Ona Ancak Temizlenenler Dokunabilir
Ona Ancak Temizlenenler Dokunabilir” – Vâkıa 79 Üzerine Hikmetli Bir Tefekkür
> “لَا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ”
“Ona ancak temizlenenler dokunabilir.”
(Vâkıa Suresi, 56/79)
Kur’ân-ı Kerîm’in bu veciz ayeti, zahiri ve batıni temizliğin, Allah kelamına yaklaşmadaki merkezî rolünü vurgular. Görünüşte sadece bir “dokunma” fiili gibi gözükse de, derin manada bu “dokunuş”, kalple, ruhla ve niyetle gerçekleşen bir temasın şifresidir. Ayet, sadece fiziki temizliğe değil, manevî arınmaya da işaret eder.
- Temas Değil, Temessül: Kur’ân’a Yaklaşmanın Manevî Boyutu
Burada geçen “mess” kelimesi, Arapçada yüzeysel bir dokunuşu değil, yakınlık, ilişki, temas kurma anlamına gelir. Ayetteki “mutahharun” (temizlenmişler) ise hem abdestli ve gusüllü olan bedenî temizlik sahiplerini, hem de gönlünü şirkten, riyadan, kibirden ve günahlardan temizlemiş olan ruh sahiplerini ifade eder. Zira Kur’ân’a sadece mürekkep ve kâğıttan bir kitap gibi yaklaşanlar, onun nurunu anlayamaz. O nur, ruhu arınmış gönüllere yansır.
- Kur’ân’a Dokunmak: Kalbe ve Hayata Temas Etmektir
Kur’ân’a dokunmak, sadece onu raftan almak ya da bir hat sanatı gibi estetik görmek değildir. Asıl dokunuş, onu anlamak, yaşamak ve hayatına geçirmektir. Temiz kalpler, Kur’ân’la irtibat kurduğunda sadece bilgi değil, hikmet alır. Temiz niyetlerle yaklaşanlar için Kur’ân, bir kitap olmaktan çıkar, bir rehber, bir ışık, bir sır kapısı haline gelir.
- Neden “Mutahharûn”? Neden Sadece Temizler?
Çünkü Kur’ân, ilahi kelamdır; saf bir kaynaktır. Nefislerin kirlettiği eller, niyetlerin kararttığı kalpler bu saf kaynağı bulandırabilir. Nasıl ki bir mücevherin parıltısı, ancak temiz bir camdan görünür; öyle de Kur’ân’ın nurani hakikatleri, gönül camı berrak olanlara görünür. Bu ayet, bizlere hem bir emir hem de bir ölçü sunar: “Eğer Kur’ân’dan istifade etmek istiyorsan, önce kendini arındır.”
- Zahiri ve Bâtıni Temizlik: İkisi Birden Gerekli
İslam’da temizlik, sadece el yüz yıkamak değildir. İç âlemin temizliği, dış temizlik kadar hatta daha da önemlidir. Kur’ân’a abdestsiz dokunmamak bir edep olduğu gibi, riyasız, kibirsiz ve şirkten arınmış bir kalple yaklaşmak da bir farzdır. Ayet bize iki katlı bir mesaj verir: Bir, Kur’ân’a bedenen temiz bir halde dokun; iki, Kur’ân’a kalben arınmış olarak yönel.
- Kur’ân, Kirli Elleri ve Kalpleri Kabul Etmez
Bugün Kur’ân’ı bilgiyle yorumlayanlar çok; ama onu hikmetle yaşayanlar az. Çünkü onu gerçekten “dokunanlar”, temizlenenlerdir. Modern çağın tozlu yollarında, Kur’ân’a el sürebilmek için sadece elimizi değil, kalbimizi de yıkamamız gerekiyor. Çünkü Kur’ân, sadece göze hitap etmez; gönle temas eder. Ona pis kalple dokunulmaz; çünkü o nurdur, hidayettir, Allah’ın kelamıdır.
Özet:
Bu makalede, Vâkıa Suresi 79. ayetinin “Ona ancak temizlenenler dokunabilir” ifadesi, hem zahiri (bedeni) hem de batıni (manevi) temizlik açısından ele alındı. Kur’ân’a gerçek anlamda dokunmak; kalben arınmak, niyeti düzeltmek ve onun nuruna saf bir gönülle yönelmektir. Ayet, bizlere bir edep ölçüsü ve bir manevi terbiye dersi verir: Kur’ân, temiz kalplerin kitabıdır. Ona yaklaşmak, arınmayı şart koşar.
*********
Geçmişten Günümüze Ecdadın Kur’ân-ı Kerîm’e Karşı Tutum ve Tavrı
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kelamı olarak insanlığa gönderilmiş en yüce rehberdir. Bu ilahi kitap karşısında kim nasıl durmuşsa, hayatı da ona göre şekillenmiştir. İslâm ecdadı, Kur’ân’a sadece bir kitap olarak değil; hayatın ta kendisi olarak bakmış ve onu baş tacı etmiştir. Onların Kur’ân’a olan tavrı, sadece bir saygıdan ibaret değil; bir imanın tezahürü, bir ahlâkın kaynağı ve bir medeniyetin mayası olmuştur.
- Ecdad Kur’ân’ı Sadece Okumadı, Yaşadı
Osmanlı’dan önceki Selçuklu ve Abbâsî dönemlerinde de görüldüğü gibi, ecdad Kur’ân’ı sadece mushaf halinde muhafaza etmedi; onu hayatlarına hâkim kıldı. Savaşta Kur’ân’dan güç aldılar, barışta onunla adaleti sağladılar, medreselerde onu merkez kılarak ilmi yaydılar.
Kur’ân, sadece mihraplarda tilavet edilmedi; mahkemede hüküm verdi, çarşıda ahlâkı şekillendirdi, sarayda tevazuu öğretti, meydanda cesareti telkin etti.
- Hürmetin En Yüksek Seviyesi: Zahiren ve Bâtınen Saygı
Kur’ân-ı Kerîm’e karşı ecdadın gösterdiği saygı, hem şeklen hem de kalben en üst düzeydeydi. Onlar, Kur’ân’a abdestsiz el sürmez, onu yüksek bir yere koyar, okumadan önce edeple hazırlanırdı. Kur’ân okunduğunda konuşulmaz, dinlenirken huşû gösterilirdi. Çünkü bu Kitap, Allah’ın sesi gibiydi onlar için.
Ecdat için bu, bir şekil değil; şuur meselesiydi.
- Kur’ân Medeniyeti: Mimariye, Sanata ve İlme Yansıyan Ruh
Ecdadın Kur’ân’a olan bağlılığı sadece bireysel düzeyde kalmadı; bir medeniyete dönüştü. Camilerin kubbelerine âyetler nakşedildi, mezar taşlarına âyetler kazındı, medreselerde tefsir ilmiyle hayat yeniden yorumlandı. Kur’ân, mimaride, musikide, edebiyatta, hat sanatında en yüce kaynak oldu.
Kur’ân’ı merkeze alan bu anlayış sayesinde bir “Kur’ân medeniyeti” doğdu. Her satırda Allah, her nakışta tevhid, her taşta ahiret yankılandı.
- Kur’ân’a Hizmet Bir Şeref Sayıldı
Mushaf yazan hattatlar, yazdıkları harfleri önce abdestle, gözyaşıyla yazdı. Bir harf hatalı olmasın diye günlerce tek bir sayfa üzerinde çalışan müzehhipler vardı. Kur’ân’ı ezberleyen hafızlar, yalnızca hafıza değil; kalbiyle de muhafaza ederdi.
Medreselerdeki müderrisler, Kur’ân tefsiri anlatırken “âyet okuyorum, söz değil” edasıyla, her kelimeye dikkat ederdi. Ecdadın zihninde ve kalbinde Kur’ân, kelimelerden ibaret değildi; hayatı kodlayan, yön veren bir hikmet kaynağıydı.
- Zamanla Zayıflayan Tavır ve Bugünkü Sorumluluğumuz
Ne yazık ki zamanla bu yüksek hürmet ve derin kavrayış, yerini şekilciliğe ve gaflete bıraktı. Kur’ân evlerde asıldı ama anlaşılmadı, okundu ama yaşanmadı. Medeniyetimizin Kur’ân merkezli özü, modern hayatın kabuğunda kaybolmaya başladı.
Bugün yapılması gereken, ecdadın Kur’ân’a olan tavrını yeniden diriltmek, onu şekil olarak değil, şuur olarak hayatımıza katmaktır. Çünkü Kur’ân sadece geçmişin değil, ebediyetin rehberidir.
Özet:
Bu makalede, İslâm ecdadının Kur’ân-ı Kerîm’e karşı gösterdiği derin saygı, yaşama biçimi ve medeniyet anlayışı ele alındı. Kur’ân, sadece okunup geçilen bir kitap değil; hayatı şekillendiren bir ilahi kılavuz olarak görülmüş, bireyden devlete kadar her alana yön vermiştir. Bugün bizlere düşen, bu tavrı yeniden kuşanmak ve Kur’ân’ı kalplerimizde, hayatlarımızda yeniden hakim kılmaktır.