil, aynı zamanda itibar suikastlarıyla, kumpas davalarla, medya linçleriyle de işlendi. Bazıları ömür boyu “hain” yaftasıyla yaşamak zorunda bırakıldı; yıllar sonra beraat ettiğinde ise ne toplum ne vicdan iade-i itibar etti.

1970’ler ve 80’ler, darbe hazırlıklarıyla birlikte örtülü operasyonların arttığı yıllardı. 1990’larda JİTEM iddiaları, Susurluk kazası, Beyaz Toroslar dönemi ve köy boşaltmaları, devlet içinde “devlet dışı” yapıların izini gösterdi.

2000’ler ve sonrasında ise daha rafine yöntemlerle, dosya klasörleri ve istihbarat raporlarıyla işlenen “hukuk kılıklı” entrikalar devreye girdi. Balyoz, Ergenekon gibi süreçler; delillerin manipüle edildiği, bazı suçların meşrulaştırıldığı, bazı gerçeklerin ise göz göre göre örtüldüğü yıllar oldu.

İbret: Güç Değil, Adalet Kalıcıdır

Bütün bu hadiseler bizlere bir hakikati fısıldar: Güç geçicidir, zulüm kendi kendini tüketir ama adalet, hakikat ve vicdan ebediyen ayakta kalır. Bir milletin gerçek bekâsı, tankla tüfekle değil, adaletle korunur. Aksi hâlde koca devletler, içinden çürür; mazlumların ahıyla temelinden sarsılır.

İslam tarihinde Hz. Ömer’in “Dicle kenarında bir koyun kaybolsa, hesabı benden sorulur” anlayışı; modern Türkiye’de “üzerine toprak atılan her hakikatin altından başka bir ihanet çıkar” gerçeğiyle yüzleşir. Faili meçhuller, yalnızca bir cinayet değil; milletin hafızasına saplanan hançerdir.

Sonuç: Sessizleri Duymak, Susturulanları Hatırlamak

Toplum olarak bize düşen, bu “meçhuller”i unutmamak ve unutturmamaktır. Her bir dosya yeniden açılmasa bile, her bir vicdan yeniden uyanmalıdır. Zira tarih, hakikatini kaybederse, kendisini tekrar etmeye mahkûm olur.

ÖZET:

Son yüz yıl, Türkiye’de faili meçhul cinayetlerin, karanlık entrikaların ve derin yapıların gölgesinde geçti. Bu olaylar, sadece bireyleri değil; fikirleri, davaları ve milletin vicdanını hedef aldı. Adaletin ötelenmesi, toplumu içten içe çürüttü. İbret verici olan, güçlülerin değil; hak ve adaletin baki olduğudur. Bu makale, tarihin karanlık sayfalarında unutulmaması gerekenleri hatırlatmak ve sessizliğe gömülmüş çığlıklara kulak vermek içindir.

 

 

Loading

No ResponsesMayıs 25th, 2025