Bin Bir Birler: Vahdetin Kudreti ve Ümmetin Dirilişi
Bin Bir Birler: Vahdetin Kudreti ve Ümmetin Dirilişi
> “Evet, bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir.”
(Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar)
Birlik, tevhid, ittihad… Bunlar sadece toplumsal kavramlar değil, varlığın mayasıdır. Kâinatın özünde bile dağılma değil, derlenme; ayrılık değil, birleşme vardır. Atomdan galaksiye, zerreden kürreye kadar her şey “bir” olan Allah’ın kudretine boyun eğmiş, düzenli bir vahdet içindedir.
Vahdet: Varlığın İlahi Ritmi
Kâinat, bir senfoni gibi… Her bir mahlûk kendi görevini yapıyor ama hepsi bir orkestranın parçası gibi bir bütünlük içinde hareket ediyor. Yıldızlar birbirine çarpmadan dönüyor, mevsimler şaşmadan değişiyor, hücreler intizamla işliyor. Bu baş döndürücü nizam bize şunu haykırıyor:
“Bir olan Allah’ın mülkünde, çokluk içinde bile birlik vardır.”
İşte bu evrensel ilke, sosyal hayata da sirayet etmelidir.
İnançta vahdet, fikirde vahdet, amelde vahdet… Kalplerin Rabbi birse, kıblemiz birse, kitabımız ve peygamberimiz birse; kalpler niçin ayrı düşsün?
Birlik: İmanî Bir Mecburiyet
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
> “Tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.”
Yani imanımız birse, kalplerimiz de birleşmeli. İnandığımız tevhid, sadece göklerin Rabbi’nin birliğini değil, yerdeki kulların da muhabbetle birleşmesini gerektirir.
Peki neden hâlâ bölünmeler, kutuplaşmalar, kardeş kavgaları?
Çünkü imanî birlik hakiki olmadıkça; yani sadece dilde kalır, kalbe işlemezse, tefrika hâsıl olur. Müslümanlar Kur’an’ı aynı gözle okumazsa, Peygamber’i ortak rehber görmezse, akide birliği yerini şahsî yorumlara bırakırsa; bu durumda “bir bir bir” diye başlayan zincir, “ben ben ben” diyen nefsin baltasına yenik düşer.
“Bir”e İsyan: Zulmün Başlangıcı
Bediüzzaman, vahdetin bu kadar açık olduğu bir dünyada, müminlerin aralarındaki kin, adâvet ve ayrılıkları örümcek ağına benzetir. Kâinatı bağlayan kudsî zincirleri bırakıp da örümcek ağına sarılmak ne büyük bir zillettir!
> “Şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren ehemmiyetsiz şeyleri tercih etmek, o vahdet zincirlerine hürmetsizliktir.”
Her müminin kalbi bu hakikatle titremeli: Eğer ben mümin kardeşime adavet besliyorsam, aslında tevhid zincirini koparıyor, Allah’ın bin bir birlikle inşa ettiği kâinat düzenine isyan ediyorum.
İttihad: Kurtuluşun Tek Yolu
Bugün ümmetin maruz kaldığı zilletin, dağınıklığın ve esaretin temel sebebi ittihadsızlıktır. Kudüs esirdir çünkü kalpler birbirine düşmandır. Gazze ağlamaktadır çünkü ümmet dağılmıştır. İslam dünyası sömürülmektedir çünkü “bir” olamamıştır.
Ama hâlâ geç değil. Yeter ki o kadim “bir bir bir” zincirini yeniden hatırlayalım. Aynı Rabb’e, aynı kitaba, aynı peygambere iman ettiğimizi yeniden idrak edelim. O zaman, kâinatla uyumlu hale geliriz. Kâinatın ritmine uyan bir toplum da, Allah’ın nusretine layık olur.
Özet
Kâinat, bir olan Allah’ın kudretiyle bin bir birlik içinde yaratılmıştır. Tevhid, sadece inanç değil, aynı zamanda kalplerin, toplumların ve ümmetin birleşmesidir. İnançta birlik, fikirde ve amelde de vahdeti gerektirir. Risale-i Nur bu hakikati güçlü bir şekilde vurgular: Tevhid-i imanî, tevhid-i kulûbu; vahdet-i itikad, vahdet-i içtimaiyeyi doğurur. Müminler olarak bizi birleştiren binlerce sebep varken, ayrılığa sebep olan küçük şeyleri büyütmek büyük bir zulümdür. Ümmetin kurtuluşu, vahdet zincirine yeniden sarılmakla mümkündür.
*******
İnançta vahdet, fikirde vahdet, amelde vahdet, temel meselelerde hep vahdet. İttihad ve tevhid üzere.
“Evet, bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esmâ ve ef’âl-i umumiye-i İlâhiyenin adedince vahdetleri giymiş bir tek insan-ı ekberdir. Belki, envâ-ı mahlûkat sayısınca dallarına vahdetler, birlikler asılmış bir şecere-i tûbâ-i hilkattir.”
“Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir, bir, bir, tâ bin bir bir birler kadar…”
bk. Şualar, İkinci Şua, Üçüncü Makam.
************
Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir, bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinat
ı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.”
( https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/mektubat/yirmi-ikinci-mektup/375 )