RUHUN HİKMETİ: GÖRÜNMEYEN CEVHERİN GÖRÜNEN TECELLİSİ
RUHUN HİKMETİ: GÖRÜNMEYEN CEVHERİN GÖRÜNEN TECELLİSİ
İnsan bir sırlar yumağıdır. Gözle görünen maddesiyle değil, görünmeyen cevheriyle anlam kazanır. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle:
“Hayatın zâtî ve cevheri olan ruh”; sadece insanın değil, bütün kâinatın merkezî hakikatlerinden biridir. Görünmeyen, dokunulmayan fakat varlığı inkâr edilemeyen bu latîf cevher, hayatın özü, aklın ve şuurun menbaıdır.
- Ruh: Hayatın Cevheri, Şuurun Kaynağı
Kur’ân, ruhun mahiyetine dair:
“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsrâ, 85) buyurur.
Bu ayet, ruhun akıl ile çözülemeyecek kadar derin, fakat varlığıyla inkâr edilemeyecek kadar açık olduğunu beyan eder.
Ruh, hayatın kaynağı; akıl ve şuurun ise taşıyıcısıdır. Bediüzzaman bu hakikati şöyle özetler:
“Hayatın süzülmüş en safi hülâsası olan şuur ve akıl ve en latîf ve sabit cevheri olan ruh, bu küre-i arzda gayet kesretli bir surette halk olunuyorlar.”
Bu ifadeyle, dünyanın en çok yaratılan varlıklarının madde değil; ruh, akıl ve şuur gibi manevî varlıklar olduğunu öğreniriz.
- Ruh: Kanun-u Emrî, Nuranî Varlık
Bediüzzaman, ruhu şöyle tarif eder:
“Ruh, zihayat, zişuur, nuranî vücud-u haricî giydirilmiş, cami, hakikattar, külliyet kesb etmeye müstaid bir kanun-u emridir.”
Bu tanımda üç temel vasıf öne çıkar:
Zihayat: Ruh canlıdır; hayat vericidir.
Zişuur: Ruh, farkındalık ve bilinç sahibidir.
Külliyete müstaid: Ruh, yalnızca bireysel bir varlık değil; evrensel hakikatleri kavrayabilecek bir potansiyele sahiptir.
Ruh, maddenin sınırlı kalıplarına sığmaz; nuranî bir cevherdir. Maddeden değil, emir âlemindendir. Zira Cenâb-ı Hak “ol!” der ve olur. Ruh da bu emrin bir tezahürüdür.
- Ruhun Giydiği Elbiseler: Beden, Akıl, Kalp
Ruh, bu dünyada bedene biner, akıl ile düşünür, kalp ile hisseder. Bu üçlü sistem; insanı sıradan bir varlık olmaktan çıkarır, halifelik mertebesine yükseltir.
Beden: Ruhun evi.
Akıl: Ruhun pusulası.
Kalp: Ruhun aynası.
Bu üçlü denge bozulursa, ruh dünyada gurbete düşer. Bedene mahkûm olur, akılsız bir nefis ve hissiz bir kalple karanlıkta kalır.
- Ruhun Hikmeti: Kendini ve Rabbini Bilmek
İnsana ruh verilmesinin en temel gayesi, kendini ve Rabbini tanımaktır. Bu tanıma akılla başlar, kalple derinleşir, ruhla bütünleşir.
İnsan, ruhunun sesi olan vicdanla Allah’ı duyar. Şuurla varlığını idrak eder. Akılla O’nu tanır. Kalple sever.
Ruhun bu yolculuğu, her şeyin ötesinde bir “mana arayışıdır”. Çünkü ruh, Allah’tan gelmiştir ve O’na dönecektir. (Bkz. Bakara, 156)
- Cevherin Hatırlattığı Sorumluluk
Bu kadar yüce bir cevher taşıyan insan, elbette başıboş değildir. Kur’ân, insanın taşıdığı emaneti şöyle haber verir:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk; onlar bunu yüklenmekten çekindiler… İnsan ise onu yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb, 72)
Bu emanet, ruhtur. Akıl ve şuurla birlikte hakikati tanıma ve yaşama sorumluluğudur.
SONUÇ ve ÖZET:
Ruh, hayatın özü, şuurun ve aklın menbaıdır. Allah tarafından üflenmiş, emir âleminden gelen bu latîf cevher; insana hayat verir, anlam katar, sorumluluk yükler. Bediüzzaman’ın tarif ettiği gibi, ruh, yalnızca yaşayan değil; hakikate açık, küllî anlamları kavrayabilen, sonsuzlukla bağ kurabilen bir varlıktır. İnsanın kalbi, aklı ve bedeni ruhun hizmetindedir. Bu cevheri tanıyan insan; kendini, kâinatı ve Rabbini tanır. Tanımayan ise en büyük emaneti zayi eder.