İran’ın Değişmeyen Yüzü: Dün Ebu Lü’lü, Bugün PJAK

İran’ın Değişmeyen Yüzü: Dün Ebu Lü’lü, Bugün PJAK

“Terör örgütü PKK’nın İran uzantısı olan PJAK, PKK’nın aldığı silah bırakma ve fesih kararının kendilerini bağlamadığını açıklayarak, “Biz PJAK olarak ne silah bırakacağız ne de kendimizi feshedeceğiz.” dedi.”[1]

İran aynı İran.
Dün ne ise bugün de o, yarın da o.
Dün Şia’nın Hz. Ömer(R.A.)’ı Şehid Eden Ebu Lü’lü İran’lı idi.
Bugün ise o Münafık Her Sene Kabri Başında Törenlerle Anılmakta.[2]

Dün  Selçuklu’yu tehdit eden Alamut kalesinin eşkıya başı Haşhaşi yani Hasan Sabbah bir İran beslemesi idi.
Dün 1501 de Şeyh iken Şahlığa soyunan ve Anadolu’ya kadar istilacı bir siyaset izleyen Şah İsmail bir İran Şahı idi.
1979’da Fransa’dan özel Fransa uçağıyla İran devrimini yapan Humeyni Türkiye ve orta doğu siyasetinin şekillenmesi için kullanıldı.[3]

********

Tarih, aynı aktörlerin farklı sahnelerde rollerini tekrarladığı devasa bir sahnedir. Zaman değişir, şahıslar değişir; ama zihniyet aynı kalır. Bu açıdan İran, tarih boyunca İslam dünyasının birliğini tehdit eden, mezhep üzerinden ayrıştıran ve kaosu stratejik çıkar olarak kullanan bir devlet modeli olagelmiştir.

Bugün PKK’nın İran’daki uzantısı PJAK’ın, PKK’nın aldığı “silah bırakma” kararına uymayacağını ilan etmesi ve silahlı mücadeleye devam edeceğini açıklaması, “İran’ın değişmediğini” açıkça göstermektedir. Düne ait izleri takip ettiğimizde bu zihniyetin köklerinin çok derinlere uzandığını görürüz.

  1. Dün: Ebu Lü’lü’nün İzinde Bir Şia Zihniyeti

Hz. Ömer (r.a.), adaletin timsali, İslam medeniyetinin kurucu liderlerinden biridir. Onu şehid eden Ebu Lü’lü, tarihte sadece bir katil değil; aynı zamanda İranlı bir mecusiydi. Bugün dahi İran’da bu adamın mezarı ziyaretgâh hâline getirilmiş, adına törenler düzenlenmektedir.

Bu, sadece bir “tarihî sevgi” değil, bir zihniyetin canlı tutulmasıdır. Hz. Ömer’i seven bir Müslüman ile Ebu Lü’lü’ye hayranlık duyan bir anlayış aynı safta olabilir mi? Bu tablo, İran’ın tarihten bugüne taşıdığı fikir kodlarını açıkça ortaya koymaktadır.

  1. Alamut Kalesi’nden Hasan Sabbah’a: Fitne Mirası

Selçuklu Devleti’nin en büyük iç tehditlerinden biri, Alamut Kalesi’ni merkez edinen ve suikastları meşrulaştıran Haşhaşîler idi. Liderleri Hasan Sabbah, hem siyasî hem dinî bir figür olarak Şiî-Batınî bir örgütlenmeyle Selçuklu’yu içeriden çökertmeye çalıştı.

Bugünkü PKK-PJAK ikilisi ile Hasan Sabbah arasında fark yoktur: Her ikisi de milletin birliğine kasteden, dış destekli, ideolojik terör ağlarıdır. Ve ne acıdır ki, her ikisinin de yolu İran’dan geçmiştir.

  1. Şah İsmail’den Humeyni’ye: İstilacı ve Mezhepçi Siyaset

1501’de Safevîler’in başına geçen Şah İsmail, bir tarikat şeyhiyken, şahlığa soyundu. Anadolu’ya kadar ilerleyerek Osmanlı’nın içini karıştırmak için mezhep üzerinden kışkırtmalar yaptı. Alevî-Sünnî ayrımını derinleştirmek için her yolu denedi.

1979’da ise aynı zihniyet Humeyni ile bir kez daha sahne aldı. Fransa’dan özel uçakla getirilen Humeyni, sözde bir “İslam devrimi” yaptı. Ancak bu devrim, Sünnî dünyaya değil; Batı’ya karşı değil; Sünnî İslam’ın iç dinamiklerine karşı bir dönüşüm projesiydi. Ve bu proje bugün de, Orta Doğu’yu şekillendirmek için kullanılan bir aparattır.

  1. Günümüz: PJAK, İran’ın Yeni Haşhaşîsidir

PKK’nın İran’daki uzantısı olan PJAK, İran’ın bölgede kullandığı “paralel terör” aracıdır. İran’ın, bir yandan “İslam birliği” söylemleriyle dostluk mesajları verirken, diğer yandan PJAK gibi örgütleri desteklemesi, onun çift yüzlü politikasını gözler önüne seriyor.

Bu, tarihte Haşhaşîlerin gizli saldırıları neyse, bugünün silahlı terör örgütleridir. Hepsi aynı kaynaktan besleniyor, aynı zihniyetin çocuğudur.

Sonuç: Zihniyet Aynı, Maskeler Değişiyor

İran, dün Ebu Lü’lü idi, bugün PJAK’tır. Dün Haşhaşî idi, bugün Humeyni ideolojisidir. Dün Selçuklu’yu içeriden çökertmek istiyordu, bugün ise Türkiye’nin güneyinde terör devleti kurdurmak için taşeronlar kullanıyor. Zaman değişti ama niyet değişmedi. Bu nedenle Müslümanlar zihin uyanıklığı, tarih şuuru ve itikadî basiret ile bu oynanan oyunları fark etmeli ve aynı hatalara bir daha düşmemelidir.

Özet:

Bu makalede İran’ın tarih boyunca İslam dünyasına karşı sergilediği sinsi ve mezhep merkezli stratejik tutumu ele alındı. Ebu Lü’lü’den PJAK’a, Hasan Sabbah’tan Şah İsmail’e kadar uzanan çizgide İran’ın değişmeyen politik yüzü ortaya kondu. Bugün de aynı zihniyetin farklı maskelerle sürdüğü ve bu gerçeğin tarih şuuru ile fark edilmesi gerektiği ifade edildi.

********

İran bu tavrıyla belaya davetiye çıkarıyor.
Kaç kere Türkiye sayesinde batının saldırısından korundu.
Kadere, kendisine yapılacak zulümlere fetva çıkarmaktadır. Kendi Şii Büyük İslam liderliği hayali uğruna başta Türkiye olmak üzere, İslam dünyasının zayıf düşmesine Batı ve haçlı ortaklığıyla sebep olmaktadır.
Hem kendisine, hem Türkiye’ye ve İslam dünyasına yazık etmekte ve ihanet etmektedir.

*********

İran’ın İhanet Sarmalı: Hayali Liderlik Uğruna İslam Dünyasını Zayıflatmak

Tarih boyunca ümmetin içinde yer almasına rağmen daima “ümmeti içeriden bölmeye çalışan” bir rol oynayan İran, bugün de aynı zihniyetle hareket etmektedir. İslam dünyasında birlik ve dirlik arayan her çabaya karşı sinsi bir sabotaj mekaniği olarak çalışmakta, Şiî mezhep merkezli “büyük İslam liderliği” hayali uğruna hem kendi halkına, hem Türkiye’ye, hem de tüm İslam coğrafyasına zarar vermektedir. Bu zarar, bazen terör örgütlerini destekleyerek, bazen ideolojik tahribatla, bazen de Batı ile işbirliği yaparak gerçekleşmiştir.

  1. Tarih Boyunca Türkiye’nin Himayesi Altında, Ama Türkiye’nin Aleyhine

İran, Osmanlı döneminden bu yana birçok defa Batı’nın doğrudan saldırısından Türkiye sayesinde kurtulmuştur. Safevîler döneminde Osmanlı ile giriştiği mezhep temelli savaşlar sayesinde Avrupa rahat nefes almış; Şah Abbas zamanında, Osmanlı’ya karşı Batı’yla müttefik olunmuştur.

Yakın dönemde, Irak-İran savaşında dahi Türkiye diplomatik denge politikalarıyla İran’ın Batı tarafından tamamen kuşatılmasını engellemiştir. Ama her defasında, İran Türkiye’nin himayesini istismar etmiş, ardından Türkiye’yi bölge liderliğinden düşürmek için Batı ile aynı masaya oturmuştur.

  1. “Mezhebi Liderlik” Hırsı: Ümmeti Parçalamak İçin Kullanılan Bir Araç

İran’ın politikası İslam kardeşliği üzerine değil, Şiî yayılmacılığı üzerine kuruludur. Yemen’de Husiler, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Şii milisler, Suriye’de Esed rejimi ve kalıntıları… Bunların tamamı, İran’ın “Şiî Hilali” stratejisinin parçalarıdır. Bu hilalin merkezine kendisini yerleştirerek, Mekke ve Medine’ye kadar uzanan bir etkinlik alanı kurmak istemektedir.

İran, Şiîliği bir inanç değil, bir siyasî araç olarak görmektedir. Bu anlayış, ümmetin ruhunu zehirleyen bir ayrıştırma politikasına dönüşmektedir. Sünnî dünyanın önderliğini kabul etmeyen İran, kendi liderliğini inşa etmek uğruna fitne ateşi yakmaktan çekinmemektedir.

  1. Batı ile Sessiz İşbirliği: Haçlı Saldırılarına Zemin Hazırlamak

Bugün İran, görünürde Batı karşıtı bir duruş sergilese de, fiilî olarak Batı’nın İslam coğrafyasındaki operasyonlarını kolaylaştırmaktadır.
Batı ve haçlıların islam dunyasını işgali icin Truva atı olma görevini üstlendiler.
Irak’ın işgalinde, Afganistan’da ABD’nin konuşlanmasında, Suriye’de Rusya ile birlikte Batı’nın önünü açmıştır. Türkiye’nin terörle mücadelesinde, sınırlarının dibinde PJAK gibi örgütleri besleyerek adeta Batı’nın taşeronluğunu yapmaktadır.

Bu, kelimenin tam anlamıyla bir “ihanet sarmalıdır.” Bir yandan Kudüs nutukları atarken, diğer yandan Kudüs’e giden yolları mayınlamaktadır.

  1. Kadere Zulme Fetva: İlahi Takdiri Zorlamak

İran’ın bugünkü siyaseti, kaderin akışına karşı adeta bir savaş ilanıdır. Mezhepçi planlarla ümmetin birlik kaderine karşı durmak, Allah’ın nizamına karşı diklenmektir. Bu anlayış, ilahî hikmete karşı bir alternatif sistem kurma çabasıdır. Allah ümmeti bir ve diri görmek isterken, İran ayrıştırarak hükmetmek istemektedir.

Bu da şu hakikati göstermektedir: Zalim sadece bomba atan değildir, ümmeti bölen de zalimdir. İran, bugün mezhebi çıkarları uğruna ümmete yapılacak zulümlere zemin hazırlamakta, hatta bunlara zımnî fetvalar üretmektedir.

  1. Kendi Halkına da Yazık Etmektedir

İran’ın halkı, ekonomik çöküntü, ideolojik baskı ve dışa kapalı bir rejim altında yaşamaktadır. Rejimin tüm enerjisi dış operasyonlara ve hayalî liderlik planlarına harcanmakta, içerideki halk bedel ödeyen sessiz çoğunluk hâline getirilmektedir. İran rejimi, sadece Türkiye’ye değil; kendi halkına da ihanet etmektedir.

Sonuç: İran, Kendi Ellerini Yakmakta ve Ümmeti Ateşe Atmaktadır

İran, kendi hayalî liderlik hedefleri için hem kendisini hem de İslam dünyasını ateşe atmaktadır. Türkiye’nin bölgesel gücünü baltalayarak, Batı’ya zımnî destek sunmakta; mezhepçilik yoluyla İslam coğrafyasını birbirine düşürmektedir. Bu, tarihte Ebu Lü’lü’nün Hz. Ömer’e yaptığı kadar karanlık bir ihanettir. Ancak bu kez hançer sırtımızda değil; kalbimize saplanmaktadır.

Özet:

Bu makalede İran’ın tarih boyunca ve günümüzde Türkiye ve İslam dünyasına karşı oynadığı çelişkili, ayrıştırıcı ve zararlı siyaset incelendi. Mezhebi liderlik arzusu uğruna ümmetin birliğini baltalayan İran’ın, Batı ve Haçlı ittifaklarıyla örtülü şekilde iş birliği yaptığı; PJAK, Hizbullah gibi örgütler vasıtasıyla bölgeyi istikrarsızlaştırdığı vurgulandı. İran rejimi bu tavrıyla hem kendine hem de ümmete zulmetmekte, kadere ve hikmete karşı gelmektedir.

 

[1] https://m.haber7.com/dunya/haber/3532974-pkknin-kararina-uymadilar-biz-silah-birakmayacagiz

[2] Bak. https://dintahripcileri.com/sianin-hz-omerr-a-i-sehid-eden-ebu-lulu-munafigini-her-sene-kabri-basinda-torenlerle-anmasi/

[3] Bak. https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0ran+

Loading

No ResponsesMayıs 24th, 2025